Halid Hoca ile Röportaj
Röportajı gerçekleştiren: Kutluhan Görücü ve Ömer Özkizilcik
Türkmen asıllı olan Halid Hoca, 1965 Şam doğumludur. 1979 yılında babası Salih Hoca’nın Hafız Esed döneminde hapse atılmasına müteakip Halid Hoca da 15 yaşında hapse atıldı. Çıktıktan sonra Libya’ya amcasının yanına giden Hoca, liseyi Libya’da üniversite eğitimini ise İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde Tıp Fakültesinde aldı. Üniversitenin ardından Türkiye’de doktorluk yapan Hoca, 2011 yılından sonra Suriye muhalefeti içerisinde yer aldı. Hoca, 2015 yılında SMDK başkanlığına seçildi. Mart 2016’da ise görevinden ayrıldı.
Soru: Özellikle size son dönemdeki siyasi gelişmeleri sormak istiyoruz. ABD’nin çekilme kararını siz nasıl değerlendiriyorsunuz ve Fırat’ın doğusu ile ilgili nasıl beklentileriniz var?
Cevap: İlk önce Suriye rejimi özellikle kuzeyde otoritesini kaybettikten sonra ABD muhalefete destek vereceğini açıklamıştı ve hatırlıyorsanız ABD liderliğinde Suriye Dostları grubu oluşturulmuştu. Ancak ABD maalesef bu şemsiyeyi kullanarak muhalefete destek vermek yerine kuzeyde alternatif bir yapı kurmaya başladı. O daha sonra Demokratik Suriye Güçleri adı altında bir askeri yapıya dönüştü ve siyasi yapıyı da resmen PYD’nin liderliğine devretmişti. O yüzden 2011 yılı sonlarından beri, Türkiye’deki çözüm sürecini de kullanarak, Türkiye’den Suriye’ye geçen PKK unsurlarından da yaralanarak oradaki YPG’yi oluşturdu ve o yapıya ciddi bir yatırım yaparak muhalefete yardım adı altında oradaki kantoner yapıyı destekledi. Bu yüzden Trump’ın çekilme kararını ben şahsen ABD’nin ya oradaki yapıyı Ruslara devredecek ya Esad’la bir şekilde anlaşarak kurduğu kantoner yapıyı koruyarak devam ettirecek Ya da Pentagon’un oradaki yapıyı koruyarak kendi askeri varlığını sürdürmesi yoluna gideceği şeklinde okudum. Nitekim Pentagon’un isteği de daha ağır basmış görünüyorki çekilmenin yavaş olacağı Trump tarafından açıklanmış oldu. Bu da dediğim gibi aslında direkt bir çekilme değil . ABD, PKK uzantısı olan YPG’yi koruyacak bir şekilde siyasi bir anlaşma olduğu zaman, yaptığı yatırımı değerlendirerek masada güçlü olmak istiyor.
Soru: Yani siz Türkiye’nin operasyon yaparak bu varlığı dağıtamayacağını çünkü ABD’nin engel olacağı şeklinde mi değerlendiriyorsunuz ya da ABD, Rusya veya rejim bir şekilde anlaşarak bu SDG’yi Esad rejiminin bir parçası mı yapacak?
Cevap: Hayır şimdi şöyle, Türkiye de aslında Suriye sahasına tek başına bir aktör olarak girmedi, bu şekilde de nüfuz alanını genişletmek istemiyor. Büyük oyuncularla yani Rusya’yla ya da ABD’yle anlaşarak devam etmek istiyor. Sonuçta kendi müttefiklerinin iradesine rağmen Türkiye orada bir operasyon yapmak istemiyor. Müttefiklerle anlaşarak bir şekilde ikna ederek terörist yapıyı ortadan kaldırmak istiyor. Burada Türkiye için önem teşkil eden iki yapı var. Hem PKK ve uzantısı olan YPG hem de Daeş ve diğer el-Kaide unsurları. Hepsi Türkiye için önemli bir tehdit . Fakat bunu tek başına çözme yoluna gireceğini düşünmüyorum.
