Ebu Halid el-Suri Kimdir?
Ebu Halid el Suri, 1963 yılında Halep’te doğmuştur. Suriye’de Şeyh Umeyr olarak da bilinen el Suri’nin gerçek ismi Muhammed el Bahai’dir. Ebu Halid el Suri, 70li ve 80li yıllarda İslami muhalefetin içerisinde yer almış, bu nedenle Hama olayları dönemini takiben Suriye’den çıkmıştır. Afganistan’da ve Cezayir’de de bulunduğu belirtilen el Suri’nin Suriye’ye döndüğü ve 2011 yılında yeniden rejime muhalif saflara dahil olduğu ve Ahrar uş Şam hareketinin kurucularından olduğu bilinmektedir. El Suri, 23 Şubat 2014’te DAEŞ’in resmi olarak üstlenmediği ancak DAEŞ’in yaptığı belirtilen canlı bomba saldırısında hayatını kaybetmiştir.
Anılarına nasıl ulaştık?
Ebu Halid el Suri’nin anılarına Suriyeli muhalif bir isim aracılığı ile ulaştım. Söz konusu kişi, ailesinin ve kendisinin güvenlik risklerinden dolayı isminin paylaşılmasını istemedi.
Ek olarak belirtmem gerekir ki söz konusu metin, Ebu Halid el Suri’nin anılarının bir kısmıdır. Metin orijinalinden el yazısı ile çoğaltılmıştır ve benim ulaştığım metin orijinal Halid el Suri’nin el yazısı değildir. İlk defa benim düzenlemelerim ile dijital ortama aktarılmış ve böylelikle Arapça’dan Türkçe ve İngilizceye çevrilmiştir.
Bu metnin yayınlanmasının Ahrar uş Şam Hareketinin anlaşılmasına, Ebu Halid el Suri’nin siyasi pozisyonuna, el Kaide ile olan ilişkisine ve İslami hareketler literatürüne katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Arapçadan aslını okumak için tıkla.
Birincisi; ön hazırlık ve stratejinin olmaması
Askeri Cihad hattını oluşturan ilk mücahidlerin tam hesaplar üzerine kurulmuş, mevcut durumu ve geleceği iyi tahlil eden bir stratejileri yoktu. Geleceğe dair tahminler, ülkenin mevcut durumu ve siyasi ve sosyolojik coğrafyası, dini, etnik ve siyasi yapısı ve ülkeyi yöneten rejimin yapısı çerçevesinde ciddiye alınmamıştı. Ayrıca, bu durum içindeki rejime karşı olan gücümüz, dost ve düşmanların gücü ve bundan yararlanma imkanlarının yanı sıra, göz önüne alınarak uygun bir askeri strateji ve düzen belirlenmesi gereken birçok şey daha dikkate alınmadı.
Tam aksine zaruretlerin belirleyici olduğu içgüdüsel tutumlar hakim oldu. Kısa süre içinde de yalnızca olayların patlak vermesiyle durum kontrolden çıktı ve bir takım zaruretlerle durumu patlayan olaylar belirledi. Bu yüzden sürekli olarak kötünün iyisi seçilmek zorunda kalındı… Durum neden doğrudan muhatapların elinden çıktı ya da neden dış güçlerin kontrolüne geçti? Neden önceki aşamalardan daha az planlı bir iş çıkarmaktan öteye gidilemedi? Diyaloğun desteklenmesi için yeterli zaman ve imkan olmasına rağmen neden liderlik stratejik çalışma seviyesine ulaşamadı ve tam aksine mevcut durumun getirdikleriyle yetinerek bunun üzerine hayal kurdu ve ….
