Analiz / Suriye Gündemi
1.5 Milyara yaklaşan nüfusu ve 11 triyon dolarlık ekonomisi ile Çin, küresel sistemde etkisini giderek arttırmaya devam ediyor. Pekin yönetiminin ulusal çıkarları da ekonomik ve diplomatik genişlemenin etkisiyle birlikte artıyor. Bu anlamda Ortadoğu, Çin’in büyüyen ekonomisi ve sanayisi için gerekli petrol ve doğalgaz kaynağı olarak ülkenin dış politikasındaki önemini koruyor. Ortadoğu’da istikrarın sağlanması ise Çin için hayati önem taşıyan enerji güvenliği bakımından Pekin’in önceliği durumunda. Bu nedenle Suriye’de altıncı yılını dolduran İç Savaş’ın, Çin’in Ortadoğu’daki menfaatleri için bir risk unsuru olarak öne çıktığı söylenebilir.
Soğuk Savaş Yıllarından Kalan Miras
Suriye’de bağımsızlığın ardından siyasi istikrarın sağlanması zorlu bir sürecin ardından gerçekleşmiştir. 1946’dan sonra darbelerle geçen uzun yılların ardından Baas partisinin etkisiyle ülkede Arap milliyetçiliği yükselmiştir. Ülkedeki emperyalist mirasın etkisine bağlı olarak dış politikada Batı karşıtı politikalar öne çıkmış ve Sovyetler Birliği ile yakınlaşma sürecine girilmiştir. 1944’te Sovyetler Birliği, 1956’da da Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkiler sağlanmıştır. Suriye bu adımla Çin’de iç savaşı kaybedip Tayvan’da yeni bir hükümet kuran milliyetçi hükümet yerine Pekin’deki Mao hükümetini tanıyan ilk Arap ülkelerinden biri olmuştur. Suriye’nin Sovyetler Birliği ile olan yakınlığı da bu ülkeyi Çin’le de işbirliği yapmaya teşvik etmiştir. Ancak1960’lı yılların başından itibaren Çin-Sovyet rekabetinin büyümesi Suriye’yi yönetenleri iki güç arasında tercih yapmak zorunda bırakmıştır.
Suriye’nin soğuk savaş dönemindeki çift kutuplu küresel sistemde Doğu kampını seçmesi ve akabinde Çin-Sovyet rekabetinde Sovyetler Birliğine yakın durması ülke iç ve dış siyasi gelişmelerin etkisinde şekillenmiştir. Bağımsızlığın ilanının ardından devam eden darbe geleneği önemli bir parametreyi teşkil etmektedir. Zira darbe yapan gruplar ayakta kalmak ve meşruiyetini sağlamak için her daim dış desteğe ihtiyaç duymuştur. Darbe süreçlerinin ardından iktidarını sağlamlaştıran Hafız Esad, Rusya ile ilişkilere öncelik vermiş bu da Çin ile ilişkileri doğal olarak olumsuz etkilemiştir. Sovyetler Birliğinin Çin’e oranla daha büyük bir güç olarak öne çıkması da bu tercihte önemli olmuştur. Rusya’nın Ortadoğu ülkeleri üzerinde yürüttüğü siyasi ve ekonomik ilişkilerin gücü ile Pekin’den daha yakın bir coğrafyada bulunması da bu tercihte önemli bir yere sahiptir. Sovyetler Birliğinin, ABD’nin İsrail’in hamiliği rolüne karşı soğuk savaşın kızıştığı dönemde Arapların hamiliğine soyunması da Suriye için önem taşımaktadır.
Sovyetlerle ilişkilerin gelişmesi, Suriye’nin Çin ile ilişkilerinin sınırlı bir seviyede kalmasına neden olmuştur. Bu dönemde Suriye Çin arasında karşılıklı diplomatik temaslar da yok denecek kadar azdır. Çin Dışişleri Bakanlığı‘nın internet sitesindeki bilgilere göre1988 yılına kadar üst düzey bir ziyaret gerçekleşmemiştir. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte yeni oluşan dünya düzeninde Suriye-Çin ilişkileri pozitif bir ivme kazanmış, 2004 yılında Beşar Esad’ın Pekin’i ziyaretiyle ilişkilerin en parlak dönemi yaşanmıştır.
Bu gelişmeler neticesinde İki ülke arasındaki ticaret hacmi de Çin lehine olacak şekilde gelişmeye devam etmiştir. İkili ticari ilişkilerde iç savaş öncesi 2010 yılında 2,2 milyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaşılmıştır. Bu ticaretin 5,6 milyon dolarlık kısmını Suriye’nin Çin’e ihracatı, geri kalan 2,1 milyar dolardan fazla kısmını da Suriye’nin Çin’den yaptığı ithalat oluşturmuştur.