Soru: Peki bu bağlamda Trump’ın DAEŞ’le mücadeleyi Türkiye’nin devralacağını açıklamış olmasını nasıl görüyorsunuz? Geri adım mı söz konusu
Cevap: Hayır, unutmayalım ki DAEŞ’e karşı mücadeledeki koalisyonda Türkiye’nin lojistik bir destekle katılımı vardı. Nitekim el-Bab’a da o kapsamda girdi. Bu yüzden Türkiye için, burada DAEŞ’e karşı mücadeledeki koalisyonda hiç olmadığını söyleyemeyiz. Baştan beri vardı ve Lojistik destek de veriyordu. Yalnız şu anda dediğim gibi Türkiye’nin hassasiyetleri söz konusu çünkü açık bir pozisyon var. ABD’nin müttefik saydığı yapı Türkiye’nin terörist saydığı bir yapı. YPG veya PKK… Ve ABD de bunuların müttefik olduklarını dile getirmekten çekinmiyor, sürekli söylüyorlar bunu . Suriye muhalefetine de söylüyorlardı. Türkiye’ye karşı da aynı retoriği dile getiriyorlar. Türkiye burada ABD’yi biraz daha zorlayarak DAEŞ’e karşı mücadelede bu yapıyı kullanmak yerine Türkiye’nin bu konudaki kazandığı tecrübeye güvenilmesi savını dile getiriyor. Ve nitekim Trump buna ikna olmuştu . Zaten Trump Suriye’de çok daha fazla kalmak istemiyor. Hatırlıyorsanız 2017’nin Eylül ayında Ruslarla Vietnam’da vardığı anlaşmaya göre Suriye’deki siyasi çözüm anayasal reform yaparak ve daha sonra seçimlere giderek olabileceği dile getirildi . Suriye’deki çözümü o şekilde gördüler ve ondan sonra Trump çekilmeyi Suriye’den düşündüğünü birkaç defa dile getirmişti ancak Pentagon şimdi olduğu gibi her seferinde engel oldu.
Soru: Peki, anayasa komisyonu demişken, geçen Cenevre’de Türk Rus Ve İran heyetleri anayasa komisyonunun bu sene başında çalışmalara başlayacağını ifade etti. Oradaki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne tür sıkıntılar var? Ya da neler doğru ya da yanlış gidiyor? Bu sene içerisinde bir gelişme bekliyor musunuz?
Cevap: Benim şimdi şahsi kanaatim bu anaysa komisyonu meselesi tamamen Rusya’nın güdümünde olan bir yaklaşım. Putin başından beri Suriye’de hiçbir şekilde ne rejim değişikliği ne de anayasal değişiklik istiyor. Burada, Astana sürecinin başında da Astana’ya katılan muhaliflerin, ÖSO temsilcilerine sunulan değişiklikler de Moskova’nın ön gördüğü değişikliklerdi. Ön gördüğü değişiklik de şu: 2012 anayasasını yani Beşar Esad yönetiminde gerçekleşen 2012 anayasayı muhalefetin de katılımıyla reforme ederek tekrar yeni anayasa olarak sunulmasını istiyor. Bu anayasaya göre Putin Beşar Esad’ın da seçimlere katılabileceğini söylüyor. Putin’in öngördüğü şey bu. Astana sürecinde gösterdiği yaklaşım da bu. Amerikalılar ile müzakere ettiğinde gösterdiği yaklaşım da bu. Bu yüzden ben açıkçası bu Amerika ve Rusya anlaşmasına göre varılan sonucun Suriye’ye istikrar getireceğini düşünmüyorum. Nitekim bunun öncesinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan kararlar var. 2118 sayılı karar ve daha sonrasında ona dayanan 2254 sayılı karar, rejim değişikliğini öngörüyor. Yani eğer Suriye’de bir istikrar gerçekleştirmek istiyorsak önce bir geçiş dönemi olması gerekiyor. Geçiş döneminden sonra taraflar masaya oturur ve gerekli olan, geçiş adaleti , ulusal Barış , anayasa değişikliği, yeniden inşa, teröre karşı mücadele ve seçim gibi önemli ve öncelikli olan dosyalarda müzakere ile anlaşmaya varırlar. Ama Putin’in yaptığı; istikrar içim en öncelikli dosya olan siyasal geçiş dosyasının üstünden atlayarak ve diğer öncelikli dosyaları bir kenara iterek anayasa değişikliğinden başlamak ve bu şekilde devam etmektir . Şu anda anayasa komitesinde de bir sıkıntı var. Yani Rejim kendi adamlarının anayasa komitesinde ağırlıklı olmasını ve başkanlık yapmasını istiyor. Rusya da buna ses çıkarmıyor, Birleşmiş Milletler ise buna engel oluyor. BM sunulan listeyi şu ana kadar kabul etmedi. Bu yüzden şu anda anayasa komitesinin isimleri açıklanmadı. 2018’in sonunda, de Mistura kendi raporunu Guterres’e sunarken bu sıkıntıyı dile getirdi. 2019’da şu an Geir Pedersen adında yeni bir BM temsilcisi var. De Mistura’nın bıraktığı yerden mi devam edecek yoksa farklı bir yaklaşım mı gösterip tekrar Cenevre Süreci’nin durduğu yerden mi başlayacak onu göreceğiz.