İkincisi; Samimi mücahidlerin çeşitli örgüt ve bağlılıklara dağılmaları
Bu durum çok geç fark edildi. Durumu düzeltmek ve rayına oturtmaktan hala da çok uzağız. Belki de Cihad saflarını sağlamlaştırmanın ilk adımı bu olmalıdır. Suriye sahası, geçmiş tasavvurlarına göre çalışanlar ile hırsları için çabalayanlar arasında gidip geldi. Bununla beraber böyle çalışan örgütlerin merkezlerinde oluşturulan insan grupları ortaya çıktı. İşin kötü yanı ise samimi mücahidler de kendilerini bu sürecin içinde buldular. Böylelikle devrimci ve silahlı cihadi harekete inanan mücahidler, kendilerini hedefi belirsiz liderlerin kontrolündeki hedefi belirsiz örgütlerin içinde buldular. Bu sebeple samimi mücahidlerin bir platformda birleşerek çabalarını birleştirme fırsatı yok oldu. Üstelik durum bundan daha kötü bir hale geldi. Kötü niyetli kişilerin yaptıkları şeyler yüzünden devrimci fikre bağlı aynı hedefi aynı ruhu taşıyan mücahidler arasında bile grupçuluk baş gösterdi. Bunun sebebi söz konusu mücahidlerin çakışan hedefler güden gruplarda yer almalarıydı. Bahsettiğimiz dağınıklık ve tefrikanın dini ve ahlaki alanda kötü sonuçları oldu. Devrimci güçlerin bu dağınıklığı son kertede kendilerinden istifade edilmesinin önündeki en büyük engel oldu.
Üçüncüsü; İdeolojik düzlemde devrimci cihadi doktrin ve açık hedeflerden yoksun olunması
“İslam hükmünün ikame edilmesi ve Nusayrilere karşı savaş.” Bu slogan Suriye savaşındaki bütün İslami grupların söylemlerine hakim olmuştur. Toplumun önderliğini üstlenmek isteyen Cihadi devrimci bir örgütün dikkate alması gereken ilk dinamiklerden biri etrafında bir destek dairesi olması ve kendisini başat devrimci güç olarak sunmasıdır. Mücahidler maalesef kendilerini bu fikir çerçevesinde ifade etmek ve açık bir medya planı çerçevesinde açık hedef ve şiarlar belirleme noktasında başarısız oldu. En azından helak olan açık bir hedef uğruna helak olsun, yaşayan da açık bir hedef uğruna yaşasın diye bu gerekliydi. Ancak toplumun ya da sadece olaylarla ilgilenen insanların gördüğü tek şey ihmarkarlıktı. Çok sayıda İslamcı genç grup, bu rejime karşı savaşmaktadır. Çoğunluğu islami bir düzen hedeflendiğini anlasa da bu düzenin nasıl kurulacağını, bu savaşın neden olduğunu ve ne kadar gerekli olduğunu anlayamadı. Neden uğrunda ölmeye çağrıldıklarını da bilemedi. Mücahidler, kim olduklarını, ne istediklerini ve kendilerini neyin harekete geçirdiğini insanlara anlatamadı. (Aksine bu hareket ve devrim içinde bulunanların yaptıkları ilk iş insanlara ne istediklerini ve hedeflerini anlatmak istedi. Diğer ulusal hareketler gibi) Kendini izah etmek insanları kazanmanın ve fikri-akıdevi savunma için esas teşkil etmesine rağmen bu başarılamadı.
Dördüncüsü; siyasi ve devrimci sığlık ve şeri ilim eksikliği
Bazı mücahidler ve liderleri istisna olmak üzere bu hareketin içinde bulunanların hepsinin doğal devrim oyununa ilişkin siyasi farkındalıkları düşüktü. Bu yüzden, karargahlarda aşılması kolay olan eksiklikler, işlerin idaresi konusunda zorlaştı. Savaş bütün yönleriyle bu siyasi devrimci yönelimleri idare etmekten başka bir şey değildir. Bu konudaki cehalet liderleri bütün alanlarda kapsamlı bir strateji ve plan oluşturma noktasında acziyete düşürmektedir. Savaş karargahları ve liderlerde bu anlayıştan nasibini almalıdır. Çünkü insan kaynaklarını bir bir tüketen bu ortam içinde geleceği belirleyecek olan onlardır.
Yalnızca liderler arasında değil, genel olarak şeri ilimlere hakimiyette bu noktada önem arz etmektedir. Özellikle de önde gelen ve önemli mücahid liderler peş peşe şehit olurken ve İslami hareketler artık daha çok niceliğe önem verirken. Hal böyle olunca şeri ilimlerdeki bu düşük seviye yaşanan komplolarda ve komploların kolaylıkla başarılı olmasında birinci dereceden rol oynamıştır. Böylelikle lisan-ı hallerine teslimiyet ve bazı iş adamlarına bağlılık sirayet eden örgütlere dönüştüler. Bu sebeple cehaletin gölgesinde çok sayıda komplo işler oldu. Kısaca söylemek gerekirse bu mücahitlerin tamamı nemalanmak adına başkalarının peşinden sürüklendiler. Bu tespit doğru bir tespittir. Asıl sebebi ise şeri siyasi farkındalığın olması gerekenin çok altında kalmasıydı.
