ABD’nin Suriye’deki Terör Çıkmazı: PYD/YPG
Arap Baharı’nın etkisiyle, 2011 yılında başlayan Suriye devriminin ilk dönemlerinde, muhalif grupları cesaretlendirerek askeri ve siyasi yardımlar yapan ABD, Rusya ve İran gibi ülkeler dışında uluslararası bir koalisyonla birlikte Esed rejiminin meşruiyetini yitirdiğini ve devrilmesi gerektiğini öne sürüyordu. Ancak, zamanla söz konusu politikasını değiştiren ABD, DEAŞ’ın Irak’ta neşet edip Suriye’nin içlerine kadar uzanmasıyla, odağını DEAŞ’a kaydırırken muhalifleri desteklemek yerine Esed rejimini ayakta tutacak adımlar attı. Ayn el Arap (Kobani) kuşatması sırasında PKK’nın Suriye örgütlenmesi olan PYD/YPG’yi DEAŞ’a karşı desteklemeye başlayarak, adım adım Suriye siyasetinin merkezine PYD/YPG’yi yerleştirdi. Takip eden süreçte, Trump’ın iktidara gelmesiyle beraber, Pentagon/Centcom’un dizayn etmeye başladığı ABD’nin Suriye stratejisinde, PYD/YPG’nin konumu tahkim edildi. Özellikle bir terör örgütüne karşı diğer bir terör örgütünü kullanma stratejisi benimseyen ABD, Suriye’deki tüm yatırımlarını mevzubahis örgüte yaparak, doğu-batı ekseninde Suriye-Irak sınırından Menbiç’e kadar uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyr ez Zor’un Fırat’ın doğusuna uzanan alanlarda etkinliğini arttırmaya çalıştı.
Mezkur strateji gereği (aksi yönde çok açık deliller olmasına rağmen) PYD/YPG, terör örgütü PKK’dan ayrı bir örgütlenmeymiş gibi sunularak, söz konusu yapının Suriye Kürtlerini temsil ettiği tezi ortaya konuldu. ABD bu bağlamda hem Türkiye’nin ulusal güvenliğini hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PYD/YPG terör örgütüne destek vermeye devam ederken, Türkiye ise önce Fırat Kalkanı Harekâtı, ardından hem Astana süreci hem de Zeytin Dalı Harekâtı ile ABD’nin attığı bu adımlara yanıt verdi.
Tunus’ta başlayan ve domino etkisiyle Ortadoğu coğrafyasında yayılan halk isyanları, beş yıl gibi kısa bir süre içerisinde bölgenin 100 yıllık statükosunda önemli kırılmalara sebebiyet verdi. ABD işgalinin yarattığı zeminde, Irak ve Suriye bu süreçten en fazla etkilenen ülkeler oldu. Eski düzenin kalıntıları ve yeni dönemin kaotik parametreleri altında her iki ülke, devlet otoritelerinin aşındığı ve devlet dışı aktörlerin yükseldiği melez bir dönem içerisine girdi.
PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG de Suriye’de oluşan kaostan faydalanarak, ülkenin kuzeyinde etkinlik kurmaya başladı.
Suriye rejimi ise genel olarak devrimin yanında yer alan Kürtleri tahakküm altına almayı ve PKK’yı tekrar Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullanmayı hedeflerken, PYD/YPG’ye destek vermeye başladı.
Bu bağlamda YPG, 2012 yılının başlarında Esed rejimine bağlı güçlerin anlaşmalı bir şekilde Haseke, Ayn el-Arap (Kobani) ve Afrin’den çekilmesiyle bu bölgelerde etkinlik kurup askeri tahkimatını sağlayarak, başta Kamışlı olmak üzere Haseke bölgesini Rejim’e bağlı ordu birlikleriyle birlikte yönetmeye başladı. YPG bu bölgelerde kontrolü sağladıktan sonra öncelikle muhalif Kürt unsurları etkisizleştirdi, ardından Suriye muhalefetini hedef almaya başladı.
