Yorum
Türkiye’nin Suriye Politikası ve 2023 Senaryoları Kutluhan Görücü   Can Acun  
Suriye için 2022’inin geçmiş yıllara nazaran daha istikrarlı bir yıl olduğu söylenebilir ancak Rusya-Ukrayna Savaşı’nın meydana getirdiği jeopolitik etki, Suriye’yi de derinden sarstı. Rusya’nın görece askeri güçlerini Suriye’den Ukrayna’ya kaydırması, İran’ın kendi iç işleriyle meşguliyetinin artması, Biden yönetiminin Suriye’ye olan ilgisizliği Türkiye’nin elini özellikle sahada güçlendirmiş durumda. Yine de çok aktörlü Suriye sahasında, tarafların büyük bir hamle yapmadığı görüldü. 2022, 5 Mart Mutabakatı’nın sağladığı ateşkes ile birlikte Suriye savaşında toprak değişiminin yaşanmadığı ikinci yıl olarak kayıtlara geçti. Bahar Kalkanı Harekatı (BKH) ile Türkiye’nin rejim ile muhalifler arasında inşa ettiği askeri denge, bugün de geçerliliğini koruyor. Muhalifler Türkiye’nin desteğiyle mevcudiyetlerini korurken, Suriye rejimi ise özellikle ekonomik açıdan ciddi bir çöküş yaşıyor. PKK/YPG bölgelerinde ise ABD himayesi devam ederken, terör örgütü temelli tehditler devam etti. Türkiye’nin nüfuzu altında Suriye Milli Ordusu (SMO) tarafından kontrol edilen bölgelere PKK/YPG tarafından saldırılar, görece azalmış olmakla birlikte sürüyor, yine terörist unsurlar Türkiye içine sızarak İstanbul ve Mersin gibi şehirlerde terör eylemleri de gerçekleştirdiler. 2023 için öne çıkan en önemli iki başlığın Türkiye ile rejim arasındaki normalleşme süreci ile Türkiye’nin PKK/YPG’ye karşı muhtemel askeri operasyonu olduğu söylenebilir. Bunun yanında bir diğer konu olarak İdlib ateşkesi bağlamında HTŞ’nin Afrin hamlesi sayılabilir. Türkiye ile rejim arasında istihbarat seviyesinde devam eden görüşmeler, ileri bir seviyeye taşınmak isteniyor. Öte yandan Türkiye, Irak ve Suriye’yi kapsayacak şekilde gerçekleştirdiği Pençe-Kılıç Hava Harekatı sonrasında Suriye’ye yönelik kara harekatını da içeren askeri operasyon seçeneğini dillendirmeye başladı. Haziran’da SMO içerisinde çatışmalara taraf olan ve Cinderes’e giren HTŞ, Ekim’de de Afrin’e girerek şehirde kontrol sağladı. HTŞ’nin büyük ölçüde geri çekilmesiyle sorun şimdilik çözüldü. Ancak gelecekte HTŞ’nin tekrar geri dönebilmesinin önünde belirgin bir engel bulunmuyor. Türkiye’nin Muhtemel Askeri Operasyonu BKH’nin İdlib sahasında sağladığı denge, 2023’te Suriye’de muhtemel askeri hareketliliğin daha ziyade Türkiye/SMO ile PKK/YPG arasında olabileceğini göstermektedir. BKH’den bu yana Suriye sahasında toprak değişiminin yaşanabilmesi, Türkiye’nin PKK/YPG’ye karşı askeri operasyon kararı almasıyla gerçekleşebilirdi. Türkiye, 2021’den bu yana da söz konusu seçeneği sürekli dillendirdi. İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen terör eyleminin ardından Türkiye’nin düzenlediği Pençe-Kılıç Hava Harekatı, kara harekatının habercisi olarak algılandı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu doğrultuda açıklamalar yaptı. Daha da ileri giderek, ilk olarak hedef bölgelerin Tel Rıfat, Münbiç ve Ayn el Arab olduğunu ifade etti. Geçtiğimiz Haziran’da ise Tel Rıfat ve Münbiç olduğunu belirtmişti. 23 Kasım’da gerçekleşen açıklamaların ardından bir ay gibi bir süre geçmesine rağmen Türkiye ile Rusya arasında görüşmeler sürüyor. Öte yandan Rusya PKK/YPG’yi Tel Rıfat, Münbiç ve Ayn el Arab gibi bölgeleri rejime bırakması yönünde ikna etmeye çalışıyor. Ancak sonuç alamadığı da biliniyor. ABD ise askeri operasyona tamamen karşı çıkıyor, geçmişte olduğu gibi. Ancak Tel Rıfat bölgesi burada ayrışıyor. Çünkü ABD, resmi olarak o bölgenin SDG’ye bağlı olmadığı görüşünde. Buna karşı Münbiç ve Ayn el Arab ise 2019’da yapılan mutabakata göre, Türkiye’nin operasyon gerçekleştirmesi halinde ABD’nin yaptırım bölgeleri arasında yer alıyor. Diğer yandan Rusya ise Türkiye için operasyon alanı olarak Ayn el Arab’ı (Kobani) gösteriyor. Nitekim Rusya’ya göre Tel Rıfat ve Münbiç rejim kontrolünde. Keza Rusya Savunma Bakanlığı da haritalarında söz konusu bölgeleri bu şekliyle tanımlıyor. Ayn el Arab (Kobani), Barış Pınarı Harekatı ile Fırat Kalkanı Harekatı bölgeleri birleştirmek, Süleyman Şah Türbesi’nin eski yerine taşınması, PKK için sembolik ve psikolojik önemi bakımından öne çıkıyor. Ancak Ayn el Arab’a yönelik operasyon, ABD’nin yaptırım tehdidi gibi riskleri içerisinde barındırıyor. Bu nedenle ilk etap için Tel Rıfat dillendiriliyor. Türkiye ile Suriye Rejimi Arasında Muhtemel Normalleşme Süreci Türkiye’nin BKH ile birlikte İdlib’te rejim lehine olan askeri durumu değiştirerek ateşkesi sağlaması, Suriye’de yeni bir dengeyi beraberinde getirdi. Bu denge, askeri olarak sahaya ateşkes imkanı sağlasa da diplomasi sahasını değiştirmedi. Devam eden süreçte rejim, Cenevre’de süren anayasa görüşmelerini fiilen dondurmuş oldu. Bununla birlikte rejim, Arap dünyası ile belirli bir görüşme trafiği yakaladı. Normalleşmenin adımları atılmaya çalışıldı. Türkiye ile rejim arasındaki normalleşmeye yönelik ilk resmi mesaj, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan geldi. 11 Ağustos’ta Çavuşoğlu’nun “Muhalefetle Suriye'deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Aksi takdirde kalıcı barış olmaz.” ifadeleri normalleşmenin ilk adımları olarak kamuoyunda yankı buldu. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar’da Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile görüşmesinin ardından “Beşşar Esed ile de görüşebilirim” açıklaması, Türkiye’nin rejim ile ilişki tesis etme niyetlerinin sahiciliğini açıkça göstermiş oldu. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı son açıklamayla Türkiye, Rusya ve Suriye arasında üçlü bir mekanizmanın kurulabilme ihtimalini ortaya koydu. Nitekim Aralık sonunda Savunma Bakanı Hulusi Akar ile MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Rus ve Suriyeli mevkidaşlarıyla Moskova’da gerçekleştirdiği görüşme de bu opsiyonun hayata geçirilmeye başladığını gösterdi. Öte yandan, Türkiye’nin rejim ile normalleşme ya da ilişki tesis etme niyetleri ortaya konsa da rejim tarafında temkinli bir yaklaşımın olduğu görülüyor. Rejimin, Türkiye’deki muhalefetin kendisine olan aşırı pozitif yaklaşımından güç alarak, seçim öncesinde Türkiye ile ilişkileri normalleştirme yönünde bir adım atmaktan uzak durduğu anlaşılıyor. Suriye’de PKK/YPG ile mücadele, siyasi çözüm ve Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü, Türkiye açısından kritik konuların başında geliyor. Türkiye konu başlıklarını belirlese de “rejim bu başlıklara dair ne vaat edebilir” konusu, tartışmaya oldukça açık. PKK/YPG’nin ABD şemsiyesi altında olduğu, Rusya’nın PKK/YPG yönelik askeri hamlelere karşı pozisyon aldığı, Esed rejiminin ise PKK/YPG'lileri Suriye ordusuna entegre etme gibi bir arayış içinde olduğu düşünüldüğünde, ortak bir pozisyon üretmek çok zor görünüyor. Suriyelilerin geri dönüşü hususunda ise Ürdün ve Lübnan örneklerinin son derece kötü sonuçlarıyla karşılaşılıyor. Rejim bölgelerinde yaşayan Suriyelilerin dahi kötü hayat ve ekonomi koşulları nedeniyle ülkeden ayrıldığı veya ayrılma arayışında olduğu biliniyor. Görülmektedir ki, Suriyelilerin geri dönüşü için rejim ile muhalefetin uzlaşmasının da ötesinde çalışmalar gerekiyor. Bu doğrultuda, Türkiye ile rejimin muhtemel normalleşme sürecinin dosyaları oldukça zorlu duruyor. Siyasal çözüm, yeni anayasa ve muhalefetin yönetime entegrasyonu gibi başlıklarda, Esed rejiminin adım atması da pek olası gözükmüyor.   2023’te Suriye’de Bizi Neler Bekliyor? 2022’nin Suriye’si, 2023 Suriye’sine ışık tutuyor. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’nın devam ettiği denklemde, Türkiye’nin elinin Suriye sahasında çok daha güçleneceği öngörülebilir. Yine savunma sanayiinde atılan adımlar, Akıncı gibi yeni sistemlerin envantere daha fazla girmesi, hava savunma sistemlerinin Suriye hava sahasını kapsamaya başlaması, Türkiye’nin askeri caydırıcılığını da artıracaktır. Türkiye açısından Suriye’deki ana başlıklar ise İdlib meselesi ve Muhaliflerle/HTŞ arasındaki denklem, Suriye rejimi ile yürütülmesi muhtemel müzakereler ve PKK/YPG’ye yönelik kapsamlı askeri harekatlar olacaktır. Elbette yukarıdaki başlıklar bağlamında mültecilerin geri dönüşü de önem arz eden konulardan biridir. 2023’te BKH ile rejim ve muhalifler arasında yakalanan ateşkes ortamının devam edebileceği ifade edilebilir. İdlib’te sükunetin sürmesi HTŞ’nin odaklarını, 2022’de de olduğu gibi farklı noktalara kaydırabilir. HTŞ’nin bu ateşkes ortamını kullanarak, Suriye muhalefeti içerisinde gedikler açmaya ve o noktalardan sızmayı sürdürmesi de beklenebilir. Buna rağmen Türkiye’nin tavrı belirleyici olacaktır. Türkiye ile rejim arasındaki muhtemel normalleşme sürecinin nasıl gerçekleşeceği ise 2023’ün en büyük muammalarından birini oluşturuyor. Henüz istihbarat seviyesinde olan görüşmelerin, Dışişleri Bakanlığı seviyesine gelmesi ve ardından üzerinde çalışılan dosyalarda belirli bir mutabakat sağlanması gerekecek. 2023 bu çalışmaların başladığı bir yıl olabilir. Ancak “nasıl bir netice ortaya çıkar ve sahada uygulanabilir olur” sorusu, büyük bir soru işareti olarak duruyor. Türkiye’nin PKK/YPG’ye yönelik muhtemel askeri operasyonu da yukarıdaki başlıkta detaylandırıldığı gibi, Türkiye’nin Suriye sahasındaki en büyük zorluklarından birini oluşturuyor. ABD ve Rusya’nın Suriye sahasında PKK/YPG’den vazgeçmesi muhtemel görünmüyor. ABD’nin çekildiği noktalarda bile Rusya, PKK/YPG’yi korumayı üstleniyor. Münbiç ve Ayn el Arab örneklerinde olduğu gibi, ABD’nin yaptırım tehdidi de halen sürüyor. Türkiye’nin Irak sahasıyla birlikte düşünüldüğünde teröre karşı elde ettiği yerleşik kazanımlar oldukça değerli. 2023, bu kazanımların korunarak üzerine eklemlendiği bir yıl olacaktır.Kaynak: https://kriterdergi.com/dis-politika/turkiyenin-suriye-politikasi-ve-2023-senaryolari 
Türkiye’nin Muhtemel Askeri Operasyonunda Menbiç Nereye Düşüyor? Kutluhan Görücü  