Soru: Peki, bu bağlamda siz siyasal geçişi vurguladınız ama şu an bilfiil olarak özellikle BAE olsun Bahreyn olsun bir de Arap Birliği konuşulmaya başlandı. Esad rejimi ile diplomatik ilişkileri tekrar kurduklarını görüyoruz. Burada siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz ve geçiş sürecinin hala Esadsız olabileceğini mümkün görüyor musunuz?
Cevap: Şöyle ki aslında karşı devrim ekseni dediğimiz eksen Sisi’nin iktidara darbeyle gelmesiyle beraber çok net belirdi. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve bu üç ülkeyle beraber Ürdün nispeten var Bahreyn ise Suudi Arabistan’ın uydusu olarak tavır alıyor. Ama bu üç ülkede hem Suriye Dostlar Grubu’nun çekirdeğinde de mevcut olan hem de devrim karşıtı ve rejim değişikliği istemeyen ülkelerdir . Hem Suriye muhalefetine destek vereleri hem de rejim değişikliğine karşı olmaları oksimoron bir durumdu . 2014 yılından sonra bu çok net şekilde belirdi ve bunların rejime doğru yanaştığını bizler de gördük. Bu yüzden şu an tekrar rejimi Arap Birliği’ne kazandırma çabaları, BAE, Ürdün, Suudların tavrını garip görmüyoruz. Çünkü çok net şekilde şu an Sudan’da olan halk hareketlenmelerinin karşısında da aynı eksenleri görüyoruz. Bu yüzden şu an Ortadoğu’daki değişikliği çok iyi görmek lazım. Uzun vadeli görmek lazım. Esad konusuna gelince de aynı şekilde bu diktatör rejimlerle istikrar gelmeyeceğini bilememiz gerekiyor. Bu rejimler kaldığı sürece ancak kaotik ortam devam eder. Halk ile bu rejimler arasındaki ip kopmuş durumda. Yemen’deki, Libya’daki kaotik ortam kalsın diyenler yine bu karşı devrim eksenini oluşturan rejimlerdir. Libya’da meşru hükümete karşı Hafter’i desteklediler, Yemen’de ilk başta Husileri müslüman kardeşlere yakınlığı ile bilinen Islah hareketine karşı desteklediler, sonra Husilere karşı devrik Başkan Ali Abdullah Salih’i desteklediler şimdi de Islah hareketine tekrar sığındılar . Şu anda Tunus’ta da aynı şeyleri görüyoruz. Yeter ki halkın arzuladığı onurlu yaşama ve özgürlükçü, demokratik ortam oluşmasın. Çünkü bu domino etkisi devam edecek sıra kendilerine geleceğini biliyorlar. Olay bu kadar basit. Sorunuzun cevabına gelince bunu farklı bir yaklaşımla cevaplamak istiyorum. Esad’lı bir Suriye mevcut kaotik ortamı ve uluslararası oyuncuların müdahalesine açık parçalanmış bir Suriye’nin devamı demektir .
Soru: Peki, siz şimdi devrim karşıtı koalisyondan uzun uzun bahsettiniz ama yüksek müzakere heyeti Riyad’da oluşturuldu. Bunun ikisini nasıl beraber görmek gerekiyor?
Cevap: Aslında muhalefetin Türkiye’de başlayıp Riyad’da bitmesinin de uzun bir hikayesi var. Biliyorsunuz Muhalefet biliyorsunuz Türkiye’de oluştu ve tamamen milli çizgideydi. Suriye Dostları Grubu’nun çekirdeğinde olan ülkeler(Suudi Arabistan, BAE, Ürdün ve Mısır) sürekli müdahale ederek muhalefete şekil vermeye başladılar, başka bir tabir ile sulandırdılar. Türkiye ve Katar’ın desteğinden çekip kendilerine doğru çekmeye başardılar. Buna da Rusya, ABD, AB gibi uluslararası oyuncular da müdahil oldu.Yüksek Müzakere Heyeti şeklinde bir yapı kurup böylece merkezi Türkiye’den Riyad’a çekmiş oldular. Yüksek Müzakere heyeti şu an sulandırılmış halde göreve devam ediyor. Türkiye’de kalan Suriye Ulasal Koalisyonu ise pasifleştirildi .YMH oluşturulduğunda ilk başta %70 civarında devrimci askerler ve siyasilerden oluşan , Cenevre çizgisini ve geçiş sürecini öncelikli gören bir muhalefet ilken şimdi Rusya, BAE, Mısır gibi ülkelerin müdahalesiyle çok farklı bir şekil almış durumda . Durum böyle olunca ben de dahil birçok siyasi figür çekildi. Birçok siyasi figür artık muhalefetin farklı bir yol aldığını düşünüyor, devrimin öncelik gördüğü dosyaları karşı devrimci eksenin isteği üzerine hasıraltı edildiğini ve şu an Rusya’nın güdümünde olan bir muhalefet olduğunu görüyoruz.
