Türkiye’nin İdlib hamlesi ve HTŞ
Astana görüşmeleri bağlamında İdlib bölgesi için varılan ateşkes anlaşmasının sahaya nasıl yansıyacağı merak konusu. Rusya, Türkiye ve İran garantörlüğünde gerçekleşen görüşmelerin 6. turunda alınan kararlar arasında, İdlib’teki ateşkesi denetlemek için askeri birliklerin konuşlandırılması öne çıkıyor. Varılan anlaşmaya göre, harita üzerinde belirlenen sınırlarda Türk ve Rus askeri birlikler tarafların ateşkese riayet etmesini sağlayacak, taraflar arasında esir takası gerçekleşecek ve bölgeye insani yardım sevk edilecek.
HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam)[1] İdlib’te Ahrar-uş Şam gibi rakiplerini yenmesi sonrasında hakimiyetini genişletmiş ve stratejik öneme sahip bölgeleri ele geçirmişti. Geçtiğimiz günlerde, Hama’da rejim ve rejim yanlısı milislere karşı başlattığı saldırılarla Astana görüşmelerinde varılan ateşkes anlaşmasını baltalamaya çalışmıştı. Bu şartlar altında Türkiye’nin İdlib bölgesine nasıl gireceği ciddi bir soru işareti olarak durmaktadır.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye, silahlı kuvvetleri İdlib’e girmeden önce, Astana’da alınan karar ile Suriye halkını korumaya yönelik bir adım atıldığını ve ateşkes anlaşmasını korumak için Türkiye’nin göndereceği askeri birliklerin insani amaçlarla geldiğini kamuoyuna tüm iletişim araçlarını kullanarak net bir biçimde anlatmalıdır. Özellikle İdlib bölgesine hakim olan ve Astana görüşmelerine davet edilmediği için bu toplantıları ‘ihanet görüşmeleri’[2] olarak nitelendiren HTŞ’nin verebileceği saldırgan reaksiyonların önlenmesi, görev alacak Türk askerinin güvenliği için, hayati konuların başında yer almaktadır. Bu aşamada özellikle İdlib ve civarındaki kanaat önderleri ile bu yönde temaslar gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır.
Kanaat önderleri, İdlib halkı ve özellikle bölgede yer alan Suriyeli muhaliflere, Astana görüşmelerinde alınan kararların bir teslimiyet anlaşması olmadığı, İdlib ve çevresindeki yaşayan vatandaşların güvenliğinin uzun vadede güvence altına alınmak istendiği açıkça izah edilmelidir. DAEŞ sonrasında namluların döneceği taraf olan Suriyeli muhalif grupların, kontrol ettikleri bölgeleri kaybetmemeleri için bu adımların atıldığı konusunda ikna edilmeleri gereklidir.
İdlib’in ikinci bir Halep, Rakka veya Musul olmaması için Türkiye’nin bu sorumluluğu üstlenmesinin zaruri olduğu açıkça ifade edilmelidir. HTŞ ve yerel ÖSO unsurlarının başlattığı son Hama operasyonu, muhaliflerin askeri kapasitelerindeki düşüşü açıkça göstermektedir. Rejim’in birliklerini Suriye’nin doğusuna kaydırmasına rağmen muhalifler, Hama cephesinde hava saldırılarına karşı koymakta güçlük çekmiştir. Bunun ardından, Suriyeli muhalifler arasında, “Rus ve İran destekli rejim yanlısı milislere karşı koymak için ellerinde yeterli imkan olmadığı„ yönünde söylemler yaygınlaşmaktadır.
Uluslararası siyasi konjunktüre göre de, İdlib’e yapılacak olası bir saldırıda, Suriyeli muhaliflere sadece Türkiye ve Körfez ülkeleri tarafından abluka altında olan Katar‘ın yardım etmeye hazır olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Batılı devletlerin, Esed rejiminin İdlib operasyonunu ‘terörle mücadele’ bağlamında desteklemeseler bile sessiz kalacakları fazlasıyla öngörülebilirdir. Halep için yardım etmeyen uluslararası aktörlerin, HTŞ’nin hakimiyet alanını genişlettiği İdlib için de yardım etmeyeceği açıkça ortadadır. Türk askerine karşı gerçekleşecek bir saldırı durumunda, çok yüksek seviyede siyasi ve askeri tedbirlerin ortaya konulacağı muhataplara açık ve net bir şekilde belirtilmelidir.
HTŞ ne yapmalı?
Türkiye ve HTŞ arasında karşılıklı çıkara dayalı bir angajman oluşturulmalıdır. HTŞ belli bölgelerden çekilmeli ve Türk askerinin ikmal yollarına karşı bir girişimde bulunmamalıdır. Aksi takdirde Türkiye’ye savaş açan HTŞ, karşısında Suriyeli muhalifleri bulacağı gibi, Türk Ordusu karşısında da herhangi bir şansı olmayacaktır. TSK’ya karşı uygulayabileceği gerilla taktikleri ile belirli düzeyde kayıplara sebebiyet verme ihtimali olsa da, HTŞ böyle bir çatışmaya girmeyi asla tercih etmemelidir. HTŞ içerisinden ve dışarıdan gelecek kışkırtmalara karşı hatırlatılmalıdır ki, Taliban’ın Afganistan’da ABD’ye karşı sürdürdüğü gerilla savaşı için gerekli olan dağlık arazi şartlarını, Suriye sahası ve İdlib bölgesi sunmamaktadır. Nispeten düz arazi olan ve zeytin ağaçlarının da yaygın olduğu İdlib bölgesinin topografik şartları Türkiye’nin lehinedir. Bundan dolayı gerilla savaşının etki alanı sınırlı olacaktır.