Beşincisi; niteliğin kaybolmasının ardından grupların niceliğe dayanması
Suriye içindeki devrimci mücahid kadrolar, 1970-1980 arasında rejimle yaşanan ilk çarpışmalarda önemli ve seçkin üyelerini kaybettiler. Bu yüzden liderler, tabanlarını genişletmek için gayri nizami ve plansız örgütlenme yolunu açtılar. Nicelik, niteliğin önüne geçti ve bunun olumsuz sonuçları sonraki süreçte kendisini gösterdi. Mücadeleye katılanların çoğu sebat gösterme ve islami ilkelere uyma konusunda derinliğe sahip değillerdi. Hamaset ve savrulma en önemli özellikleri oldu.
İhvan-ı Müslimin açısından baktığımızda da, söz konusu dönemdeki ilk çarpışma sonrası başlayan olaylarla birlikte binlerce kişinin tutuklanmasıyla güç kaybı yaşadığını görüyoruz. Eğitim ve örgütlenme konusundaki önemli şahsiyetler ya tutuklandı ya da ülke dışına kaçmak zorunda kaldı. Bu durum rüzgarın önündeki savrulmaları da beraberinde getirdi. Böylelikle bazı mücadele eksenleri utanç verici ve üzücü badireler yaşadı.
İçerdeki şartlar, bu niceliğe dayanan örgütlenmenin olumsuzlukları artırdı. Bu toplulukların eğitimi ve şeri siyasi seviyelerinin artırılarak zaruri ve doğru olan hazırlığın önünü tıkadı. Dışarda ise İhvan, eğitim ve sayı açısından başarısız oldu. Yüzlerce unsur karargahta kalmasına rağmen askeri açıdan uğradığı başarısızlıkta bundan aşağı kalmadı. Liderler, islami dersler dışında davanın gerektirdiği eğitim programını uygulayamadı.
Askeri eğitim ise teoriden öteye gidemedi. Niceliğe dayanmaları rejimin örgütlerin içine ajanlarını ve işbirlikçilerini sokmasına yardımcı oldu.
Altıncısı; Mücahidlerin iç ve dıştaki propaganda araçlarının zayıflığı
Daha önce mücahidlerin insanların anlayacağı fikirleri üretmekte zorluk çektiğini açıklamıştık. Bunun sebebi bazı beyanlar istisna propaganda noktasında başarısız olmalarıydı. İnsanları kazanmak ve devrimci tabanı genişletmek için planlı bir propaganda çalışmasına sahip değillerdi.
Dışardaki İhvan liderlerinin içinde bulundukları durum onların yeterli propaganda çalışması yapamamasının sebebi oldu. Hama olayları da bunun üstüne tuz biber oldu diyebiliriz. Nezir[1] dergisinin yaptığı da bundan ibaretti. Haber propagandası, içerdekileri motive edecek fikir propagandasından daha fazlaydı.
Bu ihmalkarlıkların neticesini basireti olan herkes görebilir. Binlerce samimi insan olmasına rağmen bu saydığımız eksiklikler kanın sel gibi akmasına sebep olurken hiçbir şey kazanılamadı. Cihad propagandasındaki bu başarısızlık unutulmaz bir başarısızlıktı.
Yedincisi; Mücahidlerin kendilerine güvenmek yerine dışardan yardım beklemeleri
Bu hata içerde hareketi yönlendirenlerin tamamını mahvederken, dışardakileri de dağıttı. Sonrasında da sahadaki askerler ve Hama ve Şam’daki subayları da yok etti. Herkes Cihadı idare etmek için (Irak gibi) düşman civar güçlere dayandı. Böylelikle devrim uzadı ve maliyeti de arttı. Hama olduğu gibi dışardan gelen para, silah ve malzemeyle harekete geçildi ve olan oldu. Hama alınabilecek en büyük dersti. Devrimci cihadi ve kapsayıcı bir gerilla hareketinin üyelerini finanse etmek ve silahlandırmak konusunda kendisinden başkasına dayanması mümkün değildir. Bu hareketler, bütün açıklığıyla planlarını yapmak zorundadır. Aksi halde başkalarının elinde siyasi bir koza dönüşmekten kurtulamaz. Bu hatada devam ederse yok edilmesi kaçınılmazdır. Anlamakta geciktiğimiz sert bir dersle karşılaştık. İbret alanlar alsın.
