Barış Pınarı Harekatı ve Rusya’nın Tavrı
7 Ekim günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump arasında gerçekleşen telefon görüşmesi sonrası Beyaz Saray’dan “Türkiye, yakın zamanda Suriye’nin kuzeyine uzun süredir planladığı operasyon için harekete geçecek. ABD Silahlı Kuvvetleri, bu operasyonu desteklemeyecek ya da bu operasyona dâhil olmayacak.” açıklaması geldi. Bu açıklamanın ardından uzun süredir planlanan Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon “Barış Pınarı Harekâtı” adıyla başladı.
Terör örgütü PKK gerek sosyal medya üzerinden gerekse sözde haber ajanslarıyla operasyon karşıtı bir propaganda başlattı. Yapılan bu bilgi dezenformasyonu arasında görülen gerçekler ise: TSK ve Türkiye’ye müzahir muhaliflerin hem karadan hem de havadan Resulayn ve Tel Abyad’dan harekatı başlattığı; ABD’nin güneye doğru çekilmeye başladığı; ABD’nin DAEŞ konusunda sorumluğu Türkiye’ye devrettiği (Uluslarası ilişkiler literatüründe Buck-Passing kavramı); PKK’nın bu durumu kabullenmediği ve bölgeden çekilmeyeceği; İran’ın operasyon konusunda Adana mutabakatını esas alarak Esed rejimini Türkiye ile çalışma denklemine sokmak istediği; İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB’nin operasyondan endişe duydukları; İsrail’in operasyona kesinlikle karşı olduğu; NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygıları var. Korkunç terör saldırılarına maruz kaldı” sözleri dile destek verdiği; Rusya’nın ise bölgesel çıkarları göz önüne alarak operasyonu desteklediğidir. Nitekim bu destek, Barış Pınarı Harekatının başlamasından birkaç saat önce, Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşen telefon görüşmesi kapsamında bir nevi doğrulandı, operasyonun Suriye’de barış ve istikrarın tesis edilmesine katkıda bulunacağı ve siyasi sürecin önünü açacağı değerlendirildi.
Her iki ülkenin de, Suriye krizini ortak yönetme tecrübesine sahip olduklarını göz önüne aldığımızda, bu tercihin nedenleri daha da belirginleşmektedir. Afrin bu bağlamda gösterilebilecek en önemli örnekler arasında. Ek olarak, İdlib’de süregelen çatışmasızlık çabaları, Türkiye ve Rusya’nın Astana Barış Süreci kapsamında, en büyük kazanımları arasında yer alıyor. Bu kazanım her iki ülkenin Suriye özelinde ortak hareket edebilme kapasitelerini de artırdı. Ayrıca, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması iki ülkenin de önem verdiği hususlar arasında. Nihayetinde, geçmiş tecrübelere dayanarak Rusya’nın sahada Türkiye ile birlikte hareket etmesi, ABD’ye nazaran daha kolay olacak.
Barış Koridoru ve yeni güvenlik doktrini
Türkiye için oluşturulacak olan Barış Koridoru’nun üç önemli unsuru var. İlk olarak, oluşturulacak güvenli bölgenin derinliği 32 km (20 mil) olması; ikincisi bu bölgenin kontrolünün tamamıyla Türkiye ve Türkiye’ye müzahir güçler tarafından sağlanması; üçüncüsü terör örgütü PKK / YPG unsurlarından arındırılan bu bölgelere Suriyeleri mültecilerin yerleştirilmesi. Jeopolitik olarak bakıldığında bölgede, Suriye’nin güneyine nazaran daha az enerji ve su kaynakları bulunmakta. Türkiye’nin sınır güvenliği, mühimmat sevkiyatı, ticaret rotası ve savaş gücü olarak M4 hattı ( Terör örgütünün tüm lojistik ihtiyaçları için kullandığı Suriye’nin kuzeyindeki karayolu) oldukça önemli. Bölgede kurulması planlanan defacto YPG devletinin önünün kesilmesi, bölgenin güvenliğinin ve istikrarının sağlanarak Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilerin kendi vatan topraklarına yerleştirilmesi Türkiye’nin Barış Koridoru ile gerçekleştirmeyi hedeflediği temel hususlar.
Türkiye yeni güvenlik doktrinine göre, 2016’dan bu yana terörle mücadelede daha aktif ve sorunu kaynağında çözen stratejileriler izliyor. Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilen iki operasyon, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı, Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen Kararlılık Harekatı, Pençe 1-2-3 serisi, bu yeni güvenlik doktrini anlayışında icra edildi ve edilmeye devam ediyor. Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesi uyarınca tanınan kendini savunma hakkı kapsamında bu operasyonlar uluslararası hukuka uygundur. Nitekim bazı ülkeler bu operasyonlara karşı tavır sergilemiş olsalar da, Türkiye ile diyalog ve işbirliklerini korumuşlardır. Bazı ülkeler ise endişelerini çok düşük tonlarda dile getirmişlerdir. Yeni harekat sonrası aynı sonuçlar beklenmektedir. Bu bağlamda bakıldığında Rusya, Türkiye’nin ulusal güvenlik önceliklerini göz önüne alarak, bu bağlamda aleyhte tavır sergilememiştir.