HTŞ ile yapılacak olan muhtemel müzakerelerde Türkiye’nin caydırıcı gücünün ortaya konulması önemlidir. Bunun için ciddi düzeyde bir askeri konuşlandırma elzemdir. Karşısında geniş kapsamlı bir Türk askeri kuvvetini gören HTŞ’nin anlaşmaya yanaşması daha muhtemeldir. Ancak HTŞ farklı yöntemler izlemeyi de tercih edebilir. HTŞ’nin kendisini feshedip, savaşçıların diğer Suriyeli muhalif grupların arasında faaliyete devam etmesinin önü açılmalıdır.
HTŞ’nin Türkiye ile anlaşamadığı ve geri çekilmeyi kabul etmediği her senaryoda, TSK’nın İdlib’e konuşlanması ciddi sorunları beraberinde getirecektir. HTŞ’nin bölgedeki yığınağı, kurduğu istihbarat mekanizmaları, alan hakimiyeti ve edindiği tecrübe Türkiye’nin bedel ödemesini gerektirecektir. Böyle bir senaryoda TSK güçleri arka planda yer alırken, Özgür Suriye Ordusu ve diğer Suriyeli muhalif grupların daha ön planda olması muhtemeldir. Suriyeli muhalifleri yanına alan Türkiye, bölgedeki HTŞ varlığını, istihbarat mekanizmalarını ve alan hakimiyetini iki veya üç aylık bir süre içerisinde önemli oranda geriletme potansiyeline sahiptir.
HTŞ’den yaşanan ayrılıklar
HTŞ son dönemlerde sahada önemli kazanımlar elde etse de, aynı zamanda ciddi kayıplara da maruz kalmıştır. HTŞ’nin en önemli kazanımı, sahadaki rakibi Ahrar’uş Şam’ı yenip, stratejik öneme sahip olan Bab el Hava sınır kapısını ele geçirmesidir. Buna ilaveten, HTŞ, İdlib ve diğer şehirlerde kendisine gayrı-resmi olarak bağlı sivil idareler kurmaktadır. Fakat bu hamlelerin HTŞ için bedeli de az olmamış; HTŞ, ciddi ölçüde kan kaybına uğramıştır: HTŞ’nin Ahrar’uş Şam’a, kendi şer’i heyetinin izni ve şura kararı olmadan saldırması sebebiyle, HTŞ’nin ikinci büyük bileşeni olan Nureddin Zengi Hareketi, gruptan ayrılmıştır. İlerleyen günlerde Nureddin Zengi Hareketi ile çeşitli sorunların ve ufak çaplı çatışmaların yaşandığı görülmüştür. HTŞ komutanlarının sızdırılan ses kayıtları ise grubun ‘gerçek yüzünü’ gösterdiği şeklinde yorumlanmıştır. Ses kayıtlarında ortaya çıkan önemli bilgilerden birisi de, meşhur Şeyh Muheysini’nin öldürülme emridir. Bu emrin ortaya çıkması sonrasında HTŞ’ye hatalarını düzeltmesi için önerilerde bulunan Muheysini, bu önerilerin dikkate alınmaması üzerine gruptan ayrılmıştır. Ayrıca yine meşhur Şeyh Ulyani de HTŞ’den ayrılmıştır. HTŞ’nin Nusra ve haricindeki bileşenleri, savaşçılar ve komutanlar üzerinde önemli nüfuzu olan Muheysini ve Ulyani’nin gruptan ayrılması ile HTŞ projesinin başarısız olduğu yönünde yorumlar güçlenmiştir. Saha üzerinde oldukça etkili iki figürün gruptan ayrılması üzerine, HTŞ’nin en büyük üçüncü bileşeni olan ve eski Ahrar uş-Şam üyelerinden oluşan, Ceys el-Ahrar grubu da HTŞ’den ayrıldığını açıklamıştır. Böylelikle HTŞ artık yalnızca eski el-Nusra örgütü, bazı eski Ahrar uş-Şam üyeleri ve diğer küçük birleşenlerden oluşmaktadır. Bu durum HTŞ’yi eskisinden daha sert ve daha radikal bir tutuma itebilir.
HTŞ’nin Türkiye ile angajmana girmediği ve çatışmayı tercih ettiği senaryoda, TSK ve Suriyeli muhalifler HTŞ üyelerine alternatifler sunmalıdır. Böylelikle HTŞ’den ayrılmalar hızlandırılabilir ve HTŞ zayıflatılır. Ahrar uş-Şam’a saldırması sebebiyle kan kaybı yaşayan HTŞ’nin, Suriye halkına uzun senelerdir büyük destekler sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türkiye ile beraber hareket eden Suriyeli muhaliflere saldırması durumunda gruptan yeni ayrılmalar da yaşanacaktır. Zira, Liva ul-Hak, Ceys el-Sünne ve pragmatik gerekçelerle HTŞ’ye katılan birlikler ve bağımsız savaşçılar, Türkiye’ye ve Suriyeli muhaliflere karşı savaşmayı reddedecektir.
Dipnotlar
[1]http://www.suriyegundemi.com/2017/01/30/yeni-kurulan-tahrir-el-sam-grubu-ve-katilimlar/