2016 sonunda Türkiye, Rusya ve İran’ın girişimleri sonucunda Astana’da Suriye genelinde bir çatışmasızlık ortamı oluşturulması kararlaştırılmış ve Astana’ya taraf olan muhalifler de bu karara uyacağını açıklamıştı. Astana’nın tarafı olmayan radikal yapılanmalar ise hem anlaşmanın hem de ateşkesin dışında tutulmuştu. Temelde siyasal bir çözümü hedefleyen süreç ne yazık ki istismar edilerek muhaliflerin topraksızlaştırılması için araçsallaştırılmak istendi. Rusya ve İran destekli Esed rejimi, İdlib dışındaki tüm bölgelere (Doğu Guta, Dera, Kuneytra, Yermük, Humus kırsalı ve Kalamun) yönelik askeri harekat girişimlerinde bulunmuş ve muhalif askeri grupları bu bölgelerde etkisizleştirmeyi başarmıştı. Yalnızca İdlib, Türkiye’nin Astana süreciyle birlikte on iki gözlem noktası oluşturması sonucu çatışmasızlığın –daha doğru bir ifadeyle kapsamlı askeri harekatların– dışında tutulabilmişti. Ancak Rusya, İran ve Esed rejimi Türkiye’ye rağmen Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ) ve diğer iltisaklı grupların varlığı üzerinden bir meşruiyet zemini oluşturacak şekilde zaman zaman bölgeyi hedef almaya devam etti. Nihayetinde ise rejim İdlib’e kapsamlı bir askeri harekat düzenlemek için hazırlıklara başlamış, Eylül 2018’de varılan Soçi mutabakatına değin saldırılarına devam etmişti.
Rusya ve Türkiye’nin Eylül 2018’de vardığı Soçi mutabakatına göre belirli bir takvim içerisinde HTŞ ve iltisaklı grupların rejim ile birlikte sınır hattından ağır silahlarını geri çekmesi öngörülmüştür. Varılan anlaşmaya rağmen saldırılarını sürdüren Esed rejimi çatışmayı kontrollü bir şekilde sürdürmüş ve anlaşma taraflarını çatışmanın içinde tutmuştur. Soçi sürecinin tamamen dışında yer alan HTŞ de sınır hattından çekilmeyerek Rusya ve rejimin saldırılarına davetiye çıkartmıştır.
Eylül 2018’den Nisan 2019’a kadar kontrollü çatışmalar sürecinin yaşandığı İdlib’de Esed rejimi Rusya’nın da hava desteğini alarak İdlib güneyi ile Hama kuzeyine yönelik askeri hamleler gerçekleştirmiş ve bu minvalde ilerlemeler sağlamıştır. Devam eden saldırılar Astana sürecini ve Soçi’de varılan mutabakatı da sorgulatır hale gelmiştir. Nitekim Esed rejimi süreç boyunca Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ait gözlem noktalarını hedef almaya başlamış, özellikle 10 nolu gözlem noktası direkt hedef olmuştur. Saldırılarda bir Türk askeri şehit olurken üç asker de yaralanmıştır. Türkiye ise mütekabiliyet esasına uygun olarak rejimi ateş destek unsurlarıyla hedef almıştır. Esed rejiminin bölgedeki ilerlemeleri sonucunda 10 nolu gözlem noktası ile Esed rejiminin kontrol alanı arasında bir köy kalmıştır. Ayrıca rejim Cisru’ş-Şuğur bölgesini almaya yönelik stratejik Kobani bölgesine birçok kez saldırı düzenlemiş ancak burada ağır kayıplar vererek geri çekilmiştir. Türkiye ve Rusya İdlib konusunda tekrar bir ateşkes zemini oluşturmayı başarmış olsalar da bu süreç uzun sürmemiştir. Devam eden saldırıların en büyük sonuçlarından biri de İdlib güneyi ve Hama kuzeyinden en az 300 bin sivilin göç etmek zorunda kalmasıdır. Nitekim 26 Nisan-19 Ağustos 2019 arasında 843 sivil Rusya ve rejimin saldırılarında hayatını kaybetmiştir.
Güvenli Bölge Sonrası
Güvenli bölge müzakereleri neticesinde Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna ilişkin ABD ile bir anlaşmaya varması Suriye’de yeni bir konjonktür oluştururken Rusya’nın yoğun hava desteği ile Hama kuzeyini yeniden hedef almaya başladığı görülmektedir. Rusya’nın dizayn edip eğittiği rejime ait kolordular ve Kaplan güçlerinin öncülüğünde doğu-batı aksından Han Şeyhun ilçesini hedef alan güçler Latamina ve Kafr Zita gibi kasabaların yanı sıra Türkiye’nin Morek’te bulunan 9 nolu gözlem noktasını kuşatma altına alarak Türk askerinin bu bölgeden çekilmesini sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. Doğudan Sukayk, batıdan da Habit köyünü ele geçiren Esed rejimi Han Şeyhun ilçesini de kontrolü altına almış durumda.