Sekizincisi; Ülkeye uygun olmayan uzun süreli gerilla savaşına girişilmesi
Bir diğer stratejik hata da buydu. Ülkenin coğrafyası ve etnik, dini ve mezhepsel demografisine dikkatli bir bakış, durumu iyi tahlil ederek rejimin mezhepçi yapısına bakmak, bütün savaş usluplarına düşman olan bu rejimle doğrudan bir askeri çarpışmaya girişmemeye yeterdi. Bu rejim başkalarının tecrübelerinden önce kendi tecrübelerinden bile ibret almayarak aynı vahşi yöntemleri sürdürmektedir.
Rejimi yok etmek herhangi bir zamanda ve olaylar başladığında güç merkezlerini ve aktif şahsiyetlerini hedef almakla mümkündü. Bunu bazı başarılı operasyonlar da ispat etmiştir. Devlet başkanına yönelik iki başarısız suikast girişiminden sonra- meclisin patlatılması ve hava üssüne saldırı- durum iyice düğümlenmiştir. Mücahidler, kendilerini uzun süreli bir gerilla savaşına sürüklediler. Fakir ve küçük bir tarafla ülkenin kaynaklarını elinde tutan zengin bir taraf arasındaki savaş. Bu durum plansız ve stratejisiz hareketin bir sonucuydu ve burada bahsettiğimiz hazin derslerden bir başkası oldu.
Dokuzuncusu; Ülke dışında uzun süreli kalınması, destekçilerin yitirilmesi ve fertlerin dini, devrimci bağlılıklarının zayıflaması
Ülkeden ayrılmanın sebep ve şekilleri çeşitlenmiştir. Bir kısım zaruretten bir kısım kaçarak ülkeden ayrılmıştır. Herkesin farklı gerekçeleri vardır ve bu bizim konumuzun odaklandığı nokta değildir.
Mücahidlerin ülke dışına çıkmaları ve Irak, Ürdün gibi ülkelerde mülteci hayatı sürmeleri, meydanı tamamen körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Avrupa’ya terk etmeleri devrimi kitlelerden kopardı ve sonuç olarak maddi ve beşeri açıdan doğal hinterlandını kısıtladı. Böylelikle devrim küçülerek izole hale geldi. İç boğuşmalar her seviyede yaşandı. Askeri operasyonlarla kazanılamayan dış kaynaklı unsurların kaybedilmesi bu iç boğuşma şekillerinden biriydi. Bazı mücahidlerin sahadan koparak dışarda kalmaları bu iç boğuşmada rol oynamıştır…
Dışarda yaşayanlar sanki bu durum zaruri bir durum değil de esasmış gibi yavaş yavaş tertiplere giriştiler. İhvan-ı Müslimin liderleri büyük oranda bu acı verici durumun oluşmasının sebebiydi. Cemaatin birçok üyesini dışarda okumaya, çalışmaya ve evlenmeye yönelttiler. İşin kötüsü içerdekiler de büyük oranda bu işe bulaştılar. Genel yönelim, kurtulup dışarı çıkan her mücahidin istikrarlı bir hayat sürerek kendisini buna göre ayarlaması oldu.
Onuncusu; İslam alemi ve dünyadaki gerilla savaşlarından dersler çıkarmamak
Tarih tecrübe ve ilimle doludur. İnsani tecrübelerin tamamı hayatın her alanında faal olan bu varlığın İnsanlık birikiminin geliştirilmesidir. Ne savaş ne de devrim bundan tamamen ayrı değildir. Kuran ve nebevi sünnet de, bizden bu mantıki yönelime girerek tarihten ibret almaya ve bu ibretleri alabilmek için ilim talep etmeye yöneltmiştir.