2016 yılının ilk üç çeyreğinde ise ikili ticaret hacmi 690 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu oranda Çin’in Suriye’den ithalatı 2,3 milyon dolar olurken, geri kalanını Çin’in Suriye’ye olan ihracatı oluşturmaktadır.
İç savaş başlamadan önce Çin kamu petrol ve doğalgaz şirketi SINOPEC, Suriye’nin kuzeyi ve doğusundaki en büyük yatırımcıydı. Şirket enerji alanındaki önemli ilk yatırımını 2008 yılında Kanadalı Tanganyika’yı 1,9 milyar dolara satın alarak yapmıştır. Anlaşma dâhilinde Suriye’nin kuzeydoğusundaki Şeyh Mansur, Qudeh ve Tişrin petrol sahaları SINOPEC’in kontrolüne geçmiştir. Bu anlaşma aynı zamanda Çinli bir şirketin Kuzey Amerikalı bir petrol şirketinin tamamına yakınını satın aldığı ilk anlaşma olarak da kayıtlara geçmiştir.
Satışı yapılan bu üç petrol sahasında toplam 21 milyar varil ham petrol olduğu tahmin edilmektedir. Şirketin satış anlaşmasında ayrıca Tanganyika’nın erişimine yetkili olduğu 1 trilyon küp doğalgazı çıkarma hakkı SINOPEC’e verilmiştir. Söz konusu petrol sahaları İç Savaşın patlamasıyla önce DAEŞ’in eline geçmiş, daha sonra uluslararası koalisyonun desteğiyle PYD petrol sahalarını kontrolü altına almıştır.
Çin hükümeti 2015 ve 2016 yıllarında bu sahaları PYD’den geri almak için bir takım girişimlerde bulunmuştur. Esad rejiminin de desteğiyle Suriye’de PYD ile görüşen Çinli yetkililer ret cevabı almıştır. Suriye’nin kuzeyinde ve doğusundaki kritik petrol sahalarını ele geçiren PYD, bu bölgedeki varlığını güçlendirdiği için sahaları elinde tutmayı amaçlamaktadır. PYD’nin en büyük destekçisi konumuna gelen ABD’de, terör örgütünün uluslararası hukuku tanımayan bu uygulamalarına sessiz kalmayı sürdürmektedir.
İsrail Tehdidinin Gölgesinde Gelişen Askeri İlişkiler
Pekin, Şam’a Balistik Füze Veriyor
Gerek soğuk savaş dönemi gerekse de ardından gelen süreçte İsrail, Suriye için en büyük ulusal tehdit olmuştur. Suriye hükümeti de bu tehditle daha güçlü mücadele için askeri gücünü arttırmayı hedeflemiştir. Suriye hükümetinin İsrail’in nükleer gücüne karşı en çok ihtiyaç duyduğu askeri silahların başında uzun ve orta menzilli balistik füzeler gelmekteydi. Batı ülkelerinin İsrail yanlısı politikaları yüzünden bu ülkelerden silah alamayan Suriye önce Rusya ardından Çin’e yönelmiştir.
Çin, 1980’lerin başından itibaren dış dünyaya kapılarını açmış ve ticaretin her alanında işbirliğini geliştiren politikalar sürdürmeye başlamıştır. Bu anlamda Suriye rejimi ile de yakın temas kurulmuştur. ABD kaynaklı istihbarat raporlarına göre 80’ler sonundan itibaren Çin, Suriye rejimine en az 80 adet 600 km menzilli M-9 Balistik füzesini satmıştır. Bu füzelerle Suriye, çatışma anında İsrail’in tüm stratejik noktalarını vurabilme kabiliyeti elde etmiştir.
ABD, Suriye-Çin Yakınlaşmasından Endişeli
Çin’in Suriye sattığı bu stratejik silahlar İsrail’in güvenliği için risk oluşturmaya başlayınca devreye Amerika Birleşik Devletleri girmiş ve Çin’e baskı yapmaya başlamıştır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı James A. Baker, 80’lerin sonunda Çin’e yapmayı planladığı ziyareti CIA’nın raporu üzerine askıya almıştır. CIA, Çin’in M-9 balistik füzelerinden sonra M-11 füzelerinin de satışı için Şam ve Pekin’in anlaşmaya vardığını rapor etmiştir.
Baker ancak 1992 Kasımında Çin’e gitmiş ve bu ziyaretinde Çinlileri, BM öncülüğünde 1987’de imzalanan ve balistik füzelerin satışına düzenleme getiren uluslararası anlaşmayı kabul etmeye ikna etmiştir. Bu anlaşmaya göre 3.dünya ülkelerine balistik füze ve füze teknolojisinin satışına sınırlama ve gözlem getiriliyordu. ABD yönetimi böylece Çin’den Suriye’ye füze akışını önlemeyi hedeflemiştir.