2014 Ocak ayının başlarındaysa DEAŞ Suriyeli muhaliflerden başta Rakka olmak üzere, Haseke, Halep’in doğusu ve Türkiye sınırına doğru kuzey-doğu hattı gibi Kürt bölgelerine kadar uzanan yerleri ele geçirdi ve YPG’nin elinde bulundurduğu bölgelere saldırmaya başladı. DEAŞ YPG’nin elinde bulunan bölgelerin önemli bir kısmını ele geçirdikten sonra 2014’ün ortalarında Ayn el-Arap’ı da hedef aldı. Bu dönemde yaklaşık 300 bin kişi Türkiye’ye sığınırken bu çatışmalar sonrasında DEAŞ’ın yoğun saldırıları ile karşı karşıya kalan PYD liderliği, başta Salih Müslim olmak üzere uluslararası destek arayışına girerek ABD’den ve DEAŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı talebinde bulundu. Ayn el-Arap’ın tamamen düşmesine çok yaklaştığı bir noktada ABD, PYD’nin yardım çağrısına yanıt vererek Ayn el-Arap’taki DEAŞ hedeflerine yoğun bir hava saldırısı başlattı, ardından silah ve mühimmat yardımına girişti.
ABD’nin müdahalesiyle birlikte sahadaki askeri durum DEAŞ aleyhine dönerken, bir süre sonra örgüt Ayn el-Arap mücavirinden tamamen çıkartıldı. “Kobani” deneyimi, ABD’nin YPG güçlerini Suriye’de DEAŞ ile mücadelede kara gücü haline getirebileceğini gösterirken, YPG içinse ABD’nin desteğinin önemini ortaya koydu. Bu askeri angajman adım adım artarak Tel Abyad ve diğer bölgelerde kendisini göstermeye başladı. Ancak, PYD/YPG terör örgütünün DEAŞ’a benzer şekilde ele geçirdiği bölgeleri terörize etmeye başlaması uzun sürmedi. PYD/YPG, ABD ve Esed rejimiyle kurduğu askeri angajmanlarla elde ettiği üstünlüğü kullanarak, Suriye’nin Haseke ve Rakka vilayetlerinde, Tel Abyad bölgesi de dâhil olmak üzere ele geçirdiği bölgelerde muhalif Arap ve Türkmenlere yönelik tehcir politikası uyguladı. Örgüt ele geçirdiği bölgelerde demografik mühendislik çabasına girişti.
Köy yakma, ürün ve mallara el koyma, yargısız infaz ve toplu cezalandırma gibi savaş suçu olarak kabul edilecek eylemleriyle bölgenin demografik yapısını değiştiren PYD/YPG, bölgeyi kendisi için yönetilebilir kılmak istedi.
YPG’nin bu adımları uluslararası insan hakları örgütleri tarafından raporlaştırıldı. Ancak tüm bu bilgiler kamuoyuna yansımasına rağmen ABD terör örgütü ile angajmanını devam ettirdi.
ABD, Suriye krizinin başından itibaren muhalif gruplara şüpheyle yaklaşırken, bazı grupları özellikle de İslami eğilim sergileyenleri sakıncalı görerek ihtiyaç duydukları askeri desteği vermek bir yana, bu desteği vermek isteyen aktörlere de aktif bir şekilde engel olmaya çalışmıştı. Ancak PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG’ye sınırsız bir destek sunmakta hiç tereddüt etmedi. 2015 Haziran ayına kadar ABD liderliğinde DEAŞ ile mücadele için oluşturulan uluslararası koalisyonun, Suriye’de gerçekleştirdiği 1.774 hava saldırısının 1.200’ünün DEAŞ ile YPG’nin çatıştığı bölgelerde yapıldığı, muhaliflerin DEAŞ ile karşı karşıya geldiği durumlardaysa ABD’nin hava desteği vermediği görüldü.