Menbiç, ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon’un YPG/SDG’ye sağladığı destek ile Menbiç kentini DEAŞ’tan ele geçirmeye doğru bir operasyon gerçekleştirmesiyle Türk kamuoyunda bilinir hale geldi. Nitekim Türkiye, bu operasyona itiraz ettiği gibi Fırat’ın batı yakasına geçilmesini kırmızı çizgi olarak ilan etti. Ancak ABD, şehir DEAŞ’tan alındıktan sonra yerel unsurların kalacağını ve YPG’nin çekileceğini Türk tarafına taahhüt ederek konuyu kapatmaya çalıştı. YPG/PKK’nın Menbiç’i ele geçirmesinin ardından hedefin Cerablus-Azez hattını alarak Menbiç ve Afrin arasındaki bölgeyi birleştirmek olduğu anlamak zor değildi. Nitekim, YPG’nin Menbiç’i ele geçirmesinin hemen ardından TSK, Fırat Kalkanı Harekatı’na karar vererek bunun önüne geçti. Hatırlanacağı üzere, TSK kısa sürede Cerablus’u ele geçirdikten sonra Menbiç’ten kuzeye doğru ilerleme sağlayan YPG unsurlarını püskürterek Sacur çayını, bir anlamda doğal sınır haline getirdi. Bilindiği üzere, Fırat Kalkanı Harekatı, TSK’nın Suriye’deki ilk kara harekatı olarak,  sonrasında düzenlenen operasyonlara nispeten zorlu geçti. Yerel partner olarak dönemin Özgür Suriye Ordusu gruplarının eğitimsizliği, zayıflığı, teçhizat ve mühimmat yetersizliklerinin yanı sıra DEAŞ’ın özellikle el Bab şehrinde sivilleri canlı kalkan haline getirmesi, operasyonu oldukça zorladı. 15 Temmuz 2016’nın hemen ardından TSK’nın içinde bulunduğu ortam, operasyona kısa süre içerisinde karar verilmesi gibi etmenler de birlikte düşünüldüğünde hem TSK hem de ÖSO adına zorlu bir süreç yaşandı. Ancak operasyon başarıyla nihayete erdi. Sonuç olarak DEAŞ, Türkiye sınırından temizlendi. YPG’nin Menbiç ile Afrin’i birleştirerek Türkiye sınır hattına yerleşme emelleri de zayi edildi. Türkiye, FKH’nin ardından gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekatı ile YPG/PKK’nın Menbiç ile Afrin’i birleştirme hedefini tamamen ortadan kaldırmış oldu. ZDH’nin hemen ardından TSK’nın Menbiç şehrine yönelmesiyle birlikte, şehrin kuzeyine ABD, batı yakasına ise Rusya ve rejim güçleri geldi. Diğer bir deyişle Menbiç’teki PKK varlığına her iki ülkede etten duvar ördü. Türkiye, Menbiç’ten YPG’nin çıkarılması üzerine ısrarlarını sürdürmesi üzerine 4 Haziran 2018’de ABD ile Menbiç Yol Haritası ortaya konuldu. Menbiç Yol Haritası, diğer bir deyişle Menbiç Mutabakatının genel hatları aşağıdaki maddelerde sıralanmıştır: 1) TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri’nin müşterek devriye faaliyetlerine başlaması 2) Müşterek devriyelerin Menbiç bölgesine yayılması 3) ABD yetkililerince YPG mensuplarından ağır silahların toplanması 4) Menbiç’teki tüm terör örgütü mensuplarının bölgeyi terk etmesinin sağlanması 5) Türkiye-ABD tarafından ortak olarak teşkil edilecek yerel yönetim ve yerel güvenlik kuvvetlerince Menbiç’te huzur ve istikrarın sağlanması Menbiç Mutabakatı neticesinde yalnızca ABD Silahlı Kuvvetleri ile TSK arasında onlarca devriye gerçekleşmiştir. Bunun dışında, ne terör örgütünden ağır silah toplanması, ne YPG/PKK’nın bölgeden çıkarılması, ne de yerel yönetim ve güvenlik teşkilatının teşkil edilmesi gerçekleşmemiştir. Türkiye’nin 2018 yılında icra ettiği Zeytin Dalı Harekatı’nın ardından 2019 yılında ilk kez Fırat’ın doğu yakasına geçerek gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı, Menbiç’te yeni bir dönüşümün de habercisi olmuştur. 14 Ekim 2019’da Suriye Milli Ordusu, Menbiç’e yönelik operasyona başlayarak Yalışlı ve Dandaniye köylerini ele geçirse de operasyon yarıda kalmıştır. ABD, Barış Pınarı Harekatı’nı ve Menbiç’e yönelik askeri hareketliliği bahane ederek, Menbiç’teki üslerinden Rusya lehine çekilmiştir. Mevcut üslere de Rusya yerleşmiştir. O günden bu yana da Menbiç’in statüsünde herhangi bir değişim yaşanmadı. Rusya birlikte bölgeye, FKH döneminden bu yana rejim unsurlarının da geldiği bilinmektedir. BPH sonrasında Rusya ile Türkiye arasında gerçekleşen Soçi Mutabakatı’na göre de Menbiç’ten YPG/PKK varlığının tamamen sona erdirilmesi öngörülse de bu da gerçekleşmemiştir. Yine Soçi mutabakatı içerisinde yer alan sınırdan 10 kilometrelik alan içerisinde onlarca devriye faaliyeti gerçekleştirilse de Menbiç’te yaşanan senaryonun benzeri Rusya ile de yaşanmıştır. Türkiye geçmişte olduğu gibi, anlaşmalardan doğan haklarını muhafaza etmektedir. Bu yönde Rusya’nın çabasını görmek istese de geçtiğimiz yıllar bu konuda bir adım atılmayacağını, aksine terör örgütü YPG/PKK’nın ne Tel Rıfat ve Menbiç’ten ne de sınır bölgelerinden çekilmediğini ortaya koymuştur. Türkiye bu kapsamda öncelikli olarak Tel Rıfat, Menbiç ve Ayn el Arab bölgelerini terör örgütü YPG/PKK’dan arındırmayı arzulamaktadır. Menbiç ve Ayn el Arab bölgelerine yönelik olası bir askeri operasyon, ABD ile Barış Pınarı Harekatı kapsamında gerçekleştirilen anlaşmada direkt olarak yaptırımların devreye girmesini öngörmektedir. Tel Rıfat bölgesi ise buradan istisnadır. Nitekim ABD Tel Rıfat’taki terör varlığını görmezden gelerek yok saymaktadır. Rusya ise Tel Rıfat ve Menbiç bölgelerini, 2019 yılında olduğu gibi rejim bölgeleri olarak görerek Türkiye’nin bu bölgelere yönelik askeri operasyonuna karşı çıkmaktadır. Tel Rıfat’ta Ruslarla bir çözüm arayışında girişilebilse de Menbiç’te durum farklıdır. Diplomatik olarak ABD ile çalışmanız gerekirken, bölgede 2 askeri üssü ile birlikte Rus askeri bulunmaktadır. Bunun yanında özellikle Arima bölgesinde de rejim varlığından söz edilebilir. Bu yönleriyle Menbiç, muhtemel askeri operasyon hedefleri arasında en grift bölgelerin başında yer almaktadır. 2017 ve 2019 yılında yaşanan fiziki engellemeler de bu durumu ortaya koymaktadır. Ancak YPG/PKK’nın Fırat’ın batı yakasından atılması, sığınmacıların geri dönüşü, başta FKH olmak üzere dolaylı olarak ZDH ve BPH bölgelerinin güvenliği, Süleyman Şah Türbesi’nin asli yerine taşınması gibi sorun başlıklarının çözümünde Menbiç öne çıkmaktadır.
Yıkım, göç, ihanet ve acının beşiği: Tel Rıfat Editör  
Yıkım, göç, ihanet ve acının beşiği: Tel Rıfat Suriye’de olası yeni bir askeri harekat gündemdeyken, belki de kara operasyonunu en çok iple çeken toplum, Tel Rıfatlılar olabilir. Nitekim Şubat 2016’dan beri evlerine geri dönmeyi umut eden Tel Rıfatlılar için bölgenin YPG’den temizlenmesi hayati öneme sahiptir. Yerlerinden edilmiş Tel Rıfatlılar sadece YPG’nin Rusya desteği ile beraber arkadan saldırmasını değil, aynı zamanda YPG’nin öldürdüğü ÖSO askerlerinin cesetlerini Afrin sokaklarında kamyonun üzerinde gezdirmesini de unutmuyor. Aslında Tel Rıfat’ın hikayesi, Suriye’de yaşanan çatışmanın da bir özeti niteliğindedir. Tel Rıfat ve komşusu Mare merkezli oluşan Liva el Tevhid ÖSO grubu, 2012 yılında Tel Rıfat üzerinden Halep şehir merkezine girmiş ve şehrin yarısı Suriyeli muhaliflerin kontrolüne geçmiştir. Ancak Rusya’nın 2015 yılında Suriye’ye müdahale etmesinin ardından, Suriye’deki savaşın seyri Esed rejimi lehine dönmüştür. Askeri dengedeki değişim açısından en önemli kırılmalardan biri Halep’in rejim güçlerince kontrol altına alınması olmuştur. Halep şehir merkezinin 35 km kuzeyinde yer alan Tel Rıfat bölgesi, Azez’deki sınır kapısı ile Halep şehir merkezinin bağlantı noktasıydı. Ancak Rusya ve İran destekli rejim unsurları Halep şehrinin etrafında ilerledikten sonra, Tel Rıfat’ın güneyine yerleştiler. Suriyeli muhalifler ikmal hattını tekrar sağlamak için hazırlık yaparken, Rusya’nın hava desteği altında YPG unsurları batıdaki Afrin’den gelip Tel Rıfat’ı ele geçirdiler. Böylelikle Halep’teki savaş ile Türkiye sınırındaki Suriyeli muhalifler arasında YPG tamponu oluştu. YPG’nin Tel Rıfat’a saldırması bölgedeki Suriyeli muhalifler için büyük bir şok etkisi yarattı. Nitekim Esed rejimi ile savaşmayı önceleyen Suriyeli muhalifler, Afrin’deki YPG’yi göz ardı etmiş ve YPG’ye karşı savaşmamışlardı. Ancak YPG bulduğu ilk fırsatta Esed rejimi ve Rusya ile işbirliği yaparak, Suriyelilere arkadan saldırmıştı. Devam eden süreçte, Halep şehir merkezine giden son ikmal hattı da Halep şehir merkezinde Şeyh Maksud mahallesindeki YPG unsurlarının rejim ve Rusya ile işbirliği yapıp muhaliflere saldırması ile kesilmiş oldu. Böylelikle Halep şehir merkezi abluka altına alındı. Kuşatma sonuç verdi ve rejim şehri kontrol etmeye başladı. Halep’in muhaliflerce kaybedilmesi Suriye savaşında şüphesiz bir dönüm noktası oldu. Rusya’nın desteğiyle momentumun rejim lehine değiştiğinin de en önemli göstergesi haline geldi. Aynı zamanda o tarihe kadar Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 1.5 milyona dahi ulaşmamıştı. Halep’in muhaliflerce kaybedilmesinin ardından sayı 3,6 milyona kadar yükseldi. YPG’nin Tel Rıfat’ı ele geçirmesi esnasında, bölgede yaşayan tüm sivil halk da kaçmak zorunda kalmıştır. Tel Rıfatlıların büyük çoğunluğu Azez şehrine kaçmış ve Türkiye sınırındaki Selame kampına yerleşmişlerdir. Kampın mevcut nüfusunun 150 bin olduğu değerlendirilmektedir. Tel Rıfat’ın kaybedildiğini kabul etmeyen Tel Rıfatlı gençler, YPG’ye karşı bir saldırı gerçekleştirmiş, fakat başarısız olmuştur. YPG ise öldürdüğü Tel Rıfatlı gençlerin naaşlarını toplamış, kamyona yükleyip Afrin şehir merkezinde davul zurna eşliğinde gezdirmiştir. Bugüne kadar YPG Tel Rıfatlıların evlerine geri dönmesine de izin vermemiştir. YPG tarafından arkadan vurulmuş, evlerinden edinmiş olmak ile gençlerinin naaşlarına karşı vahşi bir saygısızlığa maruz kalmış olmak, Tel Rıfatlıları Suriyeliler arasında belki de en büyük YPG düşmanları kılmaktadır. 2016’dan bu yana altı yıl geçmesine rağmen, Tel Rıfatlılar Suriye’nin kuzeyinde farklı bölgelerdeki evlere yerleşmeyi reddetmiş ve Tel Rıfat’a en yakın olan Azez’de kalmayı tercih etmiştir. Tel Rıfat’ın terörden temizlenmesi için çok sayıda gösteri düzenleyen Tel Rıfatlılar, olası bir askeri harekatta en ön safta yer alacaklardır. Hatta Mart 2022’de TSK’nın SMO ile beraber Tel Rıfat’a olası bir askeri harekatı gerçekleşmesi beklenirken, bazı Tel Rıfatlılar kamplardaki çadırlarını dahi sökmeye başlamışlardı. Evlerine geri dönmek ümidi ve hevesi ile alınan bu ani karar daha sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşse de, Tel Rıfatlılar ümitlerini korumuşlardır. Suriye’de olası bir askeri harekat tekrar gündemde olmasından dolayı, Tel Rıfatlılar tekrar heyecanlanmıştır. Tel Rıfatlıların SMO’daki varlığı ve askeri harekat için olan heyecanları, olası bir askeri harekatı kolaylaştırıcı ve SMO’nun etki gücünü artırıcı bir unsur olması beklenebilir. Mevcut statüko da Tel Rıfat’ta bulunan YPG unsurları, İran destekli Şii milisler, Rus askerleri ve Esed rejim unsurlarına karşı, Tel Rıfatlılar Türkiye’nin de desteği ile öncü bir görev üstlenebilirler. Tel Rıfat’ın terörden temizlenmesi sonrasında, Afrin, El-Bab, Cerablus, Tel Abyad ve Rasulayn’ın aksine, Tel Rıfat’ta çok büyük bir yıkımın olması öngörülmektedir. Nitekim YPG bölgeyi askeri alana çevirmiş, bölgedeki evleri kendi askeri ihtiyaçları doğrultusunda yıkmış ve SMO’ya karşı olan altı yıllık çatışmalarda, bölge tahrip olmuştur. Aynı zamanda TSK’nın YPG’nin sızma ve saldırma girişimlerini engellemek üzere gerçekleştirdiği bombardımanlar da zamanla bölgedeki yıkımı artırdığı düşünülmektedir. Tel Rıfat’taki yıkım altı yıldır devam eden çatışma dinamiği ve altı yıl önce gerçekleşen Rus hava saldırılarına da dayanmaktadır. Nitekim uydu görüntüleri ve YPG’nin yayınladığı propaganda içerikleri ciddi bir yıkıma işaret etmektedir. Bölgenin terörden temizlenmesi sonrasında, bölgenin yeniden imarı ön plana çıkacaktır.