Hama trajedisinden sonraki dönem bize İslam alemi ve dünyadaki devrimci tecrübeleri incelemek ve ibret almak için yeterli zamanı verdi. Müslümanların ve diğer toplulukların bizim geçtiğimiz hallerin benzerlerinde geçmesi ve bu konuda önemli kitap ve çalışmalar yazması araştırmaya değerdir. Eğer biz de bu tecrübeleri doğru bir şekilde okuyup ibret alsaydık belki bizde bu tecrübelerden faydalanırdık.
Ancak bu durum halkımızı diğer halklardan ayırt eden cehaletin bir şeklidir. Hiçbirimiz okumuyor ve incelemiyoruz. İşlerin çoğunluğu bedevi Arapların yöntemleriyle idare edildi. İstikrarsız ve içgüdüsel olarak. Halbuki Müslüman ve gayrimüslimlerin yaşadıklarında gayet büyük tecrübeler vardı. Üstelik bu tecrübeler yazılmış ve sınıflandırılmış olarak isteyen herkesin ulaşabileceği kadar göz önündeydi. Ancak hiçbirimiz okumadık ve bu tecrübeleri birkez de biz yaşamak zorunda yaşamak zorunda kaldık. Umarım bu yaşadıklarımızdan ders çıkarırız.
Onbirincisi; Örgütlere daimi birer set gibi yaklaşmak
(burada herhangi bir şey yazmamış)
Onikincisi; Dışarda bulunanların çalışmalarını aleni bir şekilde gerçekleştirmesi farklı ve kötü sonuçlar doğuran büyük bir hataydı. İçerde savaşı gizli bir örgüt gibi sürdürürken dışarı çıktığımızda tamamen aksi yönde değiştik. Bunun sebebi neydi? Neredeyse bütün örgütler dışarıda aleni çalışan yapılanmalara dönüştü. Doğal olarak aleni olarak çalışan bu örgütler, bizim gibi gizli çalışma yürütenleri misafir etmek istemediler ancak biz zaten açıktan yapılan bütün bu işleri çoktan aşmıştık.
Sayımızı, üyelerimizin isimlerini, niyetlerimizi ve planlarımızı açıklamak.. Ürdün ve Irak’taki İhvan-ı Müslimin liderleri bu konuda sınırları çok aştı. Aynı şekilde başka yerlerde de Suriye’den kaçıp gelen unsurlar gizlilik ilkesinin çok uzağında kaldı. En tehlikeli sırlar ve iç sorunlar takip edildiği bilinan telefonlarda konuşulur oldu.
Cinnet hali alıp başını gitmişti. O dönemde hiçkimse bir başkasının fikrine önem vermiyordu. İşte bu şekilde kendimiz ve hakkındaki en detaylı bilgileri düşmanlarımıza kendi ellerimizle verdik.
Düşmanlara her şeyimizi bildirdik burada tek tek saymaya gerek yok. Böylelikle düşmanlarımız bizi nasıl kuşatacaklarını ve nasıl boğacaklarını bildiler. Bazı dönemlerde Suriye, Ürdün ve Irak arasındaki güvenlik koordinasyonu artık hiçbirimizden korkmamaya başlamıştı. Bir başka açıdan ise bu yöntemimizle civar ülkelerdeki İslami örgütlere de büyük zarar verdik. Söz konusu ülkelerin istihbarat birimleri bu sayede dinci, terörist, radikal gibi isimlerle nitelendirdikleri İslami örgütler hakkında eşsiz bir ders aldı ve onlarla nasıl savaşacağını ve nereden vuracağını akranı olan bir yapılanmayı görerek öğrendi.
Onüçüncüsü; Harici Askeri gücün yetersizliği ve düşmana karşı caydırıcılığın olmaması
İçerdeki doğrudan muhatapların dışarda bir askeri çalışma yapmayı düşünecek vakitleri olmadı. Ancak dışarı çıktıkları zaman bu konu üzerinde kısmen düşünüp sonuçta hiçbir şey yapmadılar. Ancak İhvan, bu amaçla bağımsız bir mekanizma kurduklarını iddia ettiler ancak bu mekanizma da böyle bir işe niyetli olmadıkları için işleyemedi.
