Dera’da yaşanan süreç ve muhtemel yansımaları
Rusya ve İran destekli Esed rejimi, Doğu Ğuta, Doğu Kalamun, Humus’un Kuzeyi ve Yermük Kampı bölgesinde hakimiyet kurduktan sonra yönünü Dera şehir merkezi ve çevresine çevirdi. Dera ve çevresi diğer çatışma bölgelerine nazaran yıllardır düşük yoğunluklu çatışmaların yaşandığı bir bölge idi. Bu durumun etkenleri arasında ABD ve Ürdün’ün Güney Suriye muhalifleri üzerinde etkili aktörler olması, bu durumun en önemli nedenleri arasında yer alır. 2017 yılında Suriye’de siyasi çözüm arayışları zemini üzerine oturan ve ilerleyen süreç ABD, Ürdün ve Rusya’nın; Dera ve Kuneytra’yı özel bir anlaşma kapsamına alarak ‘gerilimi azaltma bölgesi’ ilan etmesine sebebiyet verdi. Ancak devam eden süreçte ABD’nin Güney Suriye’deki muhaliflerden desteğini çekmesi üzerine Esed rejimi, bölgeye operasyonlara başladı.
10 Haziran 2018’de Esed rejimi ve rejim ile koordineli Şii milisler Güney Suriye, Dera’ya yönelik operasyonlara başlarken, Rusya’nın hava desteği ile ciddi ilerlemelere başlanması 25 Haziran tarihini bulmuştur. Rusya’nın hava desteği ile birlikte Dera’nın doğu kırsalında muhaliflerin kontrolündeki kırsal alanı ikiye bölen Esed rejimi ve rejime bağlı müzahir kuvvetler Dera’ya yönelik operasyonlarına hız verdi.
Bu hızlı ilerlemelerin üzerine Rusya ve muhalifler arasında müzakere ve ateşkes süreci başladı. Rusya’nın ara buluculuğu ile muhaliflerle gerçekleştirilen ateşkes görüşmeleri 6 Temmuz itibari ile sonuç verdi. Bu anlaşmanın ana başlıkları şu şekildedir;
- Muhalifler ağır silahları teslim edecek, tam manası ile çözüm gerçekleşene dek hafif silahlar muhaliflerde kalacak
- Ürdün sınırı Rusya’ya dolayısıyla rejime bırakılacak; böylelikle stratejik önemi bulunan Nasib sınır kapısı dahil olmak üzere Ürdün sınırının yaklaşık %85’i rejim ve destekçilerinin kontrolüne girdi.
- Kuneytra ve Dera’nın batı kırsalı ile ilgili henüz netleşen bir anlaşma mevcut değil. Bu nedenle bu bölgelerdeki muhalif örgütlenmeler ağır silahlarını teslim etmezken, doğu kırsalında bulunan bazı askeri gruplar Dera’nın batısına geçti.
- Anlaşmayı kabul etmeyen muhalifler aileleri ile birlikte Kuzey Suriye’ye (İdlib ve Halep) tahliye edilecek
- Suriye’de genel bir çözüm oluşana dek muhaliflerin teslim ettiği bölgelere rejim ve rejime müzahir kuvvetler girmeyecek; Rus polis güçleri görev yapacak. (Bu maddeyi rejim bazı noktalarda ihlal etti)
Rusya ve İran destekli Esed rejiminin Dera’ya yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlar neticesinde yaklaşık 350 bin sivilin yerlerinden olduğu ve göç etmek üzere Ürdün sınırına gittiği ancak Ürdün yönetiminin sınır kapılarını açmaması üzerine geri döndüğü belirtilmekte. Bununla birlikte 270 gazetecinin de Dera ve çevresinde abluka altında kaldığı, gözaltı veya ölüm korkuları nedeni ile güvenli geçiş talep ettikleri bölgeden aktarılanlar arasında. Açlık ve susuzluğun yol açtığı rahatsızlıklar nedeni ile Deralı sivillerden en az 15 kişinin hayatını kaybettiği de bildirilmekte. Dera’ya yönelik Rusya ve İran destekli rejimin gerçekleştirdiği askeri operasyonlara binaen UNICEF’in yapmış olduğu açıklamaya göre hayatını kaybeden sivillerin sayısının en az 65 olduğu bilgisi paylaşıldı.
