Bir Savaş Taktiği Olarak İşkence
23 Mayıs 2016

Analiz-Haber / Suriye Gündemi

İnsanlık tarihi boyunca çeşitli sebeplerle çatışan güçler arasında, bir savaş taktiği olarak işkence kullanılagelmiştir. Zaman zaman istihbarat toplamak ve bireysel düzeyde psikolojik baskıyla sonuç almayı amaçlayan işkence yöntemlerinin yanı sıra, özellikle modern çağlarda endüstriyel düzeyde işkencenin bir savaş yöntemi olarak geliştirildiğine şahit olundu.

Yakın tarihlerde Nazi Almanya’sı, özellikle Stalin dönemi olmak üzere Sovyet Rusyası, Pol Pot rejimi v.b. örneklerde işkencenin toplu bir biçimde belli insan gruplarına karşı uygulandığı görülüyor. Daha yakın dönemlerdeyse özellikle ABD önderliğinde 11 Eylül sonrası başlatılan “teröre karşı savaş”, devamında yaşanan Afganistan ve Irak işgalleri, Ebu Gureyb cezaevi, Guantanamo gibi patlak veren çok sayıda skandalla gündeme gelen işkence endüstrisi, özellikle son dönemlerde Suriye’de başlayan halk ayaklanması ve iş savaşla birlikte bambaşka bir boyuta taşındı.

Geçtiğimiz günlerde Londra merkezli Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü(SOHR)’nün Suriye’de Esed rejimi tarafından hapishanelerde 60 bin kişinin öldürüldüğü haberiyle konu tekrar gündeme taşındı. Daha önce 21 Ocak 2014 tarihinde Suriye rejimi tarafından gerçekleştirilen işkenceler sonucu yaşamını yitiren 11 bin kişinin fotoğrafının yayınlandığı “Sezar Raporu”nun ardından 2 yıl sonra yine rejim kaynaklarına dayandırılarak açıklanan yeni rakamlar, rejim kontrolünde bulunan hapishanelerdeki işkence endüstrisinin boyutlarını gözler önüne serdi.

Rejim Hapishanelerinde 60 Bin Kişi Can Verdi

SOHR’un Esed rejimine bağlı Hava Kuvvetleri İstihbaratı ve Devlet Güvenlik Teşkilatının yanı sıra, Sednaya Hapishanesi içerisindeki kaynaklara dayanarak verdiği bilgilere göre, 18 Mart 2011’den başlayarak 21 Mayıs 2016’ya kadar rejim güçleri tarafından 60 bin tutuklu işkence altında can verdi. Ölenlerin büyük bir kısmı direk fiziksel işkence altında can verirken, bir kısmı açlık ve gerekli tıbbi malzemelerin sağlanmaması sebebiyle hayatını kaybetti. SOHR yine kendi kaynaklarına dayanarak, aynı tarihler arasında 14 bin 456 tutuklunun ölümünü bizzat kaydederken, bu rakamlar arasında 18 yaş altı 110 genç ve 53 kadın bulunuyor. Yaşamını yitiren tutukluların cesetleri bazı hallerde ailelerine teslim edilirken, bazı cesetler ailelerine teslim edilmedi ve ailelerine yakınlarının öldüğü haber verilirken, ölüm sertifikası çıkartmaları talep edildi. Yine SOHR’a göre ailelerin bir kısmı, ölen yakınlarının “muhalifler tarafından çatışmada öldürüldüğü” yönünde bir raporu imzalamaya zorlandı.

SOHR elde edilen bilgileri “şoke edici ve ürkütücü” olarak nitelerken, uluslararası topluma, özellikle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a, BM Güvenlik Konseyi’ne ve İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el-Hüseyin’e çağrıda bulunarak, bu yaşananlar karşısında acil müdahale çağrısında bulundu. Hali hazırda rejim hapishanelerinde 200 bin dolayında tutuklu bulunduğu belirtilen açıklamada, uluslararası toplumun Suriye temsilcisi Staffan de Mistura’ya, bu meselenin Viyana görüşmelerinde masada pazarlık konusu yapılacak bir mesele olmadığı ve rejimden söz konusu insani durumla ilgili koşulsuz tutukluların serbest bırakılmasının talep edilmesi gerektiği vurgulandı.