Han Şeyhun’un ele geçirilmesi ve söz konusu iki cephenin birleştirilmesiyle Morek’te bulunan TSK’ya ait gözlem noktası da kuşatma altında kalmış durumda. Bu durum ise Astana sürecine ve Soçi’de varılan mutabakata aykırıdır. Türkiye bölgeye yeni askeri konvoy sevkiyatlarını gerçekleştirmeye çalışırken en yüksek perde açıklamalar yaparak geri adım atılmayacağı mesajını da vermektedir. Türkiye İdlib’e yönelik kapsamlı bir askeri harekatın hem siyasi çözüm sürecini bitireceğini hem de bölgede yaşayan milyonlarca sivil bağlamında büyük bir insani krize neden olacağını değerlendirmektedir. Uluslararası toplumu da bu yönde uyarmaktadır. Bu doğrultuda yakın bir dönemde Türkiye’nin İdlib sahası ve Suriye siyaseti için kritik kararlar alması gerekebilir.
Türkiye Neler Yapabilir?
Nisan’dan beri devam eden eskalasyon sürecinde Türkiye’nin, Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) ve Milli Ordu’nun bölgede faaliyet göstermesine verdiği destek ile Rusya ve rejimin ilerleyişini durduramadığı ancak yavaşlatabildiği görülmüştür. Bu noktada Türkiye’nin önünde beş farklı opsiyon bulunmaktadır: Birincisi Milli Ordu’dan ciddi bir savaşçı desteğiyle UKC’nin etkili silahlarla donatılması sahadaki parametreleri muhalifler lehine değiştirebilir. Bu durum İdlib’in iç dengelerini de, HTŞ ve iltisaklı grupların zayıflamasını da beraberinde getirecektir. Ayrıca Soçi anlaşması bağlamında Rusya’nın HTŞ’nin zayıflatılması ve cephe hatlarının silahsızlandırılması taleplerini de karşılayabilir. Rusya ile yürütülecek müzakereler bağlamında Türkiye’nin 9 nolu gözlem noktasından çekilmeden sahada atılacak bu tarz adımlarla sonuç alması mümkün olabilir. Nihayetinde İdlib’de bir çatışmasızlık ortamının devam ettirilmesi siyasal çözüm sürecinin olmazsa olmaz şartı olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin Rusya ile müzakereleri sürdürerek zaman kazanması ve de-eskalasyonu temin etmesi ideal seçenek olarak görünmektedir. Ancak Rusya ve rejimin iyi niyet göstermemesi durumunda çatışma ve maliyet artırma stratejileri de hayata geçirilebilir.
İkinci ve daha etkili bir seçenek olarak bir yandan muhaliflerin askeri olarak yoğun şekilde desteklendiği diğer yandan da Türkiye’nin direkt olarak Tel Rıfat’tan bir cephe açması söz konusu olabilir. Böylelikle Türkiye; Rusya, rejim ve YPG/PKK’yı İdlib bölgesindeki askeri harekata karşılık bu bölgeden çıkarabilir. Bu seçenek Türkiye’nin Suriye’de PKK ile kolektif güvenlik mücadelesine büyük katkı sağlayacağı gibi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bölgelerindeki YPG/PKK ve rejim saldırılarına da öncü önlem oluşturacaktır. Ek olarak bölgede Rus askeri polis varlığı ile Esed rejimi varlığının bulunması direkt olarak İdlib saldırılarına karşı bir mesaj taşıyacaktır. Nitekim Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarının ciddi tehlike altında olduğu bir süreçte Rus askeri polisinin de aynı tehlikeyi yaşaması mütekabiliyet esasına uygun olacaktır.