6 Temmuz itibariyle neticelenen ateşkes anlaşmasının sonucunda 12 Temmuz’da rejim ve destekçileri Dera il merkezine girerek rejim bayrağını astı. Dera, Suriye’deki muhalif gösterilerin ilk başladığı yer olması nedeniyle rejim bayrağının yeniden Dera kent merkezine asılmasının oldukça sembolik bir anlamı bulunmakta. Yaşanan bu hadise Suriye’deki siyasi geleceğin de habercisi konumunda. Güney Suriye’de muhaliflerin elinde bulunan Kuneytra kırsalı ve Tanf üssü hariç tutulduğunda, Suriye muhalefetinin kontrolünde bulunan bölgeler İdlib ve Afrin-Bab-Cerablus üçgeni olarak karşımıza çıkmakta. Rejimin Kuneytra’ya yönelik askeri operasyonları devam ederken, ilerleme kat ettiği de açıkça görülüyor. Önümüzdeki günlerde bu bölgelerde de bir ateşkes ve tahliye anlaşması görmemiz şaşırtıcı olmayacaktır. Suriye rejiminin özellikle tahliye anlaşmalarına sıcak baktığı biliniyor. Böylelikle rejim hem kontrol ettiği bölgelerde demografik düzeni sağlayabiliyor hem de güvenliği arttırabiliyor. Bu nedenle Kuneytra’da faaliyet gösteren başta HTŞ olmak üzere rejim hakimiyetinde yaşamak istemeyen muhaliflerin hafif silahları ile birlikte İdlib’e tahliyesi muhtemel. Nitekim Dera’daki muhaliflerin kısa bir süre içerisinde ateşkes ve anlaşma sürecine başlaması rejimin tüm dikkatini Kuneytra bölgesine vermesine sebebiyet verdi.
Güney Suriye’de bu durumun yaşanmasındaki uluslararası aktörler olarak ABD ve Ürdün öne çıkıyor. Nitekim bu gelişmeler, ABD’nin İran’ın bölgede sınırlandırılması düzeyine indirgenen ve böylelikle tekil bir siyasi düzleme oturan bölge siyasetinin sonucu. Bununla birlikte Ürdün’ün Esed’in Suriye’deki iktidarının varlığından ziyade bölgede oluşabilecek istikrarı öncelemesi ve mülteci sorununu kontrol etmek istemesi diğer bölgesel faktörler arasında. Ortaya çıkan tabloda Ürdün, Esed rejiminin varlığını kabul ederken, Helsinki zirvesi ile birlikte Trump ve Putin de Suriye’de İran’ın sınırlandırılmasını sağlamak üzere mutabakat zeminini yakalamış görünüyor. ABD yönetiminin istikrarsız Suriye politikası ve maliyet yüklenmemek üzere kurulu anlayışı YPG/PKK’nın da Fırat nehrinin doğusunda hakimiyeti ele almasına ve DAEŞ ile mücadele üzerinden meşruiyet kazanmasına neden olmuştu. Menbiç’te ABD ile Türkiye arasında başlayan süreç, YPG/PKK’nın rejim ile işbirliğini arttırmasına ve Fırat’ın doğusundaki hakimiyet alanları üzerinde müzakerelere başlamasına sebebiyet verdi. ABD’nin bölgedeki varlığı sürdüğü müddetçe Esed rejiminin Fırat’ın doğusuna dönmesi mümkün görünmüyor ancak Trump’ın Suriye’den çıkmaya yönelik isteği muhtemel bir karara dönüşürse bu sürece Türkiye’nin müdahil olması gerekiyor. Oldukça griftleşen ve aktörlerin kısa vadeli çözümlere odaklandığı Suriye’de, Türkiye, YPG/PKK’nın Esed rejimi ile gireceği bir siyasi angajman ile birlikte meşru bir aktör görülmesinin önüne geçecek adımlar atmalı.