Suriye’de yıllardır süren savaşta, rejimin kara kuvvetlerinin yaşadığı erozyon sonucu olarak ortaya çıkan “milisleşme” artarak devam ediyor. Rejimin askeri gücünün ikinci önemli ayağı olan hava kuvvetleri ise aynı şekilde güç kaybına uğramış olsa da kara kuvvetleri kadar araştırmacıların ilgisini çekmemiştir.
Global Public Policy Institute (GGPI) ise Tobias Schneider, Emma Bapt ve Karam Shoumali imzasıyla yayınladığı “Assad’s Long Reach: The Syrian Arab Air Force at War”[1] başlıklı raporuyla, Esed rejimi hava kuvvetlerinin savaş sürecindeki etkinliği ve erozyon sürecini ortaya koydu.
Raporda, ayaklanma başında hava kuvvetleri mensubu eski askerler de kaynak olarak kullanılırken rejim hava kuvvetlerinde o dönem yaşananlarla alakalı önemli iddialar ortaya koyulmuş. Rejim kara kuvvetlerinde ayaklanmanın ilk günlerinde yaşanan sivillere karşı müdahale emrine direnç gösterme hadiseleri özellikle Sünni subaylar üzerinde yoğunlaşan bir şüphe dalgasına sebep olurken bu durum hava kuvvetlerinde de benzer şekilde cereyan etmiş. Kaynakların aktardığına göre, yükselen şüphelerin sonucunda pek çok Sünni subay meslektaşları subaylar veyahut Hava Kuvvetleri İstihbarat görevlileri tarafından yoğun bir sorgulama ve gözlem altına alınma süreci yaşadı. Yine o günlerde Hava Kuvvetleri Enformasyon ve Endoktrinasyon Birimi halk ayaklanmasının dış mihraklar ve teröristlerin işi olduğuna dair kurum içi yoğun bir propaganda faaliyetine başladı.[2] Şahitlere göre, bu propaganda kapsamında Hava Kuvvetleri subay ve pilotlarına esir alınan göstericilerin Suriye’ye yönelik tehdit ve komplolar içeren zorla söyletildiği belli olan itiraf videoları izletildi.
Yine de bu karşılıklı güvensizlik ortamı rejim propagandası ile tersine çevrilemedi. Rapora göre, Hava Kuvvetleri bünyesindeki Sünni subay ve pilotlar açığa alınarak Nusayri hakimiyetindeki Hava Kuvvetleri İstihbaratı tarafından soruşturma altına alındılar. Bu sürecin bir sonucu olarak Hava Kuvvetleri İstihbaratı çok sayıda subay için yakalama kararı çıkardı. GGPI kaynaklarına göre, ayaklanmanın henüz ilk aylarında tamamı Sünni 20 pilot Hava Kuvvetleri İstihbaratı’nın emirleri sonucu ortadan kayboldu. Rejim Hava Kuvvetleri kendi bünyesinde sadece muhaliflere değil aykırı olan her sese karşıydı. Ekim 2012’de bir suikast sonucu öldürülen, rejim Hava Kuvvetleri’nin Şam’daki en önemli isimlerinden Tümgeneral Abdullah el-Halidi’nin ölümüyle alakalı her ne kadar rejim medyası o dönem muhalifleri suçlasa da GGPI raporunda bahsedildiği üzere Halidi’ye yakın kaynakların iddiası Halidi’nin Suriye şehirlerinin bombardımanına karşı çıkması ve muhalif kanada geçmeyi planladığıydı. Muhaliflerce üstlenilmeyen bu saldırının rejim içi bir tasfiye olduğu iddiası kanıtlanmamış olsa da rejim Hava Kuvvetleri’nin o süreçteki uygulamaları düşünüldüğünde bu iddiayı da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Hava Kuvvetleri içerisinde Sünni pilotların tasfiyeleri, tasfiye edilmeyenlerin de güvenlik gerekçeleriyle uçuşlarının iptali ve izin taleplerinin reddi gibi gelişmeler kurum içi ayrışmanın geldiği yeri göstermesi açısından önemli.
