Batı Blokunun Son Suriye Saldırısının Muhtemel Etkileri
ABD-Fransa-İngiltere koalisyonunun Suriye’nin başkenti Şam ve Humus’un batısındaki bazı hedeflere, Suriye rejiminin Doğu Guta bölgesine bağlı Duma ilçesinde gerçekleştirdiği kimyasal saldırıya cevap mahiyetinde düzenlediği hava saldırıları, ülkede büyük çaplı olmasa da güç dengelerini ve ülkedeki mevcut savaşta siyasi blokları yeniden düzenleyebilecek mahiyette. Öncelikle şunun belirtilmesi gerekir ki bu saldırıların rejim değişikliğine gidecek yolda esaslı bir hamle olarak okunması pek mümkün görünmüyor. Saldırıların sembolik mahiyetinin daha ağır bastığı söylenebilir. ABD Başkanı Trump’ın ‘görev tamamlandı’ minvalindeki söylemleri de bu saldırıların arkasının gelmeyeceğine işaret ediyor.
Bununla beraber söylemsel olarak bir rejim değişikliğinin konuşulma şansının ortaya çıktığı da dile getirilebilir ki saldırıların hemen ardından bunu dillendirmeye başlayanlar oldu. Rejim değişikliği söylemi farklı ülkeler tarafından farklı amaçlara matuf şekilde kullanılabilecektir. Dışişleri Bakanı, Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Suriye artık rejimden kurtarılmalı” mahiyetindeki söylemi bunun örneklerinden biri. Peki, rejim değişikliği şansı zayıf ise bu saldırılar temelde neye işaret ediyor? Saldırılar nasıl bir okumaya tabi tutulmalı?
Rusya ve İran’a Mesaj
ABD-Fransa-İngiltere koalisyonunun 100’ün üzerinde Tomahawk füzesiyle gerçekleştirdiği saldırılar Şam’da kimyasal ve biyolojik silahların üretilmesiyle ilgili olduğu söylenen bir bilimsel araştırma merkezini, Humus’ta ise bir kimyasal silah deposunu ve önemli bir emir komuta merkezini hedefledi. Genel itibariyle bu saldırıların, hava harekâtını gerçekleştiren Batı Bloku ülkeleri diye adlandırılabilecek ülkelerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da gücünü tahkim etmeye çalışan Rusya’ya mesaj niteliğinde düzenlendiği dillendirebilir. Saldırıların akabinde Rus yetkililerin kullandığı diplomatik dil incelendiğinde, bölgedeki tansiyonun daha da yükseltilmemesi için çaba sarf edildiği söylenebilir. Hava harekatı aynı zamanda Suriye sahasında çok aktif olan İran’a da bir mesaj olarak okunabilir. Bilhassa ABD, Suriye’de IŞİD ve El Kaide çizgisindeki gruplar kadar İran’ı da kendisine tehdit olarak algılıyor.
Özellikle ABD eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, ülkesinin Suriye’ye ilişkin ileriye dönük hedeflerini dile getirdiği dönemlerde bu konuyu sıklıkla vurgulamıştı. Suriye’de İran’ın nüfuzunun azaltılması, İran’ın Şii Hilali hayalinden mahrum kalmasının gerekliliği, Suriye’nin komşularının Suriye kaynaklı tüm tehditlerden kurtulması gibi başlıklar ABD’nin kendisi için önem verdiği konular. ABD, Suriye’deki hedeflerini gerçekleştirebilmek için, İran’ın manevra alanının kısıtlanması adına gerektiğinde Suriye’de İran’a müzahir grupları/milisleri hedef almaktan çekinmiyor. Her ne kadar ABD sürekli olarak Şii milisleri hedeflemese de bilhassa Deyr Ez Zor bölgesini koruma konusunda rejime bağlı Şii milislerin olası bir tehdit durumunda hedef alınması kuvvetle muhtemel. Deyr Ez Zor bölgesinin iki önemli tarafı var. Bölge hem Irak sınırında hem de Suriye’nin doğal kaynakları bakımından en zengin bölgesi. IŞİD tarafından buradan çıkarılan petrol, kaçakçılar vasıtasıyla ülkenin başkenti Şam’a kadar ulaştırılabiliyordu. Daha önce de Suriye’nin güneyinde Ürdün sınırı yakınlarında Suriye hükümeti yanlısı bir Şii konvoyu ABD tarafından hedeflenmişti. Bu minvalde hedef alınabilecek milisler bölgeye ve konjonktüre göre çeşitlilik gösterebilir. Aynı şekilde ABD, Rus paralı askerlerini hedef almaktan da çekinmiyor. Ayrıca, İran’ın bölgesel rakibi Suudi Arabistan’ın, Batı Blokunun son saldırılarını memnuniyetle karşılaması Suriye’de safların sıklaşmaya başladığı bir dönemden geçildiğinin işareti.