Tel Rıfat-Kandil Arasında Pençe-Kılıç: “Yekpare Teröre” Bütüncül Yaklaşım Kutluhan Görücü  
Mersin’de gerçekleştirilen terör saldırısı, Türkiye içerisinde engellenen çok sayıda terör eylemi girişimi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Irak’ta PKK’yı oldukça geriletmesi göz önünde bulundurulduğunda; örgütün eylem arayışında olduğu istihbaratları kuvvet kazanıyordu. Taksim’deki saldırı bu ortamın üzerine gelmişti. Taksim’deki terör saldırısının arkasında YPG/PKK’nın olduğu kısa bir süre içerisinde netleştikten sonra da Türkiye, cezalandırma ve hesap sorma arayışı içerisine girdi. Taksim’deki bombalı saldırının faili Ahlam Albahsir ile kendisine yardım eden isimlerin Suriyeli ve Arap kökenli oluşu kamuoyundaki tartışmalara farklı bir boyut kazandırdı. YPG/PKK’nın SDG’nin oluşumu ile birlikte Suriye’de Arap toplumu üzerindeki etkisi ve SDG bünyesindeki binlerce terörist görmezden gelinerek bazı çıkarımlar yapıldı. Buna karşın eylemci, etkileşimde bulunduğu isimler, elde edilen kanıtlar ve verilen ifadelerle esas failin YPG/PKK olduğu kısa sürede anlaşıldı. Taksim’deki saldırıyı müteakip hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin özellikle Suriye’ye yönelik müdahale hakkını kullanabileceğine yönelik spekülasyonlar gerçekleştiriliyordu. Nitekim 13 Kasım’da gerçekleşen Taksim saldırısından iki gün sonra Reuters’a konuşan bir Türk yetkili, “Irak’ta PKK’ya karşı devam eden operasyonlar tamamlandığında Suriye’de belirli hedefler var” açıklamasında bulunmuştu. Reuters’a konuşan yetkilinin ardından en dikkat çekici açıklama, 18 Kasım’da ABD Erbil Konsolosluğunun yayımladığı “güvenlik alarmı” oldu. Söz konusu açıklamada güvenilir açık kaynakların Türkiye’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyine yönelik askeri aksiyon alma potansiyeli olduğu ve ABD vatandaşlarının söz konusu bölgelerden uzak durmaları tavsiye ediliyordu. Söz konusu açıklama Türk kamuoyunda neredeyse tartışılmaya dahi kalmadan, TSK 19 Kasım’ı 20’sine bağlayan gece Tel Rıfat’tan Kandil’e değin kuş uçuşu yaklaşık 750 kilometrelik bir hatta hava harekatları icra etmeye başladı. Suriye’de Tel Rıfat, Ayn el Arab, Ebu Rasin, Karaçok Dağı, Derbesiye, Malikiye ve Ayn İsa bölgeleri hedef alındı. Irak’ta ise Hakurk, Kandil ve Asos bölgeleri F-16’ların radarındaydı. Milli Savunma Bakanlığının (MSB) yayınladığı videoda Taksim’de hayatını kaybeden Ecrin ve Yağmur’un isimleri mühimmatların üzerine yazılmıştı. MSB o videoyu bu sözlerle duyurmuştu: Bugün Dünya Çocuk Hakları Günü! Görmek istemeyenler olsa da terör örgütü PKK/YPG bu coğrafyada bebekleri ve çocukları acımasızca katletmeye devam ediyor. Son olarak dünyalar tatlısı Ecrin ve Yağmur’u bizlerden ayırdılar. Çocuk katillerinden hesap sormaya devam edeceğiz! Bu açıklamayla birlikte harekatın cezalandırma niteliği daha fazla ön plana çıktı. Yine MSB yaptığı açıklamaya göre harekatın ismi Pençe-Kılıç Hava Harekatı olarak duyurulurken 89 farklı hedefin imha edildiği bilgisi de paylaşıldı. Hava harekatı –belirtildiği üzere kuş uçuşu yaklaşık 750 kilometrelik bir uzunlukta– icra edilirken Irak sahasında Asos’ta 140 kilometre ve Kandil’de ise 90 kilometre derinliğe ulaşıldı. Suriye sahasında vurulan hedefler içerisinde üç bölgede de rejim unsurlarının YPG/PKK teröristleri ile aynı alanda bulunduğu ve bu doğrultuda dokuz rejim unsurunun etkisiz hale getirildiği ifade edildi. YPG/PKK unsurlarından ise yalnızca Malikiye bölgesinde etkisiz hale getirilen on bir teröristin kimliği açıklandı. TSK, 20 Kasım akşamında da Tel Rıfat ve Ayn el Arab bölgelerinde YPG/PKK unsurlarını vurmayı sürdürürken; bunun üzerine SDG Medya Ofisi Başkanı Ferhad Şami “İntikam geliyor” açıklamasında bulundu. Bu doğrultuda YPG/PKK unsurları Cerablus’un hemen karşısında Türkiye sınırları içerisinde yer alan Karkamış ilçesinde bir okulu hedef aldı. Söz konusu terör saldırısında üç sivil hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin birinin çocuk, diğerinin ise öğretmen olduğu tespit edilirken aynı saldırıda ikisi ağır olmak üzere on bir sivilin de yaralandığı bilgisi paylaşıldı. Aynı zamanda YPG/PKK’nın Öncüpınar Sınır Kapısı’nı hedef alan saldırısında ise bir asker ile yedi polis yaralandı. Söz konusu saldırıları müteakip Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Katar seyahati dönüşünde gazetecilere verdiği beyanatlar kamuoyu ile paylaşıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pençe-Kılıç Hava Harekatı hakkında şu ifadeleri kullandı: Sadece bir hava harekatıyla sınırlı kalması söz konusu değil. Burada ne kadarlık bir gücün Kara Kuvvetlerinden buna katılması gerekir; bunu da zaten ilgili birimlerimiz, Savunma Bakanlığımız, Genelkurmayımız birlikte kararını verirler, istişaremizi yaparız, ondan sonra da adımlarımızı buna göre atarız. Pençe-Kılıç Hava Harekatı, bir diğer yönüyle TSK’nın Zeytin Dalı Harekatı’nın ardından Irak’ta başlattığı Kararlılık Harekatı ve ardından gelen Pençe harekatları serisinin bir devamı olarak görülse de bu operasyonla Suriye sahası da hedef alınmış oldu. Hatta Suriye sahasındaki YPG/PKK hedeflerinin asıl hedefler olduğu, Irak’a nazaran Suriye’de daha çok hedefin vurulmasıyla da teyit edildi. Nitekim YPG/PKK da bu alandan saldırılara karşı terör üretmeyi sürdürerek Öncüpınar ve Karkamış’ı hedef aldı. YPG/PKK’nın karşı saldırılarını müteakip TSK hem havadan hem de karadan terör unsurlarını vurmaya devam etmektedir. Sahadaki görüntü, karşılıklı bir eskalasyonun başladığı ve TSK’nın PKK’ya ağır zayiat verdirerek sahada örgütü köşeye sıkışmış bir konuma getirdiğidir. Bu noktada en önemli iki soru “kara harekatının ne zaman başlayacağı” ve “hangi bölgeleri hedef alacağı”dır. Geçtiğimiz aylarda yine kara harekatı gündeme geldiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tel Rıfat ve Menbiç’i işaret etmişti. Bunun yanında Suriye’deki alanların (Cerablus-Tel Abyad) birleştirilmesinden yani Ayn el Arab bölgesinden söz etmişti. Bu bakımdan muhtemel üç hedefin ilk etapta masada olabileceği ifade edilebilir. Türkiye’nin terörle mücadelede yeni bir güvenlik doktrini benimsediği görülmektedir. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında sınır ötesi harekatlar düzenlenerek YPG/PKK Irak’ta ve Suriye’de oldukça geriletilerek belirli güvenli bölgeler inşa edilmiştir. Irak sahasındaki güvenli bölgeler üzerinde neredeyse tam sınır hakimiyeti sağlansa da Suriye’de halen bazı sınır noktalarını YPG/PKK’nın kontrol ettiği görülmektedir. Karkamış’a yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı da bunun son örneği olmuştur. Bu nedenle Suriye sahasında terör örgütünün sınır hatlarından temizlenmesi öncelik olmalıdır. Mevcut güvenli bölgelerin güvenliğinin sağlanması ve mültecilerin geri dönüşü kapsamında da Tel Rıfat ve Menbiç bölgeleri öne çıkmaktadır. Ayn el Arab’daki sınır hattının yanı sıra Kamışlı-Malikiye sınır hattının da terör örgütünün kontrolü altında olduğu ve örgütün Barış Pınarı Harekatı döneminde bu bölgelerden Türkiye içerisindeki sivil alanlara yönelik saldırılar düzenlediği görülmüştür. Geçtiğimiz yıllarda ve günümüzde yaşanan terör saldırıları Türkiye’ye yönelik öncelikli terör tehdidinin Suriye olduğunu göstermektedir. Tüm bunlarla birlikte Ayn el Arab’ın güneyinde Menbiç’e giden M4 kara yolunun köşesinde bulunan Süleyman Şah Türbesi’nin eski yerine taşınması da Türkiye’nin öncelikli hedeflerinden biri olmalıdır. Bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da değindiği üzere Suriye’de muhalif ceplerin birleştirilmesi, sınırın ve güvenli bölgelerin asayişinin sağlanması ile birlikte sığınmacıların geri dönüşü için Tel Rıfat, Menbiç ve Ayn el Arab bölgeleri terörden arındırılmalıdır.Kaynak: https://www.setav.org/odak-tel-rifat-kandil-arasinda-pence-kilic-yekpare-terore-butuncul-yaklasim/
Azez’den Afrin’e bir yol vardır, gidilmez... Kutluhan Görücü  