Çinliler bu anlaşmayı imzalamalarına rağmen maddelerdeki açıklardan faydalanarak Suriye’ye füze satışına devam ettiler. 1996 yılında Çin’in parçalar halinde füze yapımında kullanılacak malzemeleri Suriye’ye göndermeye devam ettiği ortaya çıkmıştır. Çinliler malzemelerin yanı sıra teknoloji paylaşımında da Suriye hükümetine destek olmuş ve füze üretiminde Suriyeli personele eğitim vermiştir.
Suriye İç Savaşı ve Çin
Çin, Suriye’deki iç savaşa doğrudan askeri müdahalede bulunmayan tek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak dikkat çekmektedir. Pekin’in doğrudan askeri müdahalede bulunmayışı Çin’in uzun yıllardır sürdürdüğü diğer ülkelerin içişlerine karışmama politikasıyla örtüşmektedir. Çin, batılı devletlerin insan hakları ihlallerini bahane ederek gelişmekte olan ülkelere askeri müdahalede bulunmasının bir meşruiyeti olmadığını ve asıl amacın bu ülkelerde batı yanlısı grupların yönetime getirmek olduğunu düşünmektedir.
Pekin yönetimi rejime yönelik BMGK yaptırımlarında bir kez çekimser kalmış, diğerlerinde veto hakkını kullanmıştır. Bununla birlikte daha önce yapılan askeri anlaşmalara sadık kalmış, silah satışına devam etmiş ve sattığı silahların kullanımında Suriyeli askeri personele eğitim vermiştir. Çinli danışmanlar Suriye’nin bu ülkeden aldığı uzun menzilli füze, füze rampaları ve uzun namlulu silahların kullanımında Suriyeli askerlere eğitim vermektedir. Öte yandan birçok ülke güvenlik gerekçesiyle Şam’daki temsilciliklerini kapatmışken, Çin temsilciğini açık tutmayı seçen birkaç ülkeden birisi olarak kalmıştır.
Çin Diplomasisinde Suriye Mesaisi
Çin Halk Cumhuriyeti, 29 Mart 2016 tarihinde Suriye’deki gelişmeleri daha yakından takip etmek, diplomatik temasları hızlandırmak ve kurulacak uluslararası toplantılarda daha etkin boy göstermek amacıyla eski Tahran büyükelçisi Şie Şaoyan’i Suriye Özel Temsilcisi olarak atamıştır.
Şie Şaoyan göreve geldikten sonra Suriye krizinin taraflarıyla ayrı ayrı görüşmeler yapmıştır. Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi bölge ülkelerine ziyaretler yaparak üst düzey diplomatlarla görüş alışverişinde bulunmuştur. Şie’nin ilk Suriye ziyaretinde rejim temsilcilerinin yanı sıra muhaliflerle de birtakım temaslarda bulunduğu medyaya yansımıştır.
Çin yönetimi rejime desteğini sınırlı tutarak bölgede Suudi Arabistan gibi Suriye konusunda farklı taraflarda yer aldığı petrol tedarikçilerini de kendinden uzaklaştırmak istememektedir. Bu anlamda Çin’in Suriye krizinde şimdiye kadar izlediği politikalar hem daha yakın işbirliği yapabileceği Esad rejiminin ayakta kalmasına yardımcı olurken, hem de İran ve Suudi Arabistan gibi iki büyük enerji tedarikçisi arasında denge politikası sağlamayı başarmıştır. Bu anlamda Çin, Suriye krizini, İran ve Suudi Arabistan gibi gelişmekte olan ülkelerde Çin etkisini arttırmak için bir fırsat olarak görüyor ve bu doğrultuda dış politika geliştirmektedir.
Suriye’de Savaşan Uygur Türkleri
Çin, Suriye’ye savaşmaya giden Uygur Türklerinin durumunu bir numaralı ulusal güvenlik konularından biri olarak ele almaktadır. Çin Halk Cumhuriyet,i Suriye’de savaşmış vatandaşlarının ülkeye dönmesinden büyük endişe duymaktadır. Bu kişiler hakkında detaylı ve doğrulanmış veri bulunmuyor. Bununla birlikte Reuters’in Esad rejim kaynaklarına dayandırarak Mayıs 2017’de geçtiği bir raporda Suriye’de yaklaşık beş bin Çin vatandaşının bulunduğu belirtilmiştir. Bunlardan bine yakın militanın “Horasan Vilayeti” adı altında DAEŞ için savaştığı düşünülmektedir. Sayıları iki bini geçen Çin vatandaşı da muhaliflerin safında, farklı grupların altında savaşmaktadır. Bu Çin vatandaşlarının tamamına yakınını Uygur Türkleri oluşturmaktadır.