Fransa ve İngiltere’nin Suriye Sahasındaki Görünürlüğü Artabilir
Bunların yanı sıra İngiltere’nin, Rusya ile yaşadığı ajan krizinden sonra Suriye rejiminin en büyük müttefiklerinden olan Rusya’ya karşı böyle bir saldırıya iştirak etmesi yakın dönemde ülkenin Suriye sahasında daha görünür hale gelebileceğine dair bir emare olarak okunabilir. Zaten bir dönemdir İngiltere YPG’nin kontrol ettiği alanlarda daha etkin bir hale gelmeye çalışıyordu. Aynı durumun Fransa için de geçerli olduğu zikredilebilir. Bilhassa Fransa Cumhurbaşkanı Macron son dönemlerde YPG konusunda önemli açıklamalarda bulunmuştu. Türkiye ve belkemiğini PKK’nın Suriye kolu YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında arabulucu rolü oynamak istediği medyaya yansımıştı. Fransa tarafından Menbiç’e asker yollanması konusu da son zamanlarda dillendirilen bir başka konu idi. Macron ayrıca son hava harekatından sonra da ‘Türkiye ile Rusya’yı ayırdık’ şeklinde bir söylemde bulundu. Tüm bu gelişmeler ve söylemler Suriye sahasının daha çok şeye gebe olduğuna işaret ediyor.
Saldırıların Türkiye-ABD İlişkileri Üzerine Muhtemel Etkileri
Bu saldırıların Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde olumlu bir etkisinin olma ihtimalinin olduğu da değinilmesi gereken bir diğer nokta. Uzun bir dönemdir ABD ile PYD-YPG konusunda sürtüşen Türkiye’nin, mezkûr saldırıların akabinde en üst perdeden verdiği destek mesajları Türkiye’nin ABD ile olan mesafesini azaltma ihtimalini ortaya çıkardı. Üst düzey Türk yetkililerin yaptığı açıklamalar buna yorulabilir. Bilindiği gibi Suriye savaşının ilk yıllarında Türkiye, ABD’nin liderlik ettiği Batı Bloku çizgisini takip edip, Suriye’de bir rejim değişikliğini hedefliyordu. Savaşın daha sonraki aşamalarında bir hayli kırılgan olan Suriye dengelerinde meydana gelen yeni değişmeler, ortaya çıkan yeni dinamikler Türkiye’yi bazı konularda Rusya ve İran’a yakınlaşma mecburiyetinde bıraktı. Bilhassa Rusya ve İran’ın rejimin gücünü tahkim eden desteği, YPG’nin IŞİD’e karşı savaşan ABD’nin vekili konumuna yükselmesi ve bunun ardından geniş bir coğrafyada devletimsi bir yapıya kavuşması, Türkiye’yi bir hayli tedirgin etti ve varoluşsal tehdit retoriğinin dolaşıma sokulmasına sebebiyet verdi. Bunun sonucunda ABD ile sürtüşmeler arttı ve Türkiye, Rusya ile yakınlaşmak mecburiyetinde kaldı.