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tel Rıfat ve Menbiç’e yönelik askeri harekat gerçekleştirilmesi yönündeki açıklamalarının sonrasına denk gelen saha ziyaretimizde; bölgede artan nüfus şüphesiz ilk göze çarpan hususlardan biriydi. Öncüpınar sınır kapısından geçtiğiniz gibi boş arazilere dağılmış çadırları ve insanların imkansızlıklar içindeki hayat mücadelesini rahatlıkla görebilirsiniz. Öncüpınar’dan Azez şehir merkezine ulaşmanız çok uzun sürmüyor, nitekim diğer alanlara göre de yolun var olduğu söylenebilir. Şehir merkezine doğru ilerlerken gözünüz dışarıyı seyretmeye dalıyor ve giderek ne düşünmesi gerektiğini bilmeyen bir zihinle baş başa kalıyorsunuz. Bir tarafta çadırlar, bir tarafta hayata tutunan insanlar, bir koşuşturma içerisinde olanlar derken şehir merkezine geldiğinizi anlıyorsunuz. Klasik olarak nitelendirilebilecek bir nevi ilçe girişi kavşağıyla birlikte Azez bizi karşılıyor. Azez sokaklarını adımlamak üzere arabayı kenara çektiğinizde sizi karşılayan herhangi bir park alanı ya da kuralı bulunmuyor, yeter ki boş bir alan bulabilin. Yalnızca bürokratik binaların çevresinde park etmeyi engelleyici, kalıp betonlar bulunuyor. Bu da bombalı araç saldırılarından korunmak arzusundan kaynaklanıyor. Suriye dosyasını takip edenler bilir, bombalı otomobil ya da motosiklet saldırıları, özgür bölgelerin en büyük güvenlik sorunlarından biri. Haliyle her gördüğünüz her araç her an patlayabilir hissini yaşayabiliyorsunuz, hele ilk kez Suriye’de bulunuyorsanız. Bu anlamda bende de fobi haline geline motosikletler, halkın ana ulaşım araçlarından biri. Azez şehri, Suriye halk ayaklanmasının ilk yıllarından itibaren muhaliflerin kontrolünde bulunması ve hiç el değiştirmemesiyle bir farklılık ortaya koyuyor. Türk kamuoyunda Azez ve çevresi de Fırat Kalkanı Harekatı olarak algılansa da Azez, kendine özgü kimliğiyle varlığını sürdürüyor. Azez’in de tıpkı Antep’te veya İstanbul’da rastlayabileceğiniz kapalı çarşısı bulunuyor. Özellikle Antep’i görenler ve bilenler için Azez yabancılık çekilebilecek bir mimariye sahip değil. Osmanlı hakimiyeti döneminde Halep eyaleti içerisinde yer alan yer alan şehirler olması bakımından da gayet olası bir durum. Azez’de gezdikçe kentin en temel belediye hizmetlerinden yoksun olduğu rahatlıkla görülebilir. Özellikle Türkiye’deki düzene alışık birinin eline çöp poşeti alarak sokaklara düşmemesi için seyahatini kısa tutması gerekiyor. Elbette sizin zihin dünyanız ile insanların yaşadığı zorlu şartları tek düze bir zeminde kıyaslamanız dahi doğru değil, bu kabul. Ancak bölgenin yönetiminde, var olan imkanlar özelinde dahi, yanlışlıklar olduğu rahatlıkla görülebilir. Söz konusu durumun yalnızca Azez için değil, tüm bölgeyi kapsadığını da ifade etmek gerekir. Bu noktada en önemli ve atlanan hususların başında bölgenin demografik değişimi gelmektedir. ZDH, FKH ve BPH bölgelerinin toplam nüfusunun 2.3 milyon olarak değerlendirildiği ancak 2011 öncesinde bu nüfusun neredeyse %25’i kadar nüfusa ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Bu nedenle yıllar içerisinde olağan dışı nüfus artışı, şehirlerin yetersizliği, altyapı eksikleri, maddi yoksunluk gibi sebepler bölgenin gelişiminin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza çıkmaktadır. Azez şehir merkezini bırakıp Afrin’e doğru ilerlediğinizde sizi normal şartlar altında 20-25 km arasında bir yol bekliyor. Ancak Afrin’e varmanız 1 saati aştığı gibi içinizin dışına çıkması da muhtemel hale geliyor. Afrin bölgesini hem şehir hem de topoğrafya olarak bölgenin incisi olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Afrin’e doğru ilerledikçe zeytin ağaçlarının bulunduğu alanların sıklaşmasıyla doğanın daha da yeşillenmesi şaşırtıcı olmamalı. Afrin şehir merkezine girdiğiniz anda nüfusun iç göç nedeniyle arttığı göze ilk çarpan hususların başında geliyor. Şehir merkezindeki hareketlilik oldukça yüksek, Afrin’in kendine has mimarisi ve daha nizami caddeleri sizi cezbetse de Azez’e benzer bir şekilde yaşanan ‘kaos’ ortamını görmezden gelmek mümkün değil. Afrin ziyaretimizi hızlı bitirsek de şehir merkezinde gezmeyi ve halka temas etmeyi göz ardı etmiyoruz. Afrin’deki terör saldırıları; hücre bazlı geriletilse de Tel Rıfat merkezli roket ve havan saldırıları en büyük güvenlik endişesini oluşturuyor. Bu nedenle şehir merkezinde dahi hedef olabilmeniz çok olası, nitekim PKK için herhangi bir farklılık söz konusu değil. Buna rağmen halk, terörle ve ölümle yaşamayı öğrenmiş durumda. Afrin terörden arındırılsa da başta Afrin olmak üzere Azez, Mare vb. kentleri terörize eden Tel Rıfat’ın terörden arındırılmasının bu noktada önemi ortaya daha net çıkıyor. Aynı günün içerisinde son ziyaret noktamız Mare’ydi, bir nevi Tel Rıfat’ın etrafında geziyorduk. Afrin dönüşü; uykusuzluk, sıcak ve yorgunluk nedeniyle tükenmek üzereydim. Özellikle Azez’e dönüş yolundaki ‘yolsuzluk’ akla gelince, tüm şartlarda uyuyabilme kartımı kullandım. Gözlerimi açtığımda Mare’deydik. Gece karanlığında geldiğim Mare’den yine gece karanlığında döndüğüm için yorumlama da bulunmayacak olsam da diğer kentlerle benzeri bir görüntünün bulunduğunu ifade edebilirim. Suriyelilerin umudu tüm olumsuzluklara rağmen oldukça diri, şüphesiz bu durum sizi de etkiliyor. Halep denilince gözleri parlayan ve hemen duaya sarılanlarla Şam özgür olsa da sokaklarını temizlesem diyen insanları görmek sizin için şaşırtıcı olmamalı. Memleket denilen olguyu; zihnen oturtmak ya da gözlerde görerek hissetmek isteyenlere ‘seyahat’ önerisidir Suriye…
Suriye'ye Yeni Bir Askeri Harekat Muhtemel mi? Kutluhan Görücü  
Son dönemde terör örgütü YPG/PKK’nın Suriye sathında terör saldırılarını artırmasıyla Suriye ve bölgedeki terör varlığı yeniden kamuoyunun gündemine girdi. Son olarak Fırat Kalkanı Harekat Bölgesi'nde terör örgütü YPG/PKK’nın güdümlü füzeyle yaptığı saldırı sonucunda iki özel harekat polisi şehit oldu. Bu saldırı akabinde Afrin’de patlayan bombalı araç ve Cerablus'un güneyi ile Türkiye’ye, direkt Karkamış’a yönelik düzenlenen havan ve roket saldırısı geldi. Karkamış da sivil yerleşim yerleri isabet alsa da kayıp yaşanmadı. Afrin’deki terör saldırısında ise beş sivil hayatını kaybetti 10 sivil yaralandı. Cerablus güneyindeki saldırıda da yaralı sivillerin olduğu bilgisi paylaşıldı.Dün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Suriye'den ülkemize yönelik terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki kimi yerler konusunda artık tahammülümüz kalmamıştır. Buralardan kaynaklanan tehditleri ya oralarda etkin olan güçlerle birlikte ya da kendi imkanlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız. Polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. En kısa sürede bu sorunların çözümü için gereken adımları atacağız." açıklaması yaptı. Bu açıklamanın ardından ulusal ve uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin bölgeye yeni bir harekat düzenleme ihtimali konuşulmaya başlandı.Suriye’de YPG/PKK’nın terör saldırılarını 2012 yılında kadar götürmek mümkün. Ancak terör örgütü YPG/PKK’nın Suriye sınırları içerisindeki terör saldırıları Fırat Kalkanı ile başlasa da sivil alanları direkt olarak terörize etme politikası Zeytin Dalı Harekatı ile hız kazandı. Afrin’in 18 Mart 2018’de terörden temizlenmesinin hemen ardından Haziran 2018-Ocak 2021 arasında terör örgütü YPG/PKK tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Suriye Geçici Hükümeti'nin kontrol ettiği bölgelere yönelik toplam 695 saldırı gerçekleştirildi.[1] Bunlar arasından 498 saldırı bombalı araç, el yapımı patlayıcı ve silahlı mukabelelerle gerçekleşti. Bahsi geçen saldırılar sonucunda ekseriyeti sivil olmak üzere 284 kişi hayatını kaybetti. 695 saldırının 158’i bombalı araçların patlatılması şeklinde gerçekleşti. Bu saldırıların büyük bölümünde siviller hedef alınarak halk terörize edilmek istendi. Son Afrin saldırısı da yine bu terör politikasının bir benzeri. Bu bakımdan değerlendirildiğinde YPG/PKK’nın uzun bir süredir Suriye içerisinde terör saldırıları gerçekleştirdiği görülüyor. Son dönemde Irak ve Suriye’de lider kadrosundan da çok sayıda kayıp veren örgüt, terör saldırılarını artırarak güç gösterisi yapmak istiyor. Türkiye'nin terörle mücadelede göstermiş olduğu başarının doğrudan bir sonucu olarak, PKK terör örgütü Türkiye içerisinde eylem yapamaz hale geldi. Bu nedenle örgüt Suriye'de sivil alanları terörize etmeye ve fırsat buldukça yerel güvenlik unsurlarını hedef almaya çalışıyor. Terörle mücadele konusunda yurt içinde olduğu kadar sınırlarındaki ve komşu ülkelerdeki terör gruplarına karşı da önemli adımlar atan Türkiye, bölgedeki teröre son vermek için Irak ve Suriye sınırlarının güvence altına alınması gerektiğinin farkında. Bu nedenle Türkiye için sınır hattı boyunca terörden temizlenmiş bir güvenlik hattı oluşturmak ehemmiyet arz ediyor. Rusya ile gerçekleştirilen Soçi Mutabakatı'nın sahada işlemediğini iki yıldır müşahede ediyoruz. Bu minvalde diplomatik seçeneklerin rafa kalktığı, askeri seçeneklerin konuşulacağı bir dönemin arifesinde olduğumuz dahi dillendirilmeye başlandı. Barış Pınarı Harekatı’nın ardından Suriye’den önemli ölçüde çekilen ABD’nin boşalttığı alanları Rusya devraldı. Türkiye ile Rusya arasında Suriye konusundaki müzakereler de halihazırda devam ediyor. Bu nedenle muhtemel harekat bölgeleri olan Tel Rıfat, Münbiç, Aynul Arab (Kobani) ve Derbesiye-Irak sınır hattı için ABD’den ziyade Rusya ile görüşmek gerekiyor. Rusya’nın Halep’in güvenliği nedeniyle SMO’nun Tel Rıfat’a gelmesine yeşil ışık yakması zor. Münbiç’te de benzer bir senaryo söz konusu. 2017 ve 2019 yıllarında Türkiye’nin iki girişimine de fiziki olarak karşı duran Rusya’nın Münbiç’te YPG/PKK’yı pasifize ederek rejimin bölgeyi devralmasını isteyeceği düşünülebilir. Irak sınır hattının da henüz ABD’nin Suriye’den çekilmediği bir düzlemde TSK/SMO’nun veya Rusya’nın tam anlamıyla kontrolüne gireceğini ifade etmek güç. Öte yandan bölgede Rus askeri varlığı bulunsa da ABD’nin de diplomatik ağırlığının olduğu göz ardı edilmemeli. Bütün bunlar dikkate alındığında Türkiye, Tel Rıfat ve Münbiç’ten terör örgütü YPG/PKK’nın tam manasıyla çıkarılacağını öngören Soçi Mutabakatı'nı da dayanak alarak Rusya’yı bu bölgelerde aksiyon almaya zorlayabilir ve Aynul Arab​​​​​​​ bölgesinde askeri seçeneği masaya yatırabilir.Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/suriyenin-kuzeyinde-teror-tehdidi-buyuyor/2389964
Suriye İç Savaşında Süveyde’de Bulunan Dürziler Lüceyn Alravi  