Güvenli Bölge oluşturma ve Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon ile ilgili daha önceki açıklamalara baktığımızda ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in ortaya koyduğu Rusya’nın operasyona karşı olduğu iddiaları, Moskova’nın bu karara nasıl tepki vereceği ve Rusya-Türkiye ilişkilerin nasıl etkileneceği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu bağlamda 9 Ekim günü gerçekleşen Putin-Erdoğan telefon görüşmesi ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Suriye’deki krizin başından beri Türkiye’nin sınır güvenliği ile ilgili meşru kaygılarını anlıyoruz” sözleri aslında operasyon sonrasında ilişkilerin olumsuz etkilenmesine neden olacak herhangi bir emare olmadığını göstermektedir.
Türkiye-Rusya ilişkileri üzerine etkisi: Farklı senaryolar
Fırat Kalkanı örneğine bakıldığında, harekat başladıktan bir süre sonra, Ankara ve Moskova’nın yakın askeri diyalogu kurduğunu ve Rus yetkililerin operasyona karşı negatif açıklama yapmadıklarını görmekteyiz. Zeytin Dalı Harekatı başladığında ise, Rusya Savunma Bakanlığı’nın, “Suriye’nin kuzeybatısındaki kriz durumu ve Türkiye’nin Kürtlere yönelik bir operasyon başlatması ABD’nin provokasyonlarından kaynaklanıyor. ABD’nin sorumsuz davranışları barışçıl çözüm sürecine zarar veriyor. ABD’nin kontrolsüz modern silah sevkiyatları Türkiye’yi operasyona itti” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Ağustos ayında gelen ve ertelenen operasyon kararı sonrası Rusya Devlet Haber Ajansı (TASS), Türkiye’nin oyalama girişimlerine müsamaha göstermemesi ve operasyona bir an önce başlaması gerektiğine dair, harekatı destekleyen bir haber yaptı. CNN ve Bloomberg’in ABD’nin çekilmesi sonrası Rusya’nın da kârlı çıkacağına yönelik yaptığı haberleri de göz önüne alırsak, Rusya’nın bu bağlamda harekata karşı bir tavır alması, bölgedeki çıkarları dikkate alındığında, oldukça düşük bir ihtimal. Barış Pınarı Harekatı sonrası Rusya’nın Suriye geleceğinde alacağı rol, üç farklı senaryo üzerinden incelenebilir:
İlk senaryo ABD’nin bölgeden tamamıyla çekildiği senaryodur ki bu ihtimal Rusya’nın sonucunda en kazançlı çıkacağı ihtimaldir. Amerikan askerlerinin bölgeden topyekûn çekilmesi bölgede büyük bir güç boşluğu doğuracaktır. Rusya doğacak boşluğu doldurmaya aday bölgedeki en önemli aktörlerden biri. Zira bu bağlamda Rusya, bölgedeki müttefiki Esed rejimine de hareket alanı kazandırabilir, Suriye’nin güneyinden Deyrizor bölgesinden ABD’nin çekileceği bu alana girip ülkenin en önemli petrol ve doğalgaz kaynaklarının kontrolünü ele geçirebilir. Aynı zamanda Suriye’nin en önemli su potansiyeli olan Tabka Barajının da hâkimiyetini kazanabilir. Bu minvalde Rusya rejim üzerinden bölgenin en önemli doğal kaynaklarını kontrolü altına alabilir ve yaşanan enerji sıkıntısı çözebilir. Dolayısıyla bu denklem Rusya’nın en kazançlı çıkabileceği senaryodur.
Ek olarak, Rusya sahadaki tercihler söz konusu olduğunda, Türkiye’yi ABD’ye tercih edecektir. Her iki ülkenin de, Suriye krizini ortak yönetme tecrübesine sahip olduklarını göz önüne aldığımızda, bu tercihin nedenleri daha da belirginleşmektedir. Afrin bu bağlamda gösterilebilecek en önemli örnekler arasında. Ek olarak, İdlib’de süregelen çatışmasızlık çabaları, Türkiye ve Rusya’nın Astana Barış Süreci kapsamında, en büyük kazanımları arasında yer alıyor. Bu kazanım her iki ülkenin Suriye özelinde ortak hareket edebilme kapasitelerini de artırdı. Ayrıca, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması iki ülkenin de önem verdiği hususlar arasında. Nihayetinde, geçmiş tecrübelere dayanarak Rusya’nın sahada Türkiye ile birlikte hareket etmesi, ABD’ye nazaran daha kolay olacak.