Bu baskı ve tasfiye sürecinde GGPI’nin verilerine göre, 2011-2015 yılları arasında 165 pilot Hava Kuvvetleri’nden firar etti. Bu pilotların %73lük kısmı Hava Kuvvetleri’nin ilk yoğun saldırı dalgasının yaşandığı 2012-2013 sürecinde Hava Kuvvetleri’nden koptu.[3] Hava Kuvvetleri’nden kopan pilotların %99,4’ü Sünni pilotlardan oluşmakta. Öte yandan savaş sürecinde uçağı isabet alarak düşen pilotların ise %90,1’i Nusayri pilotlardan müteşekkil. Nusayri nüfusun ülke toplam nüfusunun %10 ila %12’lik bir kısmını oluşturduğunu düşündüğümüzde Hava Kuvvetleri içerisindeki mezhepsel ayrışma bir kez daha gözler önüne seriliyor. Savaşın patlak verdiği dönemde Hava Kuvvetleri’ne bağlı tugay, tümen ve filo komutanlarının %79u Nusayrilerden oluşurken o dönemde tugay komutanlığı yapan tek Sünni general ise savaş sürecinde tutuklanarak görevinden alındı. Geçen 10 sene zarfında Hava Kuvvetleri komuta kademesine atanan tek Sünni subay ise GGPI raporuna göre, Filistin kökenli biri.
Hava saldırılarında kurum içi direncin önüne baskı ve tasfiyelerle geçildikten sonra 2012 ile birlikte rejim jetlerinin önce Şam ve Halep’te gerçekleştirdiği ve sivilleri hedef alan saldırılar yaşandı. Bunu takip eden süreçte özellikle kuzey Suriye’de rejim helikopterlerinin yerleşim yerlerine yüksek irtifadan patlayıcılar bıraktıkları rapor edildi. Bu patlayıcılar süreç içerisinde “varil bombası” olarak literatüre girdi.
Savaşın ilk 4 yılında karadan ateş, MANPADS ateşi ve teknik aksaklıklar sebebiyle envanterindeki 535 hava taşıtının 120’sini kaybeden Esed rejimi, maddi sıkıntılar ve teknik imkansızlıklar sebebiyle pek çok aracını da modernize edemediği için kullanamıyor. Ayrıca savaş sürecinde özellikle muhalifler ile çatışmalarda rejimin elinden çıkan kuzeydeki hava üslerinin bugün halen rejim kullanımına uygun olmaması (muhalif kontrolünde olmaları veyahut çatışmalar sonucu yüksek tahribata uğramaları) da rejimin hava gücünün fiziki sınırlarını etkiliyor. Bu sebeple rejim, 2016’dan bu yana elde kalan aktif gücünü Hama, Şayrat, Saykal, Tiyas, Neyreb ve Dumayr hava üslerini, operasyon merkezi olarak kullanmıştır. Ayrıca elde kalan jetlerin muhaliflerce hedef alınma riskini azaltmak adına da söz konusu bölgelerde yüksek irtifadan varil bombası bırakmak suretiyle saldırılara devam ediliyor. Rejim hava unsurlarının 2020’de İdlib’de MANPADS ve TSK jetlerinin hedef alması sonucu verdikleri kolay kayıplar göz önüne alındığında Rus hava kuvvetlerinin aktif desteği olmadan oldukça kısıtlı bir güce dönüştüklerini söylemek mümkün.
Ömer Behram Özdemir
[1] https://chemicalweapons.gppi.net/analysis/assads-long-reach-syaaf-pt-1/ , Erişim Tarihi: 15 Nisan 2021.
[2] https://chemicalweapons.gppi.net/analysis/assads-long-reach-syaaf-pt-1/ , Erişim Tarihi: 15 Nisan 2021.
[3] https://chemicalweapons.gppi.net/analysis/assads-long-reach-syaaf-pt-1/ , Erişim Tarihi: 15 Nisan 2021.