Savaştan önceki kaynaklara göre Suriye’de 700,000 Dürzi bulunmaktadır ve Suriye’deki savaş öncesi nüfusunun sadece %3’nü oluşturuyorlar. Dürziler, Suriye’deki en büyük üçüncü dini azınlıktır. Suriye’de Dürzi nüfusunun çoğunluğu Süveyde vilayetinde bulunmaktadır. Suriye’nin güneybatısında yer alan Süveyde vilayeti, güneyde Ürdün, batıda Dera, doğuda da Badiyat el Şam ile sınır komşudur. Süveyde aynı zamanda Dürzilerin Suriye’de çoğunluk olduğu tek vilayettir bu nedenle Dürzilerin Başkenti olarak kabul edilir. Baas Partisi iktidara gelmeden önce “Süveyde’nin başını ez ve iktidarda kal”[1] söylemi Suriye’de oldukça popülerdi. Bu bölge tarihte her zaman önemli rolleri üstlenmiştir. Örneğin, Süveyde sakinleri Osmanlı yönetimine karşı çeşitli ayaklanmalar gerçekleşmiştir ve dahası 1925 yılında gerçekleşen Fransız işgaline karşı Büyük Suriye Devrimi bu bölgede başlamıştır.[2] Dürzilerin Savaştaki Duruşu Dürziler, Suriye İç Savaşı başladığından beri tarafsızlığını korumuşlardır. Topluluk olarak Rejime karşı savaşmayı reddetmişlerdir ancak, aynı zamanda, rejimle birlikte aynı safta savaşmayı da kabul etmemişlerdir. Sadece bölgelerini koruyabilmek için yaşadıkları yerlerde bulunan Halk Komitelerine katılmışlardır. Ancak zamanla, savaşın şartları Dürzileri savaşta yer almaya itmiştir. Aslında Tobias Lang’a göre Dürzilerin duruşu nötr değil; aksine çok yönlü, hatta ikiyüzlüdür.[3] Dürzilerin rejimle olan karmaşık ilişkileri Şeyh Vahid El Balus’un tutumuyla özetlenebilir. 2015 yılında bombalı araba saldırısında ölen dini otoriteye sahip olan Dürzi Şeyh Vahid el Balus, rejime bağlı olan milisleri ilk kuranlardandır. Sadece rejimden değil aynı zamanda İsrail Dürzilerinden de yardım almaktaydı. Ancak daha sonra Cebel el Dürzi’yi Suriye devletinden bağımsızlaştırmak istedikleri anlaşılınca rejimle ters düştüler. Daha sonrasında Balus, Dürzilerden diğer vilayetlerde değil de sadece kendi bulundukları vilayetleri korumaları için savaşmalarını talep etmişti.[4] Fakat bazıları daha net duruş sergileyerek ya rejime karşı ya da rejimle birlikte savaştı. Örneğin, 2011 yılında Rejimin ordusundan ilk ayrılan Dürzi, Subay Haldun Zeyn Eldin, Sultan el Atraş adında Esed rejimine karşı silahlı grup kurmuştur. Savaşın ilk patlak verdiği ve ordudan ayrılan kişilerin sayısı çok az olduğu dönemde Zeyn Eldin’in rejimin ordusundan ayrılması çok ses getirmişti. Çünkü kendini azınlıkların koruyucusu olarak gösteren rejimin samimiyeti sorgulanmıştı.[5] Zeyn Eldin Dera’da bir buçuk yıl kaldıktan sonra Sultan el Atraş Taburunu Süveyde’ye yaymak istedi ancak orada yenilgiye uğramıştır.[6] Süveyde coğrafi konumundan dolay önemli ve kritik bir bölgedir. Dürzi köyleri üzerinden Ürdün sınırına koridor açılabilme ihtimali veya Süveyde ve Şam arasından Dera’ya ulaşma ihtimalleri olduğundan bu hat muhalifler için önemli bir bölgedir. Ancak 2013 yılından sonra Dürziler ve Suriye’deki muhalifler arasında gerilimler başlamıştır. Fabrice Balanche’in iddiasına göre, Suriye’deki muhalifler Dürzileri samimi bulmadıklarını, sadece Sünniliğe geçerlerse onlarla iş birliği yapacaklarını söyleyip Sünniliği kabul edip benimsemeyenlerle savaşmak zorunda kalacaklarını belirtmişlerdir. Bunun sonucunda mezheplerini terk etmek istemeyen ve yaşadıkları bölgeyi koruyabilmek için silah yardımına muhtaç olan Dürziler rejimle birlikte hareket etmeye başladı.[7] Süveyde’de Bulunan Askeri Örgütler Süveyde vilayetinde bulunan askeri milisler ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi siyasi konularda tarafsızlığını koruyan ve Esed rejimi ve DAEŞ’in saldırılarından yerel halkı korumayı amaçlayan gruplardır. İkincisiyse direk Esed rejimiyle bağlantıları olan ve ona hizmet eden gruplardan oluşmaktadır. Çoğunluğu Süveyde halkından oluşan bu tarafsız örgütlerin en temel amaçlarından bir tanesi zorunlu askerliğe katılmayı reddeden genç Dürzi erkekleri istihbarat servisi tarafından tutuklamalarını önlemektir. İkinci en önemli hedefleri ise bölgede güvenliği sağlamaktır. 2012 yılında Vahid el-Balus tarafından kurulan Onurlu Adamlar Harekâtı en önde gelen tarafsız gruplardandır. Bu örgüt tutuklanan Dürzilerin serbest bırakılması için Esed rejimine karşı defalarca saldırılar düzenledi. Bazı raporlar, bu örgütün Lübnan’da bulunan İlerici Sosyalist Partisi’nin başkanı Velid Canbolat tarafından destek aldığını göstermektedir.[8] Bir diğer örgütün adı Fahd Güçleri’dir. Köylerde aktif olan bu örgütün üyelerinin çoğu Balus’un vefatından sonra Onurlu Adamlar Harekâtından ayrılanlardan oluşmaktadır.[9] Diğer tarafta ise Esed rejimiyle bağlantılı gruplardan bir tanesi Dürzilerin önde gelen şeyhlerinden bir tanesinin kurduğu Hikmet el-Haciri Örgütüdür. Bir diğer örgütün adı ise Ulusal Savunma örgütüdür. Bu örgütün kurulması için Süveyde vilayetinde tüccar olan Reşit Slum tarafından büyük çabalar gösterdiği bilinmektedir.[10] Bu örgütün amacı ise vilayette bulunan gençleri saflarına alıp silahlandırarak zorunlu askerliğe alternatif sunmaktır. Son olarak Suriye Sosyal Ulusal Partisinin silahlı kanadı olan Nusur el-Zuba’a (Eagles of the Whirlwind) örgütü vardır. Bu askeri oluşum Esed rejimi tarafından kontrol edilen tüm Suriye vilayetlerinde mevcuttur. 2013 yılında kurulan Ebu İbrahim’in Güçleri olarak bilinen Ceyş el Muvaheddin de rejim güvenlik güçleriyle birlikte iş birliği halinde olup Dürzileri koruyan bir örgüttür. Bu örgüt Süveyde’de, Şam’da ve son olarak ta Kuneytra şehrinde aktif olup rejimle birlikte hareket etmektedir. Dürziler ve Esed Rejimi Bazı Dürzi milisler rejimle yakın ilişkilere sahip olmuştur. Örneğin, 2015 yılında kurulan Dareh el-Vatan Örgütü bunlardan biridir. Esed 2018 yılında yaptığı bir konuşmasında “sadece yaşadığımız bölgeleri korumamız doğru değildir. Suriye bir bütündür ve tüm Suriye’yi savaşıp korumalıyız” diyerek Dürzileri rejimin ordusunda yer almaları konusunda çağrıda bulundu.[11] Ancak Dürziler topluluk olarak buna karşıydı. Dürziler kendi bölgelerini korumak dışında savaşta yer almadıkları için rejim yetkilileri Dürzi köylerinde Halk Komiteleri kurmaya başladı ve bu şekilde Dürzi gençler savaşta yer almaya başladılar.[12] Bu Halk Komiteleri ilk Dera’da başladı, daha sonra Süveyde’de de oluşmaya başladı.[13]  Hermon Dağı’nda bulunan Dürzi köyleri rejim güçlerinin Golan Tepeleri ile iletişimini sağlaması konusunda yardımcı olmaktadır.[14] Rejime hizmet eden ve yakın ilişkileri olan kişilerden bir tanesi de İsam Zahreddindir. Dürzi olan İsam Zahreddin rejimin ordusunda yer alan en etkili ve önde gelen komutanlardan biridir. Ailesinin nesiller boyu orduda yer aldıkları bilinmektedir. Örneğin, babasının dedesi eski Suriye Savunma Bakanıdır. Yaptığı işkencelerle ün kazanan Zahreddin, Deyr ez Zorda rejime yardım etmek amaçlı örgüt kurarak Süveyde’den onlarca kişiyi silahlandırmıştır.[15] Daha sonra, Albay Ali Huzam’ın öldürülmesinin ardından Deyr ez Zor şehrinde rejim güçlerinin liderliğini üstlenen Zahreddin 2017 yılında Deyr ez Zor’da bir mayının patlaması sonucunda ölmüştür.[16] Süveyde, Esed Rejimi için de oldukça önemli bir bölgedir. Süveyde’de bulunan Cebel el-Dürzi Suriye’nin Ürdün ile kara bağlantısını sağlayan bölge olduğundan, rejim Ürdün üzerinden daha fazla muhalifin ülkeye girişini engellemek için bu bölgede nüfuzunu arttırması gerektiğinin farkındadır. Bu nedenle Esed Akıl diye bilinen Dürzi şeyhleri veya liderleriyle gayri resmi anlaşma yaparak bu bölgede bulunan silahlı Dürzileri koruma kararı almıştır.[17] Dürzilerin Akıl olarak bilinen üç tane önde gelen liderleri vardır. Bunlardan bir tanesi 2015 yılında Esed rejiminden Dürzileri silahlandırma talebinde bulunan ve daha sonra 2018 yılında Dürzi gençleri rejimin ordusunda askerlik görevlerini yerine getirmeleri için çağrıda bulunan Hikmet el-Hicri’dir.[18] Bu üç akıl şeyhinin üzerinde anlaşmaya vardıkları ender konulardan bir tanesi “Onurlu Adamlar” hareketinin lideri ve kurucusu olan Şeyh Vahid el-Balus aleyhine fetva vermeleri olmuştur. Rejimin ordusu Cebel el Dürzi’yi korumak için çok fazla çaba sarf etmemekte. Halep veya Humus’daki rejimi savunmaktansa yaşadıkları toprakları savunmak için daha fazla motive olan ve bölgeye hâkim olan milisler bu görevi üstlenmiş durumda. Esed rejimini destekleyen Rusya, Süveyde’de DAEŞ’in kaçırdığı Dürzilerin serbest bırakılması için aktif ve önemli rol oynamıştır. Moskova bu konuyu konuşmak üzere Lübnan ve Suriye’den Dürzi liderleriyle görüştü. Bunların başında Lübnan milletvekili Timur Canbolat gelmektedir.[19] Bunun sonucunda Rusya, kadın ve çocuklardan oluşan 19 rehin kurtardı.[20] Dahası, Rusya Süveyde Vilayetinde bulunan Dürzi şeyhler ve aşiret liderleriyle görüşerek, bu bölgede kendine hizmet edecek askeri gruplar kurma çabasındadır. Üstelik Süveyde’de milisler kurup onları sadece Suriye’de değil Libya’da Rusya safında savaşmak üzere götürme emeline sahiptir. Son Durum Zaman geçtikçe Süveyde Vilayetinde adam kaçırmalar ve cinayetler başladı. Süveyde’de 50’den fazla Dürzi kayıptır.[21] Bölgede ki güvensizlik, istikrarsızlık, işsizlik Esed rejimi ve Dürzi toplumu arasında gerilimlerin başlamasına neden olmuştur. Üstelik zor yaşam koşulları Dürzi gençleri Libya’da savaşmak ve ya Hizbulluh bağlantılı milislerle ilişki kurma ve uyuşturucu kaçakçılığında yer almaya itmiştir.