Konuyla ilgili Aljazeera’ye açıklamalarda bulunan İnsan Hakları Örgütü(HRW)’ne bağlı Beyrut’ta bulunan araştırmacı Nedim Huri’ye göre SOHR’un haberiyle ilgili verilen rakamların kanıtlanması bir yana, Esed rejiminin “yaygın işkencede” bulunduğu ifade edildi. Huri’ye göre yalnızca 2 yıl önce ki Sezar Raporu’nda 11 bini direk fotoğraflarla ortaya konulan, 28 bin tutuklunun ölümünün kayıt altına alındığı belirtilirken, konuyla ilgili herhangi bir gelişmenin olmadığı ve uluslararası toplumun bu duruma sessiz kaldığı iddia edildi.

Sezar Raporu

Esed rejimine bağlı askeri cezaevlerinde görev yapan “Sezar” kod adlı Suriye muhalefetiyle çalışan bir kişinin, 2011 Mart’ıyla 2013 Ağustos ayları arasında kayıt altına aldığı fotoğraflar, 6 aylık bir incelemenin ardından 2014 Ocak ayında medyayla paylaşıldı. 31 sayfalık raporda 11 bin kişinin ölümü kayıt altına alınırken, fotoğrafları sızdıran “Sezar” kod adlı kişi, 2013 Ağustos ayında güvenlik gerekçesiyle gizlice ülke dışına çıkarıldı ve ismi gizlendi. Raporu hazırlayanlar arasında deneyimli isimler, Desmond Lorenz de Silva, Geoffrey Nice ve Profesor David Crane yer alıyor.

otoğrafların içeriği oldukça rahatsız edici bulunurken, cesetler üzerinde belirgin işkence izlerine rastlandı. Bazı cesetlerin gözleri oyulmuşken, bazılarının boğulduğu ve elektriğe maruz bırakıldığı gözlemlendi. BM Suriye Soruşturma Komisyonu başkanı Paulo Sergio Pinheiro’ya göre; tutuklulara yönelik devasa boyutlardaki işkencenin Suriye rejiminin insanlık suçu işlemedeki sorumluluğunu ortaya koyduğu ifade edildi.

Uluslararası Af Örgütü’nün 2015 Kasım ayında yayınladığı benzer bir raporda Esed rejiminin 65 bin kişinin “ortadan kaybolmasından” sorumlu olduğu açıklandı.

Bir Savaş Taktiği Olarak İşkence

Endüstriyel düzeyde işkencenin görüldüğü özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi Almanya’sının sistematik olarak başvurduğu ve “geliştirdiği” yöntemlerin, günümüzde farklı çatışma alanlarında kullanılmaya devam edildiği sanılıyor. 100 bin Avrupalı Yahudi’nin gaz odalarında ölümünden sorumlu bulunan Avusturyalı savaş suçlusu Alois Brunner, Hafız Esed döneminde Suriye’ye gelirken, rejim tarafından işkence yöntemleri geliştirmesi amacıyla görevlendirildiği düşünülüyor.

98 yaşında, 2010 yılındaki ölümüne kadar Suriye’de bulunan Brunner, İkinci Dünya Savaşı sırasında Schutzstaffel(SS) komutasında işkencelerden sorumlu olarak görev yaparken, aynı dönemde edindiği bilgileri Suriye’deki Baas rejimine de aktardığı sanılıyor.

Sistematik işkenceyle özellikle Nazi Almanya’sının milyonlarca Yahudi’yi öldürdüğü sanılırken, insan hakları örgütlerince günümüzde Esed rejiminin benzer ölçekte işkenceyi kullandığı öne sürülüyor. İşkencenin yalnızca işkenceye uğrayan kişinin değil, aynı zamanda işkenceye uğrayan tutuklunun yakınlarında da büyük bir yıkıma sebep olduğu sanılırken, bu şekilde Esed rejiminin muhaliflerin direnme gücünü bastırmak istediği öne sürülüyor. Çoğu kere tutuklu yakınlarının hapishanedeki yakınlarının ölüp ölmediğinden haberdar olamaması ve araştırmaya korkması sebebiyle, psikolojik anlamda oldukça zorlu bir sürecin yaşandığı sanılıyor.

Savaşın yıkıcı boyutlarını ortaya koyan ve insanlık suçu olarak nitelenen işkencenin, böylesi çatışmalarda taktikselleştirilerek sistematik ve endüstriyel bir düzeyde belirli bir toplum kesimine karşı uygulanması ve uluslararası toplumun yetersiz kalan tepkisi, bu düzeyde bir saldırıya maruz kalan toplumlarda daha sert tepkilerin oluşmasına neden oluyor. Son rakamlara göre 200 bine ulaşan tutuklu ve hali hazırda 60 bini bulan işkence altında can veren insan sayısı nedeniyle, yakın bir gelecekte Suriye’de bir barış perspektefinin oldukça zor olduğu anlaşılıyor.