İlerleyen süreçte, ABD bölgeden çıktığı takdirde, Rusya’nın Esed rejimine hâkimiyet alanı kazandırma çabası Türkiye açısından bir güvenlik riski oluşturabilir. Nitekim çekilme başlar başlamaz sahadan buna yönelik girişimler olduğu bilgisi gelmektedir. Güvenli bölgenin kurulduğu ve ABD askerlerinin çekildiği denklemde, Rusya oluşacak güç boşluğunu doldurmak ve rejim güçlerini de bu bölgeye angaje etmek isteyecektir. Ayrıca ABD’nin olmadığı denklemde Rusya, terör örgütü YPG unsurlarını kendi himayesi altına almak isteyebilir, nitekim bunun örnekleri sahada görüldü. Oluşturulacak güvenli bölgenin demografik yapısı, istikrarı ve kalkınması, kurulacak TSK gözlem noktalarının güvenliği ve geleceği, Türkiye açısından büyük önem arz eden hususlar.
Harekat kararının, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle bilhassa da Rusya ile olan ilişkileri üzerinde olumsuz bir etkiye neden olacağına dair bazı iddialar gündeme gelmektedir. Türkiye’nin Suriye’deki emsal operasyonlarına Rusya’nın verdiği tepkiler, aslında bu operasyona da nasıl yaklaşacaklarını ortaya koymuştur ki son yapılan ikili görüşmeler ve resmi açıklamalar, bu argümanı doğrular nitelikte.
İkinci senaryo ABD’nin bölgenin güneyine çekildiği Türkiye’nin 32 km’lik derinliğe girdiği senaryodur. Bu senaryoda Rusya’nın herhangi bir kaybı olmayacağı gibi ciddi bir kazancı da olmaz. Türkiye’nin hedeflediği barış koridoru oluşturulduğu takdirde, sahadaki ABD etkisi önemli ölçüde kısıtlanmış olacak. Bu minvalde YPG’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne aykırı olarak, Fırat’ın doğusunda defacto bir devlet kurma çabası önlenmiş olacaktır. Bu ayrılıkçı gündemin önlenmesi, Türkiye’nin olduğu kadar Rusya’nın da bölgedeki çıkarlarına uymaktadır.
Üçüncü senaryo Türkiye’nin belirli bir derinliğe girip ABD ile yeniden müzakereye gittiği senaryodur. Bu bağlamda ABD masaya, SDG unsurları ile PKK terör örgütünün ayrıştırılıp, yeni anayasa komisyonu bağlamında Suriyeli muhaliflerin de denkleme katılması alternatifini öneri olarak getirebilir. Bu noktada Türkiye, hem sınır güvenliğini sağlayıp belli bir sayıda Suriyeli mülteciyi bölgeye yerleştirebilir hem de SDG içerisinde Arap unsurları ile birlikte Türkiye’ye müzahir muhalif grupları Suriye yönetimine katabilir. Bu minvalde hem Esed rejiminin hem de PKK terör örgütünün etkisi kırabilir. Bu hususlar sağlandığı takdirde, Rusya’nın bölgedeki etkisi ve ülkenin geleceğinde üstleneceği rol düşebilir. Bu, Rusya’nın kazanç sağlamayacağı ancak ciddi bir kayıp da yaşamayacağı senaryodur.
Özetle, Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon, reelpolitik ve ulusal güvenlik bağlamında izlenilen yeni güvenlik doktrini gereği, uzun süredir beklenmekteydi. ABD’nin çekilme kararı sonrası sınırda düzenli olarak hareketlilik ve sevkiyatlar sürmekteydi. ABD bürokrasisi arasındaki çekişme ve uyuşmazlık sonrası bugün gelinen nokta, PKK terör örgütünü ve muhtelif devletleri memnun etmemekte. Fakat, Suriye’nin toprak bütünlüğü bağlamında sınırın terör örgütünden temizlenmesi ve Suriyeli mültecilerin kendi ülkelerine dönmesi, Türkiye’nin ulusal güvenlik öncelikleri ve bölgenin istikrarı için bu operasyon kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Harekat kararının, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle bilhassa da Rusya ile olan ilişkileri üzerinde olumsuz bir etkiye neden olacağına dair bazı iddialar gündeme gelmektedir. Türkiye’nin Suriye’deki emsal operasyonlarına Rusya’nın verdiği tepkiler, aslında bu operasyona da nasıl yaklaşacaklarını ortaya koymuştur ki son yapılan ikili görüşmeler ve resmi açıklamalar, bu argümanı doğrular nitelikte. Türkiye’nin operasyonundan sonra her iki senaryoda da azalacak ABD nüfuzu ve akabinde oluşabilecek güç boşluğu, Rusya’ya uzun vadede sahada kazanılabilecek güç ve etki alanı sağlayabilir. Nihayetinde, Rusya belirtilen iki senaryodan kazançlı çıkacağı gibi hiçbir senaryodan da zararlı çıkmayacaktır. Dolayısıyla, Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik operasyonun, Türkiye-Rusya ilişkilerinde olumsuz bir yankı bulması beklenmemekle beraber, uzun vadede Türkiye’nin çıkarlarına ters düşecek adımların da atılmaması da hayati önem arzediyor.
Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/baris-pinari-harekati-ve-rusya-nin-tavri/1610174