[22] Dürzilerin rejime karşı olan hoşnutsuzlukları vilayetteki zor yaşam koşulları ve artan işsizlikten kaynaklıdır. 2020 yılının haziran ayında yüzlerce Dürzi ülkedeki yaşam koşullarının düzelmesi için Süveyde sokaklarındaki gösterilere katılmıştır.[23] Şam ve Süveyde vilayetleri, Dürzi milisler ve rejim yanlısı güçler arasında çatışmalar başladı. Hatta Dürzi milisler rejimin Hava Kuvvetleri İstihbaratı karargahına saldırarak rejimi 16 saatten fazla vilayetin dışında tutmayı başarmıştır. Dahası Vahid el Balus’un başkanı olduğu Onurlu Adamlar harekâtına mensup olanları zorunlu askerlik hizmeti için tutuklanan genç Dürzi erkekleri serbest bırakılması için hükümetin gözaltı merkezlerine baskınlar düzenlendi.[24] Bu örgüt Süveyde’de güvenliğin sağlanamamasını ve ekonomik krizinin sorumlusunu Esed rejimi olarak görmekte ve suçlamaktadır.[25] Kısacası, Hafter’in askerleri yerine savaşmak için Süveyde’den genç erkeklerin orduya alınması, zor yaşam koşulları, kötü hizmetler Dürziler ve Esed rejimi arasında gerilimi arttırıyor.[26] Güney Suriye’deki gelişmeler Esed rejiminin askeri kontrolü altına aldığı bölgelerde istikrar ve güvenlik sağlayamadığı göstermektedir.   [1] ماذا تخبئ الخارطة السياسية ؟ السويداء.. جزيرة معزولة تنتظر مصيرها"”, Enab Baladi, 2017 [2] “ابرز 7 معلومات عن محافظة السويداء السورية التي هاجمتها "الدولة الاسلامية"”, BBC News Arabic, 2018 [3] “Syria’s Druze Minority Walk a War-Time tightrope”, Arab News, 2018 [4]فابريس بالونش  “الدروز والرئيس الاسد: حلفاء استراتيجيون”, The Washington Institute For Near East Policy,  2016 [5] خلدون زين الدين.. أول ضابط درزي منشق"” 2017 [6] خلدون زين الدين.. أول ضابط درزي منشق"” 2017 [7] Fabrice Balanche, “The Druze and Assad: Strategic Bedfellows”, The Washington Institute for Near East Policy, 2016 [8] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل, Jusoor For Studıes, 2020 [9] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل, Jusoor For Studıes, 2020 [10] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل, Jusoor For Studıes, 2020 [11] دروز سوريا اقلية حيدت نفسها في الصراع السوري...حتى دعاها الأسد الى الجيش, Raseef22, 2018 [12] وسيم نصر  “هل دخل الدروز على خط المواجهة الى جانب النظام السوري”,  France 24, 2013 [13]وسيم نصر  “هل دخل الدروز على خط المواجهة الى جانب النظام السوري”,  France 24, 2013 [14] Ibrahim Al-Assil, Randa Slim, “The Syrian Druze at a Crossroads”, Middle East Institute, 2015 [15] عصام زهرالدين...رجل الاسد الذي توعد اللاجئين"”, Al Jazeera, 2017 [16] عصام زهرالدين...رجل الاسد الذي توعد اللاجئين"”, Al Jazeera, 2017 [17] فابريس بالونش  “الدروز والرئيس الاسد: حلفاء استراتيجيون”, The Washington Institute For Near East Policy,  2016 [18] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل"” Jusoor for Studies, 2020 [19] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل"” Jusoor for Studies, 2020 [20] السيطرة في محافظة السويداء الواقع والمستقبل المحتمل"” Jusoor for Studies, 2020 [21] وسيم نصر  “هل دخل الدروز على خط المواجهة الى جانب النظام السوري”,  France 24, 2013 [22] Suhail Al Ghazi, “Insecurity In Southern Syria: Tracking Daraa, Quneitra and Suwayda”, ORSAM, 2021 [23] Dima Abu Maria, “Syrian Druze Turn Against Assad Regime” The Medialine, 2021 [24] “How Did Al-Suwayda Provinve Avoid The Syrian Civil War?” NAVANTI [25] Sami Al Ali, “Suwayda’s Men of Dignity Hold Syrian Government Responsible For Country Collapse”, North Press Agency, 2021 [26] Suhail Al Ghazi, “Insecurity In Southern Syria: Tracking Daraa, Quneitra and Suwayda”, ORSAM, 2021
Başarısız YPG-ENKS Görüşmeleri Sonrasında ENKS, Türkiye ve Suriye Muhalefetine Yakınlaşmaya mı Çalışıyor?  Emre Güngör  
YPG ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) arasındaki müzakerelerin başlangıcı 2012 yılına dayanmaktadır. Esed rejiminin toprağı YPG’ye devretmesi ile YPG, Afrin, Ayn el Arab ve Kamışlı bölgelerini kontrol etmeye başladı. Yönetimi sürdürebilmek için farklı Kürt partileri ile anlaşmaya çalışan YPG, gereken desteği Suriye’de Mesud Barzani’nin etkisinde olan ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ile müzakerelerle sağlamaya çalıştı. Yapılan görüşmeler ardından “Erbil Anlaşması” imzalansa da çok geçmeden iki tarafta belirlediği siyasi politikaların çok farklı olduğunu gözlemleyince, anlaşma YPG tarafından uygulanmadı. 2014’de DEAŞ’ın Suriye’de güçlenmesi ve YPG’nin elindeki şehirlere saldırmasıyla birlikte tekrardan desteğe ihtiyaç olduğunu gören terör örgütü, önceden yaptığı gibi tekrardan IKBY’e başvurup bir askeri destek istedi. Böyle bir ortamda YPG ve ENKS Mesud Barzani’nin girişimiyle 2014 yılında Duhok’ta müzakerelere başladı. 9 gün boyunca süren görüşmeler ardından taraflar 23 Ekim’de temel konular üzerine anlaşmaya vardıklarını duyurdu. Söz konusu anlaşmada ise şunlar geçerliydi: Sözde özerk yönetimde ENKS ve YPG’nin siyasi çatı temsilcisi olarak TEV-DEM’in yüzde 40 temsiliyet sahibi olması, geri kalan partiler ve bağımsız adaylar için ise yüzde 20 temsiliyet hakkı öngörülüyordu.[1] Özerk yönetimde müzakerelerin sürmesi adına “Siyasi Karar Mekanizması” kurulacak, 12 kişi TEV-DEM temsilcisi olarak, 12 kişi ise ENKS temsilcisi olarak ortak bir payda oluşturulmaya çalışılacaktı. Son olarak ise anlaşmada askeri güçlerin (YPG ve Roj Peşmergeleri) ortaklaşa çalışması ve ileriki aşamada birleşmesi kararı alınmıştı.[2] Taraflar arasında anlaşmaya varılmasına rağmen özellikle YPG’nin anlaşmayı hayata geçirmemesi nedeniyle süreç daha fazla ilerlememiştir. Aynı şekilde Suriye’den sürülmüş Roj Peşmergeleri de anlaşmaya uyulmadığı için Suriye’ye dönmemiş, Irak’ta IKYB desteğiyle eğitilmeye devam edilmiştir. Bu süreç devam ederken DEAŞ’ın Ayn el Arab (Kobane) kuşatması, YPG’nin ABD öncülüğünde uluslararası desteği arkasına olmasına yardımcı oldu. Bu destekle beraber YPG, 2015’de örgütün adını temize çıkartmak için Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adında bir oluşum kurdu. Aldığı silah ve diplomatik destekle güçlenen YPG’nin böylece ENKS’ye ihtiyacı kalmamıştı ve bu süreçten sonra IKDP desteğini alan Kürt aktörlere karşı sert politikalar izlemeye başladı. YPG’nin izlediği sert politikalara ek olarak ENKS, YPG’nin aksine Esed rejimi ile çalışmayı doğru bulmuyor, Esed’in Suriye’deki Kürtlere vatandaşlık haklarını sağlayacağını düşünmüyordu. YPG’nin bakış açısında ise ENKS, SMDK’nin bir üyesi olarak Türkiye ve muhalefet ile çalışan bir oluşumdu. Ayrıca ENKS’nin yönetime katılması Suriye’deki tek partili yönetimini kıracağı için YPG, özellikle sözde özerk yönetim ve savunma alanlarında çalışmaya çok istekli bir görünüm sergilemiyordu. 2016 ve Sonrası Türkiye’nin Fırat’ın doğusunu “kırmızı çizgi ilan etmesi” ve Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridorunun oluşturulmasına izin vermeyeceğini açıklamasının ardından gelen 3 askeri operasyon, YPG’nin elindeki sabit gücü kırmaya başlamıştı. Aynı şekilde YPG/SDG yapılanmasının PKK’nın bir Suriye kolu olduğunu uluslararası kamuoyuna ısrarla belirten Türkiye, diplomasi yoluyla gerek ABD gerek Rusya ile işbirliği içerisinde süreci yönetti. Özellikle Barış Pınarı Harekatı ile ABD’nin YPG’yi koruması ne kadar devam edebileceği belirsizdi. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de önceki ABD Başkanı Trump’ın politikalarıydı. ABD’nin bazen Türkiye’ye sert çıkışları bazen ise Suriye’den Amerikan askerinin çekilme sinyalleri YPG’nin Amerikan himayesinde ne kadar süre durabileceğini de sorgulatmaktaydı. Bu koşullarda YPG, kendini meşrulaştırabilmek ve gücü elinde tutabilmek adına tekrardan fakat eskisinden daha oturmuş bir siyasi güç olarak ENKS ile müzakerelere başladı. ABD desteğini kaybetmek istemeyen YPG, ABD’nin de desteği ile özellikle 2020’den itibaren ENKS ile müzakerelerde bulunmuştur. 17 Haziran 2020’de ise ENKS ile PYNK/YPG arasında bir genel anlaşma imzalanacağı duyurulmuştur.[3] YPG’nin ENKS ile anlaşmasının YPG’ye getireceği kazançlar ise şunlardır: YPG, eğer Barzani desteğini alan ENKS ile birleşme yolunu seçerse kendisine hem Irak hem Suriye’de bir meşruiyet alanı oluşturacak, aynı şekilde ABD ve Fransa ile birlikte “PKK ile YPG aynı değildir” tezini güçlendirmeye çalışacaktır. Bu şekilde yeni yönetim oluştururken bir terör örgütü ile değil, Kürt halkının temsilcisi imajı bir yapı oluşturma planlarının bulunması çok yüksek bir ihtimaldir. Böylece ABD, Türkiye’nin de politikalarını yumuşatmaya çalışarak Suriye’de demokratik bir yönetim kurulduğu iddiasıyla YPG üzerinde garantörlüğü devam ettirilmesi hedeflenmekteydi.[4] Sahadaki aktörler YPG ile ENKS’nin bir anlaşma duyuracağını beklerken, Türkiye’de ve Irak’ta baskılar sebebiyle gücü azalmış olan PKK kanadı, bu birleşmeyi desteklememektedir. YPG/SDG komutanı Mazlum Abdi çoğu zaman ABD öncülüğünde bir müzakere sürecini desteklemesine karşın, YPG’nin şahin kanadının temsilcisi Alder Halil gibi isimler müzakereye karşı çıkmaktadır. Bunun en büyük sebebi ise zaten Irak’ta ve Türkiye’de güç kaybeden PKK’nın yönetiminden tamamen egale olunmaması yönünde endişelerdir. Kandil kadrosu ile IKDP arasındaki geçmişten gelen sürtüşmeler bulunmaktadır. PKK/YPG’nin Kandil çizgisine yakın olan tarafları, ENKS ve IKDP’ye güvenmemektedir. Aynı şekilde Başhur ve Şengal’de yaşananlar dolayısıyla Irak Kürt Bölgesel Yönetimi de Kandil’e karşı bir tavır almıştır.