Bütün mekanizmalara yaşlıların hakim olması, henüz oluşum aşamasındayken çöküşüne neden oldu. İşlerin başında bulunanların yetersizlikleri, rejimi bize karşı cesaretlendirdi ve bizi kuşatma altına alarak, içimize sızma konusunda cesaretlendirdi. Çeşitli zamanlarda liderlerimizi gözetlemek için suikast timlerini üzerimize yönlendirdi. Bununla da yetinmeyerek dışardaki elemanlarımızı bütün dünyanın gözü önünde öldürmeye yeltendi. Buna karşılık düşmanı caydıracak herhangi bir adım atamadık. Savaş alanı Suriye’ydi doğru ancak dışarda da bir caydırıcılığımız olmalıydı ve bunu yapamadık.
Öte yandan, çoğu Arap ve İslam ülkelerindeki rejimler ve diğerleri düşmanımıza maddi, manevi ve istihbari destek vererek bize saldırdı. Bu desteğin bizi katliam ve yıkımlarla uğraştığımız bir dönemde gelmesi de onlar için yeterli oldu. Arapların petrol paraları Nusayri Aslanımıza (Esed) yağıyordu ve o da bu paraları ümmetimizin evlatlarının göğüslerine sıktığı birer kurşuna ve hapishanelere çeviriyordu. Körfez imamlarının tamamının kafir olduğunda birleştiği Nusayri rejimine körfez ülkelerinden milyarlarca dolar aktı. Ancak maslahatlar.. Bu durum tehditle de olsa çözüme muhtaçtı ama çözülemedi. Dengeler ve cihada katkı sunmayan maslahatlar vardı. Tezatlar böylelikle ortaya çıkıyordu ve bundan çıkarılacak ders mücahidlerin caydırıcılığının olmamasıydı.
On dördüncüsü; Rejimin bizim tarafımızdan ya da başkaları tarafından yıkılmasından sonraki duruma dair bir tasavvura sahip olmamamız
Bu durum, hazırlıksız bir planlamanın ya da plansızlığın sonuçlarındandı. Bazıları uluslararası bazıları bölgesel ve bazıları yerel birbiriyle çatışan amiller üzerinde hakimiyet kuran bir rejime karşı mücadele ediyorduk. Bizim ya da başkalarının çalışmalarıyla bu rejimin yıkılması mümkündü. Böyle bir durumda planlanmamış ve hesapta olmayan yeni şartlar oluşabilirdi. Ancak planlamayı bilmeyenler rejimin yıkılmasından sonrasını nasıl düşünebilirdi ki? Yine de bu durum dikkate alınması gereken başka bir derstir. Sürpriz bir devrimin ardından tavrımız ne olacak? Komşularla ilişkilerimiz? Gruplarla ilişkilerimiz? Cemaatlerle ilişkilerimiz? Bunların hiçbirine dair hesabımız yok.
On beşincisi; Alim ve samimi entelektüellerin etrafında toplanmamak ve onlardan faydalanmamak
Bu hata çift yönlüydü. Hem mücahidler hem de alimler bu hataya düştü. Alimler, bu fikirden uzaklaşarak gönüllü olarak özellikle Suudi Arabistan’a uzlete çekilirken, sanki kendilerini ilgilendiren hiçbir şey yokmuş gibi meydanı kendi haline ve hatta yeterli olmayan ve kendilerini alim sananlara bıraktılar. Bu kişiler, İslami-Cihadi hareketlerin liderliğine oynayarak bu hareketlerin ihtiyaç duyduğu fetva ve yönlendirmeleri bunlar yaptı. Aynı şekilde mücahidler de bu işe yeterince önem vermediler alimlere kendi görüşlerini teyit ettirmek için gittiler. Böylelikle iki taraflı bir ihmalkarlık oldu. Alimlerin çabalarına ihtiyaç duyulurken sahada faal hiçbir alim kalmadı. Alim ve sahada çalışanların çabaları birleşmeliydi. Samimi ve entelektüel alimlerin. Ancak bu durum olmadı. Bu yüzden çalışmalar etkisiz kaldı ve gafiler bu boşluktan yararlanarak etkili oldular. Umarım ki zaman bu hatayı gidermek için yeterli olur.