Soru: Bu bağlamda Astana sürecine olumlu yaklaşmıyorsunuz. Basına verdiğiniz demeçlerden bir devrimci hareketin çok demokratik olduğunu ve devrim sürecinin bu şekilde manipüle edildiğini söylüyorsunuz. Devrimin elit bir kadrosu olması gerektiğini ve bunun hem sahada hem siyasi alanda olması gerektiğini söylüyorsunuz. Sizce Suriye muhalefetinde bir devrim eliti oluşsaydı bugünkü tablo değişir miydi ve Astana sürecine de bu bakımda değinebilir misiniz?
Cevap: Benim başkanlığım döneminde ben şunu dile getirmiştim. Devrim üç ayak üzerinde durur. İlki askeri mücadeledir. Çünkü artık askeri bir mücadele başlamış Özgür Suriye Ordusu diye bir ordu oluşturulmuş Suriye Halkı Dostları tarafından tanınmış bir ordu vardı. İkincisi de Suriye Ulusal Koalisyonuydu. 120 ülke tarafından tanınmış , ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin dâhil birçok ülkeye koalisyon tarafından resmi ziyaretler gerçekleştirildi ve koalisyon yetkilileri dışişleri bakanı nezdinde, ulusal güvenlik danışmanı nezdinde ve devlet başkanı nezdinde karşılandı . O yüzden tanınmış ve meşru bir muhalefet karşımızdaydı. Üçüncü olarak halk ayağı vardı. STK’lardan oluşan veya kucaklayıcı zemin dediğimiz kurtarılmış bölgelerdeki halk kitlesi bu muhalefete destek veriyordu. Benim o zamanki projem muhalefetin bu üç ayak üzerinde birbirleriyle koordineli bir şekilde çalışmasıydı. Elitlerin, ÖSO, siyasi hareket ve kucaklayıcı zeminin bir arada olması gerektiğini savunuyorduk ve çalışmalarımızı bu şekilde yürüttük. Ancak Astana süreci farklı yön aldı. Astana Süreci’nde aslında Putin’in amacı şuydu: Siyasileri bir kenara iterek direkt sahadaki askeri grupların liderleriyle görüşüp içerde alan kazanmaktı ve bunun için birçok enstrüman kullandı. Bazen destek ,bazen tehdite başvurdu. Bölgeleri kuşatıp bombardımana tuttu. Sonuçta bir şekilde askeri liderleri masaya getirebildi ve siyasileri tedricen uzaklaştırdı. Askerler maalesef siyaseti bilmedikleri teker teker bölgelerinden oldular. Güneyden kuzeye doğru, Şam dâhil göç ettiler. Topraklarını teslim ettiler. Şu anda Astana Süreci’nin geldiği nokta Putin’in istediği nokta. İlk başta ön gördüğü Suriye’deki değişim anayasal bir değişimdir. İktidar kalır, rejim kalır, anayasa reformu yapılarak Esad’ın meşruiyetini tekrar kazandırarak Esad’ı seçimlere tekrar sokmak amacıydı. Rusya bunu büyük oyuncularla veya Türkiye gibi bölgesel oyuncularla bir pazarlık aracı olarak da kullanıyor. Türkiye , baştan beri Suriye muhalefetinin meşru taleplerine destek veriyor.Her ne kadar Astana sürecinde Rusya ile beraber hareket etse de sayın cumhurbaşkanı Esad noktasındaki ısrarını sürekli dile getiriyor. Esad’lı bir Suriye olmaz. Bazen bunu İngilizler de dile getiriyor. Ama Amerikalılar uzaktan izliyor çok fazla bu durumla ilgileniyor gibi gözükmüyorlar. Daha önce yine bir çekilme kararı söz konusu olmuştu ve YPG’liler ABD’nin da müsaadesiyle hemen Şam’a anlaşmaya gitmişlerdi. Bu durum çok Amerikalıların umurunda değil ancak Türkiye’yi ilgilendiriyor. Türkiye kesinlikle güney komşusu Suriye halkının istikrarlı olmasını istiyor. Suriye halkına hem siyasi hem insani hem askeri olarak destek verdi ve bu desteğini sürdürüyor. Türkiye’nin bu noktada çok zorlu bir görevi var. Hem işgalci olan Rusya’yı ikna ederek muhalefete alan açmak istiyor hem de Amerikalılar ile anlaşmaya vararak terör örgütlerini sınırları üzerinden yok etmek istiyor. Fakat dediğim gibi asıl oyunu Ruslar ve Amerikalılar kuruyor.
Soru: Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Cevap: Yoktur, çok teşekkür ediyorum.