[5] Bu bakış açısında Barzani yönetiminin Türkiye’ye olan ılımlı politikaları da etkilidir. Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile diplomatik ilişkilere sahip olup PKK’nın varlığını Irak’ta tehdit etmektedir. Bu sebeplerden dolayı da Kandil kadrosu, Barzani yönetimine ve ENKS’ye karşı sorunlar çıkartmakta, süreci baltalamaktadır.[6] Ayrıca Kandil’deki PKK kadrosu ENKS’nin yönetime katılmasıyla YPG yönetiminin “Apocu” çizgiden kayacağını düşünmektedir. Bunun en açık örneği PKK’da üst düzey yönetici olan Cemil Bayık’ın müzakerelerin devamını destekleyen Mazlum Abdi’nin, “Başkan Barzani’ye teşekkür ediyorum” açıklamasını kınayıp, “Teşekkür edilmesi gereken kişi Barzani değil, Abdullah Öcalan’dır. Bu açıklama kabul edilemez” demesinin ardından Suriye’nin kuzeydoğusunda ENKS karşıtı yürüyüşlerin başlatılmasıdır.[7] Müzakereler devam ederken 25 Ekim 2020’de ENKS Başkanlık Kurulu Üyesi Muhammed İsmail’in, “Roj Peşmergeleri’nin SDG’ye katılacak” açıklaması üzerine birlik konuşmalarının devam ettiği ve bunun ABD destekli SDG üzerinden yapılacağı anlaşılmaktadır.[8] Fakat ABD’de yeni başkanlık seçimlerinin gelmesi ve PKK/YPG’nin Roj Peşmergeleri’nin Suriye’ye dönüşünü reddetmesi gibi sebeplerden ötürü iddia gerçekleşmemiştir. Aralık 2020’de ise PKK’ya yakın duran ve müzakerelerde TEV-DEM üyesi olarak bulunan Alder Halil’in müzakerelerin durduğu açıklamasıyla beraber anlaşmaların yapılamadığı anlaşılmaktadır. Halil’in açıkladığına göre, ENKS ile ayrışılan konular başında aynı geçmişte yaşandığı gibi şu konular sorun yaratmaktadır:  Öz savunma, kadın özgürlüğü, anadil ve eğitim konuları, toplum sözleşmesinin değiştirilmesi. Ayrıca ENKS’nin bir anda gelip yönetimin yüzde 50’sine talep olması Özerk yönetim içinde tepki çekmiş ve bu nedenle müzakerelerin ilerlemediği açıklanmıştır.[9] 16 Aralık 2020’de ise Barzani’nin kontrolündeki Peşmerge güçleri ile PKK’nın arasındaki çatışmalar Kandil kanadının ENKS ile yönetim paylaşma gibi bir derdi olmadığının kanıtıdır.[10] 2021’e gelindiğinde ise hali hazırda sıkıntıda olan müzakereler, Alder Halil’in “ENKS bir KDP uzantısıdır. Bugüne kadar düşmanla çalışıyordunuz” demesi ve ardından ise “Roj Peşmergeleri, Peşmerge değil Türkiye’nin çetesidir”[11] dedikten sonra müzakerede tansiyon iyice artmış[12], Alder Halil’e birçok tepki gelmiştir.[13] Alder Halil’in sözlerinin ardından, Mazlum Abdi müzakerelerin devam etmesi gerektiğini, Roj Peşmergeleri konusunun da ABD’nin de müzakerelere yardımı ile Rojava’ya dönebileceğini vurgulamıştır.[14] Bu yaşananlar ardından YPG içindeki Kandil kadrosuna daha yakın tarafın müzakere sürecine tamamen düşman olduğu görülmüş ve müzakereler daha çok Mazlum Abdi ve ABD önderliğinde götürülmeye çalışılmıştır. Diğer yandan, ENKS temsilcisinin müzakerelerden beklentilerinin YPG’nin PKK’dan ayrılması ve yeni kurulan yapı ile YPG tarafından kontrol edilen bölgelerin Suriye Geçici Hükümeti tarafından kontrol edilen Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekatları bölgeleri ile birleştirmek olduğunu söylemesi, müzakerelerin YPG açısından da bitmesine sebebiyet vermiştir.[15] 29 Mart 2021’de ise PYNK/YPG tarafı, ENKS ile müzakerelere devam edilmesi gerektiğine yönelik çağrılar yapsa da[16] görüşmeler devam etmemiştir. ABD heyeti 10 Nisan 2021 tarihinde  ENKS’ye ziyaret etmiş, ardından ise 15 Nisan 2021’da YPG ile görüşmüştür. ABD’nin iki taraf ile ayrı ayrı yaptığı görüşmelere rağmen ENKS ile YPG arasındaki müzakereler tekrar başlamamıştır ve ENKS’ye bağlı siyasi ofisler, YPG tarafından hedef alınmaya devam etmiştir. ABD’nin sonuçsuz kalan müzakereleri tekrar başlatma girişimleri sürerken, SMDK Başkanı Nasr Hariri’nin Erbil’e yaptığı ziyaret sonrası ENKS Suriye Geçici Hükümeti’nin kontrolündeki bölgelerde daha aktif rol oynaması için zemin oluşturulmuştur.[17] Bununla beraber Afrin’de bulunan ENKS ofisleri siyasi faaliyetlerine devam etmekle beraber, Afrin’in farklı şehirlerinde Nevruz kutlamaları yapmıştır.[18] Bu durum, ENKS’nin YPG ile müzakerelerin başarısız olması ile daha fazla Suriye muhalefetine ve Türkiye’ye yakınlaşmaya çalıştığına ve YPG ile görüşmeleri yeniden başlatmama kararı aldığına işaret edebilir.   [1] https://www.suriyegundemi.com/pyd-ve-enks-anlasmasinin-oenuendeki-engeller [2] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141023_dohukanlasmasi [3] https://www.indyturk.com/node/197561/dünya/enks-ile-pynk’den-ortak-açıklama-kısa-zamanda-yeni-bir-genel-anlaşma [4] https://www.suriyegundemi.com/ypg-enks-gorusmeleri-nereye-dogru [5] https://www.basnews.com/tr/babat/669018 [6] https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/110220216 [7] https://darkamazi.com/archives/1011557 [8] https://www.gazeteduvar.com.tr/iddia-roj-pesmergeleri-sdgye-katilacak-haber-1502626 [9] https://ozgurmanset.net/aldar-xelil-enks-ile-gorusmeler-durdu-geri-adim-atilmayacak-konular-var/ [10] https://avatoday.net/tr/node/12624 [11] https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/130120211 [12] https://www.basnews.com/tr/babat/662201 [13] https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/201220206 [14] https://www.basnews.com/tr/babat/662201 [15] https://www.kurdistan24.net/tr/story/50957-ENKS’den-Çavuşoğlu-görüşmesine-dair-açıklama- [16] https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/290320218 [17] https://www.basnews.com/tr/babat/673624 [18] https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/22032021
Terör Örgütü YPG’nin Bombalı Araç Saldırıları Kutluhan Görücü  
Suriye’de halk ayaklanmasının onuncu yılına girdiğimiz Mart 2021’de, geçtiğimiz yıla nazaran kontrol sahasının değiştiği askeri operasyonlar görülmese de ülke içerisinde çeşitli grupların veya terör örgütlerinin faaliyetleri hız kesmeden devam ediyor. Bu noktada, İdlib’te Suriye Milli Ordusu (SMO) içerisinde yer alan Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC), Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), El Kaide bağlantılı gruplar, yabancı savaşçılardan oluşan yapılar, son dönemde ortaya çıkan ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK) hedef alan bazı El Kaide artığı olduğu düşünülen radikal yapılar ve bunun yanında HTŞ’yi hedef alan bazı hücreler dikkat çekiyor. Ülkenin güneyinde Dera’da ise rejimle uzlaşmayı reddeden ve yeraltına çekilen muhalifler ile Esed rejimi arasında suikast saldırılarının yanı sıra, çöl bölgesi olarak isimlendirilen Badiya’da DEAŞ; rejim, İran destekli milisler ve SDG/YPG güçlerine yönelik saldırılarını artırarak sürdürüyor. Ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda; Türkiye destekli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde, YPG/SDG’nin başta bombalı araç saldırıları olmak üzere sınır hattındaki sızma ve saldırı girişimleri son dönemde ciddi bir yükseliş trendi içerisinde. Buna bağlı olarak Tel Rıfat, Ayn İsa, Tel Temr cepheleri ile Bab doğusunda ve zaman zaman batısında YPG/SDG ile SMO arasında çatışmalar yaşanıyor. Özellikle son dönemde Ayn İsa’ya yönelik TSK'nın yoğun askeri baskısı, bölgeye Rus birliklerin gelmesine ve Esed rejimi ile SDG’nin kentin rejime devri üzerine müzakereler gerçekleştirmesine neden olmuştu. Son dönemde altı çizilmesi gereken en önemli nokta ise Biden yönetiminin iktidara gelmesi ve ABD’nin Ortadoğu kadrosunun değişmesiyle, saldırıların yükselişi arasındaki paralellik oldu. Saldırılar ve Kayıplar Mart 2021 itibarıyla bölgedeki askeri durumu özetlesek de bu yazının asıl odak noktası, terör örgütü YPG’nin bombalı araç saldırılarıdır. Söz konusu saldırılar, maalesef Türkiye kamuoyunun gündemi içerisinde kendine yeterince yer bulamasa da Suriye’de alışılagelmiş bir hal aldı. Öncelikle bu terör saldırılarının Türkiye’nin Suriye sahasına girmesinden itibaren artarak devam ettiğini ve özellikle Zeytin Dalı Harekatı’nın ardından PKK’nın taktik unsurlarından biri haline dönüştüğünü belirtmek gerekir. Afrin’de SMO kontrolünün sağlandığı dönemin başlarında, YPG hücreleri ciddi saldırılar düzenlemişti. Günümüzde bu saldırıların El Yapımı Patlayıcı (EYP) ya da bombalı araç saldırısına döndüğü görülüyor. Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi, YPG’nin TSK ve müttefik unsurlara yönelik saldırıları Haziran 2018’de belirgin bir artış göstererek, bugüne değin sürdü. Haziran 2018’den 18 Ocak 2021’e kadar YPG/PKK tarafından TSK ve müttefik unsurlarına yönelik toplam 695 saldırı gerçekleştirildi. Buradaki grafik, terör örgütü PKK/YPG’nin gerçekleştirdiği 695 saldırının tipini göstermektedir. Söz konusu tarihler arasında 158 bombalı araç saldırısı olmuştur. Bombalı araç, EYP ve silahlı mukabeleler, 695 saldırının 428’ine yani toplam saldırıların yarısından fazlasına tekabül etmektedir. Nitekim bombalı araç ve EYP saldırıları neticesinde yaşanan büyük can kayıpları da göz önüne alındığında durumun vahameti netlik kazanmaktadır. Yukarıdaki grafikte ise YPG’nin gerçekleştirdiği bombalı araç saldırıları aylık olarak gösteriliyor. 