On altıncısı; Kürt aşiretler dahil ülkedeki İslami çevrelerden yeterince istifade edilememesi
İslam devrimi tabiatiyle kapsamlı hedeflere sahip, bu ülkede yaşayan bütün Müslümanları ilgilendirir. Davetin genişlemesi asıl olandı ancak bu merkezi bir davet olmalıydı afaki değil. Ancak davet dikkatini şehirlere verdi ve sınırlı toplumsal alanlarda var olarak sahanın tamamına yayılamadı. Bu durum cihadi hareketin kendisine de olumsuz yansıdı. Mücadeleye dahil edilebilecek önemli kesimleri ihmal etti. Bu kesimlerin başta kırsaldaki kesimler olmak üzere tamamı Müslümandı ve İslama bağlıydı. Bedevi aşiretler ve kuzeydeki Kürt aşiretleri gibi. Mücahidler bu kesimleri kazanmakta başarısız oldu üstelik devlet, zorlayarak, tehditle ya da çıkar vadederek bunları kendisine bağladı. Böylelikle Kürt kardeşlerimiz dahil birçok kesim yok sayılan kimliklerini ispat etmek için fasit fikirlerin peşinden sürüklendi. Ve güçlü bir toplumsal desteği kaybettik. Bu da sahayı anlamak ve idare etmek konusunda önemli bir ders oldu.
On yedincisi; İslami davet oluşumlarının kendisini müdafaa etme ve direnme gücüne sahip askeri oluşumlara dönüştürememek
İslami davet örgütlerindeki kardeşlerimizi ilgilendiren en önemli derslerden biri bu olabilir. Evet, savaş sürpriz bir şekilde başlamış olabilir ancak başta liderler olmak üzere İslamcıların büyük çoğunluğu bir gün bu savaşın yaşanacağını ve bundan kaçış olmadığını biliyordu. Ancak bu azametli liderlerin hiçbiri gerekli hazırlığı yapmadı. Böylelikle çoğu kişi tutuklandı. Kendisini savaşçı olarak yetiştirenler başarısız oldu. Bu başarısızlık camilerdeki barışçıl davete de sirayet etti. Başarılı imamlar ve şeyhler, general olunca başarısız oldu.
Cihad ve Allah yolunda ölme sloganlarını yükselten örgütlerin onlarca yıl eğitim karargahlarını terketmesi ve silah taşımaktan aciz olması oldukça gariptir. Bunlar, zayıf ve kuzu gibi topluluklardı ve kısa sürede kasap üzerlerine geldi. Geçen birkaç yıl sürpriz bir durum karşısında doğru askeri örgütlenmenin imkansızlığını ortaya koydu. Bu da bir ders oldu. Cihad davası iddia eden bütün örgütler için yapısını ve ne kadar hazır olduğunu yeniden gözden geçirmeleri için bir ders. Bu dersi almaları gerekiyor ki böyle bir durumda binlerce insani kurban vermeyelim.
On Sekizincisi; Bütün bu acı verici derslere rağmen aldığımız bazı ibretler de vardı;
Olaylar, Müslüman toplumların devrim saflarında saf tutmasının mümkün olduğunu gösterdi. Tuğyana karşı mücadele gücü olduğunu gösteren fedakarlıkların ortaya konulması şartıyla tabi ki. Bir buçuk senedir devam eden Cihad, yüzbinlerce Müslümanın özgürlük, rejimin düşmesi ve zulme karşı savaşmak için silah talebiyle sokaklara dökülmesine şahitlik ediyoruz. Hama tecrübesi, binlerce Müslümanın cihad çağrısına uyduğunu ve mücahidlerle birlikte rejime karşı savaştığını ortaya koydu.
Olaylar, halkımızın zeki bir halk olduğunu da ortaya koydu. Hızla bağrından samimi mücahid liderler çıkardı. Liderlik yapabilecek harika oluşumlar ortaya çıktı. Samimi mücahidler, bu halkın kendisine karşı zulmetmeye alışmış sömürgecilerin valisi olan rejime karşı islami ahlakla direnebileceğini gösterdi. Kahraman şehitlerimizin yazdığı destanlara bakmak bunu teyid ediyor. Allah hepsine rahmet etsin.
[1] Nezir dergisi, Suriye İhvanına bağlı bir dergi.