2014 yılından itibaren DAEŞ’in Irak ve Suriye’de büyük bir sahayı kontrol etmeye başlaması ve Avrupa, Ortadoğu ve Güney Asya’da terör saldırılarının artmasıyla Çin’in bu konudaki endişeleri de büyümektedir. 2015 yılında DAEŞ ilk kez Çin’i doğrudan hedef alan bir mesajla Suriye’de ele geçirilen Çin vatandaşı Fan Jinghui’nin idam görüntüsünü servis etmiştir. Fan için ilk olarak fidye talep edilmiş ancak Fan iki ay sonra idam edilmiştir. Kayıtlara DAEŞ tarafından öldürülen ilk Çinli tutsak olarak geçen bu olay Çin kamuoyunda büyük kızgınlık yaratmıştır. Yüzbinlerce kişi Çin’in Twitter’i olarak bilinen sosyal medya sitesi Weibo paylaşımlarında, Fan’in intikamının alınması için Çin’in de ABD ve Rusya benzeri hava saldırıları düzenlemesi gerektiğine dair yorumlar yapmıştır. Çin hükümeti internetteki tepkilerin büyümesinin ardından bir süre bu konu içerikli mesajları yasaklamış, daha sonra bu yasak kaldırılmıştır. Çin Devlet Başkanı Şi olayın ardından yaptığı açıklamada teröre karşı işbirliği çağrısında bulunmuştur. DAEŞ saflarında savaşan Uygur Türkleri konusu uluslararası medyaya 2017 Şubatında DAEŞ tarafından servis edilen yeni bir tehdit mesajıyla taşınmıştır. 30 dakikalık videoda çocuk, genç, yaşlı Uygur Türkü savaşçılar kamplarda eğitim alırken görüntülenmektedir. Videoda konuşan militanlardan biri Çin’den intikam almakla ve kandan bir nehir akıtmakla tehdit etmektedir
Sonuç
Çin, Suriye İç Savaşı’nda ilk başta Arap Baharının etkisiyle siyasi değişimlere sahne olan ülkelerde sergilediği tavra benzer politika geliştirdi ve diğer ülkelerin içişlerine karışmama prensibini korumuştur. Ancak sürecin iç savaşa dönüşmesinin ardından Esad rejimine desteğini açıkça ortaya koymuştur. Bununla birlikte askeri gücüyle sahaya inmeyi tercih etmemektedir. BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetolarıyla Rusya’yı diplomatik arenada yalnız bırakmazken, sahada da gönderdiği askeri yardımlar ve silahlarla rejime desteğini sürdürmektedir.
Esad rejiminin düşmesi halinde Batı yanlısı bir hükümetin iktidara gelme ihtimali, bu ülkedeki ekonomik yatırımlarının geleceği ve Uygur Türklerinin iç savaştaki rolü Pekin yönetiminin Suriye politikasında belirleyici maddeler olarak öne çıkmaktadır.
Suriye’de iç savaşın bölgesel bir çatışmaya dönüşmeden küçük ölçekte devam etmesinin kısa vadede Çin’in çıkarlarına işlediği iddia edilebilir. Başta ABD olmak üzere NATO üyesi ülkelerin Suriye’ye daha fazla mesai harcaması Asya-Pasifiğin ikinci plana düşmesi anlamına gelmektedir. Küresel aktörler Suriye sorununa odaklanmışken Çin’in kendi bölgesinde yaptığı oyun değiştirici hamleleri çok dikkat çekmemektedir. Bu anlamda Güney Çin Denizindeki sınır ve adalar sorunundan, Kuzey-Güney Kore çatışmasına kadar Asya-Pasifik gelişmelerinin ikinci planda kalması Çin’in elini güçlendirmektedir.
Çin, Esad rejimini destekliyor ancak PYD-YPG ile de gelecek dönemde temaslarını arttırabilir. Öncelikle Rusya’nın ve ABD’nin desteğiyle Suriye’de en güçlü aktörlerden biri haline gelen PKK uzantısı yapıyla Çin’in de temasa geçmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Özellikle Suriye’deki petrol sahalarının PYD bölgelerinde bulunması, Çin’i bu örgütle temasa geçmeye zorlayacaktır. Aynı şekilde PYD-YPG için ABD ve Rusya’nın ardından bir diğer BM Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olan Çin’in desteğini alması, ileride ilan etme hedefleri bulunan özerk yapı veya bağımsız bir devlet için meşruiyet kazanma anlamına gelecektir.