ABD YPG’yle kurduğu angajman üzerinden başta Türkiye olmak üzere yoğun eleştirilere maruz kalınca PKK/YPG’yi perdeleyebilmek adına 11 Ekim 2015 tarihinde “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) isimli bir ittifak oluşturdu. Kuruluşu ilan edilen SDG yapılanması YPG/YPJ ile birlikte Süryani Askeri Konseyi, Ceyşü’l Suvar, Liva Suvar Rakka, Liva el Tahrir ve El Sanadid gibi gruplardan oluşmaktaydı. Ancak daha sonra CENTCOM komutanlarının da itiraf ettiği şekilde bu yapı aslında doğrudan ABD’nin talimatıyla ve YPG’nin denetiminde bir çatı yapılanma olarak kurgulanmıştı. ABD, SDG’nin kuruluşundan sonra Suriye’nin kuzeyinde yaptığı askeri hamleleri bu isim altında sürdürmeye başladı ve silah yardımlarını doğrudan YPG’ye değil SDG’ye yapıyormuş izlenimi verdi.
Bu dönemde Başkan Obama’nın talimatıyla ABD ordusuna bağlı özel kuvvetler, SDG/YPG’yi doğrudan eğitmek üzere sahaya gönderildi. Yine Başkan Obama’nın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk birçok kez bölgeyi ziyaret ederek SDG/YPG’liler ile temas kurdu. ABD, PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde bu süreçte iki askeri üs inşa etti. Temmuz 2016’da Ayn el-Arap’ın güneyindeki üssün inşası tamamlanırken, Haseke yakınlarındaki Rumeylan üssü de faaliyete geçirildi. Bu dönemde SDG/YPG’ye sağlanan silahların ölçeği ve niteliği de artmaya başladı. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen 31 Mayıs 2016’da Fırat Nehri’nin batı yakasındaki stratejik Menbiç bölgesi, ABD-SDG/YPG ittifakı tarafından ele geçirildi.
Menbiç sonrasında YPG’nin temel hedefi, Cerablus-Bab bölgesini de ele geçirerek Afrin kantonu ile toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde genişlemekti. Ancak Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtını başlatması bu hamleyi boşa çıkarırken ABD’de Obama yerine Trump döneminin başlaması, hem Türkiye-ABD ilişkisi açısından hem de ABD-PKK/PYD ilişkisi açısından yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Ancak Türkiye’nin beklentilerinin aksine Trump, Suriye siyasetine ilişkin karar mekanizmasını tamamen Pentagon ve Centcom’a devretmiş, bu kurumların önceliği ise YPG ile inşa ettikleri askeri angajmanı devam ettirmek olmuştu. ABD, YPG/SDG’yi doğrudan ağır silahlarla donatarak Rakka’ya yönelik büyük bir hamleye girişirken, havadan ve karadan ağır şekilde vurulduktan sonra YPG devreye sokularak bölge ele geçirildi. ABD, Rakka hamlesine eş zamanlı olarak Deyr ez Zor’da Suriye’nin önemli petrol ve doğal gaz yataklarını el geçirecek ve ülkenin Irak sınır hattını tutacak şekilde YPG/SDG’nin Fırat’ın doğusunda ilerlemesini sağlamaya çalıştı.
ABD, 2014 ortalarından itibaren Suriye’deki tüm yatırımlarını PKK’ya bağlı SDG/YPG’ye yaparak, doğu-batı ekseninde Suriye’nin Irak sınır hattından Menbic’e kadar uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyr ez Zor’un Fırat’ın doğusuna uzanan sınır hatlarında nüfuz alanı oluşturmaya çalıştı. Ancak ABD şu anki pozisyonda, bir yandan Türkiye’nin diğer yandan İran ve Rusya’nın meydan okumaları arasında sıkışmıştır.
Can Acun‘un cankayadd.com için kaleme aldığı yazı.