Fakat gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerekse de Dışişleri Bakanlığı’nın saldırı sonrası yaptığı olumlu açıklamalar, ABD ile ilişkilerde bir iyileşmenin meydana gelme ihtimali olduğunu gösteriyor. Türkiye bir süredir Suriye’de ‘rejim değişikliği’ retoriğini dolaşımdan kaldırmış ve sadece Kuzey Suriye’ye odaklanan bir politika izlemek durumunda kalmıştı. Son hava harekatı ‘rejim değişikliği’ retoriğini yeniden dolaşıma sokması ve bu konuda ABD ile paralel bir söyleme dönülmesi itibariyle de önem arz etmekte. Saldırı sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerinde büyük çaplı olmasa da değişimlerin olması olasıdır. Türkiye ve Rusya’nın Suriye sahasındaki çıkarlarının örtüştüğü ve ayrıştığı noktalar mevcut. İlelebet bir ittifaktan söz edilmiyor ki uluslararası ilişkilerde zaten bu tarz bir şey mümkün değil. Her ne kadar Rusya, Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında Türkiye’ye Suriye hava sahasını açmış olsa da Türkiye’nin Afrin’deki varlığından rahatsız. Bu durum Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un açıklamalarından anlaşılabilir. Kendisinin operasyon sonrasında Türkiye, Afrin’in kontrolünü Suriye hükümetine devretmeli açıklamasına bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tepki gelmişti. Batı Blokunun son saldırılarına Türkiye’nin verdiği açık desteğin Moskova’da yankı bulup, Türkiye-Rusya ilişkileri üzerinde etkili olması kuvvetli bir ihtimal. Önümüzdeki dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinde bazı noktalarda yakınlaşma görmemiz kuvvetle muhtemel. Bilhassa Fırat’ın doğusunda, Menbiç’teki YPG varlığı üzerinde Türkiye- ABD ilişkilerinde büyük çaplı olmasa da bazı değişmelerin yaşanması kuvvetli bir senaryo haline geliyor.
Hava Harekâtı Sonrası Kuzey Suriye
Hava harekatının, muhaliflerin kontrolündeki Doğu Guta Bölgesindeki Duma ilçesine yönelik bir kimyasal saldırı sonrasında gelmesi, gözleri muhaliflerin çok etkin olduğu bir diğer bölgeye çevirmiş durumda. Yakın dönemde Kuzey Suriye’de savaşın şiddetlenmesi kuvvetle muhtemel görünüyor. Gerek YPG’nin kontrol ettiği alanlarda gerekse muhaliflerin kontrol bölgelerinde çatışmaların artması olası. İdlip bölgesindeki muhalif gruplar gerek ideoloji itibariyle gerekse yakın oldukları ülkeler itibariyle çeşitlilik arz etmekte. Bu durum saldırılar sonrası vekâlet savaşlarının dozajını yakın dönemde yeniden arttırabilir. Gerek yoğun nüfusu gerekse silahlı muhalefetin varlığı dolayısıyla İdlip bölgesi muhalefetin kalesi konumuna yükselmiş durumda. İdlip, Türkiye için de bir hayli önemli bir bölge. Zira bölge Türkiye sınırında ve sınırda yaşanan her şey ülkeyi doğrudan etkiliyor. İdlip’te her ne kadar son zamanlarda bölgeye rejim ve Rusya’nın hava saldırıları yoğunlaşmış olsa da burası görece stabil bir alan ve güvenli bir bölge addediliyor. Esasen İdlip, Astana görüşmelerinde gerginliği azaltma bölgelerinden biri olarak belirlendi ve Türkiye’nin bölgede gözlem noktaları mevcut. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyon bölgelerine yakınlığı da İdlip’i önemli kılan bir diğer faktör.
Son hava saldırıları son derece kısıtlı ve iyi hedeflenmiş bir şekilde gerçekleştirildi. Batı Blokunun saldırıları Suriye’nin bıçak sırtı dengelerinde yeni dinamikler ortaya çıkaracaktır. Ancak saldırıların rejim değişikliğine yol açabileceği tezi sahici durmamakta. Ayrıca, Fransa ve İngiltere’nin yakın dönemde Suriye sahasında görünürlüğünün artması kuvvetle muhtemel. Bunun yanı sıra mezkûr saldırıların Kuzey Suriye’de yeni çatışma dinamikleri ortaya çıkarması da muhtemeldir. Saldırıların akabinde Batı Bloku-Rusya çekişmesinde Türkiye’nin manevra alanını genişleterek ulusal çıkarlarını gerçekleştirme şansının arttığı da bu vesileyle söylenebilir.