Üçüncü ve şu an için zayıf bir seçenek olarak Türkiye’nin İdlib’de Rusya ile yeniden bir ateşkes sağlayarak bölgedeki radikal örgütlenmelere karşı Milli Ordu ve UKC desteği ile askeri operasyon gerçekleştirmesidir. Bu seçenek İdlib’in iç dengeleri göz önüne alındığında bölgede Rusya ve rejimin gerçekleştirdiği gibi büyük bir savaşın yaşanmasına ve Türkiye’nin yoğun bir göç dalgasıyla karşılaşmasına sebebiyet verebilir. Ayrıca Rusya ve Esed rejiminin Soçi başta olmak üzere Astana sürecine uygun hareket etmemesi, ılımlı sayılan muhalif gruplarda da bu operasyona karşı çekince oluşturacaktır. Nitekim hedef alınan Hama kuzeyinde Özgür Suriye Ordusu bünyesinde faaliyet gösteren Ceyşu’l-İzze ile UKC gruplarının etkin olması bu çekinceleri güçlendirmektedir. Ek olarak Doğu Guta, Dera, Kuneytra, Kalamun, Humus ve Yermük bölgelerinde ılımlı sayılan grupların hakimiyetine rağmen Rusya, İran ve Esed rejiminin gerçekleştirdiği askeri operasyonlar halihazırda Suriye muhalefeti ve Türkiye’nin zihninde yer almaktadır.
Dördüncü ve çatışmayı yükseltecek bir seçenek olarak Türkiye’nin İdlib’e askeri tahkimatını arttırarak direkt olarak Esed rejimini hedef almasıdır. Nitekim Türkiye, Astana ve Soçi’de garantördür. Söz konusu seçenek eskalasyonu tırmandıracağı gibi Türkiye’nin direkt olarak savaşın tarafı olmasını da beraberinde getirecektir. Esasen Rusya ve İran’ın Esed rejiminin yanındaki konumlarına bakıldığında söz konusu durum savaşın gidişatına etki edecek ve bir nevi de güç dengesi sağlayacaktır. Esed rejiminin defalarca Türk askeri gözlem noktalarını da hedef aldığı ve bu durumu bir strateji haline getirdiği bir süreçte Türkiye’nin mütekabiliyet çerçevesini müttefiklerine yönelik gerçekleştirilen saldırılarla genişletmesi söz konusu olabilir. Bu tercih askeri dengenin yakalanarak yeniden diplomasi seçeneğine dönülmesine yol açabilir.
Beşinci seçenek de Türkiye’nin gözlem noktalarını boşaltarak sınır hattında bir tampon bölge oluşturacak şekilde konuşlanması ve olası kapsamlı askeri harekat sonrasında oluşacak mülteci dalgasını burada karşılamaya çalışması olabilir. Ancak bu Astana ve dolayısıyla siyasal çözüm sürecinin tamamen bitmesi ve muhaliflerin topraksızlaştırılması anlamına gelecektir.
Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye sahasında Fırat’ın doğusunda ABD ile yürüttüğü güvenli bölge ile Menbiç yol haritası süreci, Rusya ve İran ile yürüttüğü İdlib Çatışmasızlık Bölgesi mutabakatı ve Rusya’nın da taraf olduğu Tel Rıfat’tan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bölgelerini hedef alan YPG/PKK terörü gibi sorunları bulunmaktadır. Tüm bunlara rağmen sıcak çatışma ve terör sorunlarının yaşandığı iki öncelikli bölge bulunmaktadır: İdlib ve Tel Rıfat. Bu nedenle Türkiye yukarıda bahsi geçen seçenekleri Suriye siyasetinin geleceği, PKK ile mücadele ve mülteciler için güvenli bölgeler oluşturma ve koruma bağlamında ele almalıdır. Sorunlara kolektif yaklaşımlar getirmeli, askeri ve diplomatik seçenekleri birlikte değerlendirmelidir. Astana süreci Suriye’de siyasal bir çözüm için son şans durumundadır. İdlib’e yönelik Rusya destekli rejim saldırıları bu son şansı neredeyse yok olmanın eşiğine getirmiştir.
Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakerelerde Astana sürecinin önemini ve Ankara’nın buradaki rolünü yeniden altını çizecek şekilde hatırlatmalıdır. Muhalifleri topraksızlaştırabilmek adına yapılacak askeri eylemler Suriye’nin geleceğini töhmet altına almakta, yeni anayasa yapım sürecinden geçici hükümet oluşumu ve seçimlerle oluşturulacak dünyanın tanıyacağı, ülkenin inşa sürecine katılacağı, güvenlik ve istikrarın temin edileceği bir Suriye’nin oluşumuna engel olacaktır. Buradan oluşacak maliyetin Rusya tarafından üstlenilmek durumunda kalacağının da Rus siyasi karar alıcılara hatırlatılması gerekmektedir. Türkiye’nin denklem dışına itildiği bir Suriye’de rejimin mevcut kompozisyonuyla ülkede istikrar sağlaması hiçbir şekilde mümkün görünmemektedir.
Kaynak: https://kriterdergi.com/yazar/kutluhan-gorucu/astana-surecinin-idlib-sinavi