2018’den itibaren düzenli olarak en az bir en çok 18 olmak üzere her ay bombalı araç saldırısı olmuştur. Temmuz 2019’da, Barış Pınarı Harekatı öncesinde, bombalı araç saldırılarının 18’e ulaşarak zirve yaptığı görülmektedir. Bir diğer grafiğimiz olan üstteki grafikte yer alan ısı haritasında, bombalı araç saldırılarının lokasyonları gösteriliyor. Harita dikkatle incelendiğinde bombalı araçların özellikle sivil yerleşim yerlerine ve şehir merkezlerine odaklandığı görülmekte. Harita, açıkça ortaya koymaktadır ki; YPG/PKK bombalı araç saldırısını askeri bir teknik olarak değil terörizmin parçası olarak görüyor ve sivillere karşı uyguluyor. Nitekim bu saldırılar sonucunda 284 kişi hayatını kaybetmiştir. Bombalı araç saldırıları ve can kaybı analizini gösteren grafikte de görüldüğü gibi bombalı araç saldırılarının sayısı ile can kayıpları paralellik göstermiyor. Nitekim yalnızca bir saldırının gerçekleştiği bir ayda 42 kişi hayatını kaybederken, toplam 18 bombalı araç saldırısının gerçekleştiği bir ayda 24 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu grafik de ortaya koymaktadır ki, YPG’nin askeri bölgeleri değil sivil alanları özellikle de çarşı, şehir merkezi veya pazar alanlarını hedef aldığı saldırılarda can kaybı artmıştır. Mevcut bombalı araç saldırılarının dışında da çeşitli araçlarla YPG/PKK terör üretmeyi sürdürüyor. Maalesef Türkiye, altyapı hizmetlerinden eğitime, askeri düzenden emniyete kadar Suriyeli muhaliflere danışmanlık sağlasa da PKK’nın terör faaliyetleri söz konusu istikrar çabasına sekte vuruyor. Mevcut durum bir taraftan Türkiye’nin bölgedeki imajını gölgeleme çabası içerirken diğer taraftan bölge üzerinde beşinci kol faaliyeti yürütülmesine de yol açıyor. Nitekim rejim ve YPG, söz konusu terör eylemleri nedeniyle Suriyeli muhalifleri ve Türkiye’yi istikrarsızlığın kaynağı olmakla suçlarken, bölge halkını da bu bağlamda kışkırtıyor. Yapılanlar ve Yapılabilecekler Türkiye’nin yoğun çabasına rağmen, PKK’nın terör faaliyetleri, rejim ve Suriye üzerinde etkin küresel ve bölgesel güçlerin örtülü desteğiyle sürmektedir. Bunun yanında SMO’nun kontrol ettiği bölgelerde doğal sınırların olmayışı, iç göçten dolayı nüfusun artmış olması, kolektif bir emniyet anlayışından uzaklık ve rüşvet gibi nedenler de PKK terörüne zemin sağlamaktadır. Bu noktada her bombalı araç saldırısının Türkiye’nin bölgedeki barış çabalarına zarar verme kapasitesi taşıdığı, istikrar ve güvenlik bağlamında boşluklar ortaya çıkardığı görülüyor. Saha kaynaklarıyla yapılan görüşmelerde, bu ve benzeri görüşler dillendirilmektedir. Bu nedenle bombalı araç saldırıları başta olmak üzere Suriye’de PKK/YPG terörü tüm boyutlarıyla yeniden değerlendirilerek, angajman kuralları tekrar şekillendirilmeli; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı veya Barış Pınarı bölgelerinde patlayan torpil için dahi PKK sorumlu tutularak misliyle mukabele edilmelidir. Her patlayan bomba için bir köy veya bir kasaba PKK/YPG’den arındırılmalı, Suriye’deki PKK kamplarına yönelik SİHA/hava saldırısı gerçekleştirilmelidir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi, hedef alınan unsurların SDG içerisindeki Arap unsurlardan ziyade doğrudan PKK/YPG kadroları olması bağlamındadır. Nitekim terör örgütü YPG, özellikle Arap unsurları kullanarak TSK ve SMO ile cephe noktalarında karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Böylece ortaya çıkacak gerilimden faydalanarak kendi gücünü korumayı hedeflemektedir. Bu yaklaşım biçimi iyi analiz edilerek sürece odaklanılmalıdır. Sonuç olarak, öncelikle bombalı araç saldırılarının önüne geçilmesi, Suriye Geçici Hükümeti (SGH) tarafından bir strateji olarak kabul edilmelidir. Bununla birlikte geliştirilen güvenlik önlemlerinin yanında bölge halkının tamamının kimlikleri çıkarılmalı, araçların da tek tip plakaya kavuşması sağlanmalıdır. Bunun yanında bölgeye elektrik sağlanması konusunda çalışmalar hızlandırılarak sokakların aydınlatılması ve güvenlik kameraları marifetiyle izlenmesi sağlanmalıdır. Ek olarak SMO ve Emniyet birimleri içerisinde zafiyet gösterenlere yönelik caydırıcı cezalar devreye alınmalı, özellikle emniyet teşkilatı yeniden yapılandırılmalıdır. Türkiye bugüne kadar attığı adımlara ilaveten yeni güvenlik konseptine uygun stratejileri de hayata soktukça ve SGH de ödevlerini yerine getirdikçe bu bölgede ciddi bir farklılaşma olabilir. Böylece YPG/PKK de muhalif bölgeleri terörize etme yaklaşımını rafa kaldırmak zorunda kalacaktır. Kaynak:https://kriterdergi.com/dis-politika/teror-orgutu-ypgnin-bombali-arac-saldirilari
İdlib’de Son Durum Ne? Ömer Özkizilcik  
Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile özgürleştirilen ilk şehir olan Cerablus Rus hava kuvvetlerinin saldırısına maruz kaldı. Saldırıda hedef alınan petrol rafinerisi Fırat Kalkanı Harekatı bölgesindeki sivil yaşam için büyük ehemmiyete haiz olan bir alandı. Nitekim bölgede elektrik, su ve ısınma ihtiyaçları benzin ile sağlanmaktadır. Bu saldırının hemen akabinde Rus hava kuvvetleri İdlib bölgesinde Türk sınırına 10 km yakınlıkta Suriye Milli Ordusu’nun eğitim kampını hedef aldı ve 50’nin üzerinde Suriyeli askeri şehit etti. Saldırıda hedef alınan Feylak el-Şam grubu Türkiye’nin İdlib’de en yakın çalıştığı gruptur. Grup aynı zamanda bölgedeki Türk askeri için ön güvenliği sağlamakla sorumludur. Buna ilaveten Feylak el Şam’ın hem Astana görüşmelerinde hem de anayasa komitesi çalışmalarında temsilcisi bulunmaktadır. Peki, Rusya neden hem Cerablus’u hem de Suriye Milli Ordusu’nu hedef aldı? Aslında bunun cevabı Azerbaycan’ın Karabağ’ı özgürleştirmesi ve Türkiye’nin bu süreçte oynadığı aktif rolde bulunmaktadır. Rusya açısından bu o kadar aleni ki geçtiğimiz günlerde katıldığım yabancı kanaldaki tartışmada ilk sözü alan Rus araştırmacı da İdlib’deki saldırının Türkiye’ye Karabağ’daki rolüne dair bir uyarı olduğunu ifade etmekten çekinmedi. Hatta Rus haber ajansları İdlib’deki saldırıda hedef alınan Suriyelilerin Karabağ’a savaşmak üzere eğitim gördüğü yalanını ortaya attı. Anlaşılan o ki Rusya’nın kendi “sorumluluk alanı” olarak gördüğü Kafkaslar’da Türkiye’nin aktif bir politika oynamasından rahatsızlık duymaktadır. Buna ilaveten, Türk yapımı SİHA’ların Suriye ve Libya’dan sonra Karabağ’da da Rus Hava Savunma Sistemleri’ni imha etmesi ve Türkiye’nin Ukrayna ile yaptığı savunma sanayii iş birliği ve ortak üretim anlaşmaları da gelmektedir. Kısaca, Türkiye’nin proaktif dış politikasından rahatsız olan Rusya, Türkiye’ye Suriye üzerinden uyarı mesajı göndermektedir. Benzer bir durum geçtiğimiz aylarda da yaşanmıştı. Türkiye’nin Libya’daki büyük galibiyeti sonrasında Rusya Suriye’de el-Bab şehrini bombalamıştı. Saldırının akabinde Türkiye sınırında bulunan Dirbesiye kasabasında YPG ile toplantı halinde olan Rus subayları kamikaze drone saldırısına maruz kalmış ve yaralanmıştı. Bu olayın sonrasında Rusya tarafından uzun bir süre benzer bir provokasyon gerçekleşmemişti. Görünen o ki Rusya Türkiye’nin dış politikasından rahatsız olduğunda ne Libya’da, ne Kafkaslarda, ne Karadeniz’de ne de başka bir sahada Türkiye’nin doğrudan karşısına çıkmıyor. Ancak kendisini askeri olarak üstün gördüğü Suriye’den cevap vermeye cesaret edebiliyor. Nitekim İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi anlaşmasındaki tecrübe gösteriyor ki Rusya askeri olarak caydırıcılık ile karşılaşmadığında daha fazla agresifleşiyor ve anlaşmalara rağmen ihlallerini artırarak devam ettiriyor. Türkiye Bahar Kalkanı Harekatı’nda olduğu gibi askeri caydırıcılığını gösterdiğinde Rusya masada anlaşma yapmayı kabul ediyor. Türkiye bir yandan Rusya’ya karşı askeri caydırıcılığını idame ederken diğer yandan da Suriye dosyasında elini güçlendirmelidir. Esed rejimi tarafından kuşatma altına alınan ve cephe hattının gerisinde kalan Türk gözlem noktalarının İdlib’in iç bölgelerine doğru geri çekilmesi son derece doğru bir karar olmuştur. Bu adım ile beraber Türkiye İdlib bölgesini FKH, Zeytin Dalı Harekatı ve Barış Pınarı Harekatı bölgeleri gibi fiili güvenli bölgeye çevirmesi gerekmektedir. Bunu sağlamak için Türk askeri İdlib’deki yoğunlaştırılmış nokta hakimiyetinden alan hakimiyeti modeline geçmeli ve bölgedeki radikal unsurlar tamamen tasfiye edilmelidir. Mart 2020’den bu yana İdlib’de bulunan el-Kaide’ye bağlı grupların askeri yapılanmaları HTŞ tarafından yok edilmiş, lider kadroları ise ABD’nin SİHA saldırıları ile etkisiz hale getirmiştir. Türkiye, Rusya’nın İdlib’deki siyasi kozunu elinden alıp, bölgedeki HTŞ’yi kendisini lağvetmeye zorlamalıdır. HTŞ’nin lağvedilmesi sonrasında Türkiye’nin eli Rusya karşısında özellikle diplomasi masasında daha da güçlenecek ve Türkiye; Rusya’ya YPG’nin Tel Rıfat, Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki varlığı üzerinden baskı kurabilecektir. Hem askeri hem de diplomatik olarak Türkiye’nin Rusya karşısında Suriye’de güçlü konuma geçmesi, Türkiye’yi dış politikada Rusya’ya karşı daha güçlü bir pozisyona getirecektir. Rusya da Suriye üzerinden kendince sopa göstermek yerine Türkiye ile müzakere masasında diyalog ile orta yolu bulma gayretini artıracaktır.https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/omer-ozkizilcik/2020/10/31/idlibde-son-durum-ne