HTŞ meselesi: Askeri mi Siyasi mi?
31 Mart 2020

Suriye’de iç savaşın geldiği nokta muhalifleri ve muhalifleri destekleyen ülkeleri İdlib’te küresel sistemin halihazırda ‘tanımladığı’ aktörleri yine ‘tanımlanmış bir perspektif’ içinde tartışma noktasına getirdi. Geriye dönüp yorumlara baktığımızda tartışmanın muhalifler ve onların yanında savaşan İslami merkezli gruplar eleştirilerinin “yenilgi dönemi” ile at başı gittiği söylenebilir.

2014 ve sonrasında, Fetih Ordusu süreciyle başlayan Rusya’nın savaşa müdahil olmasından 2016 yazına kadar, El Kaide ilişkisi olmasına rağmen Nusra Cephesi’nin feshi pek az konuşuldu. Aynı dönemin yabancı savaşçı sorunsalı ise DEAŞ üzerinden şekilleniyordu. O dönem canlı tutulan, Nusra Cephesi’ne atfedilen en büyük eleştiri El Kaide ilişkisi ve İdlib’te bir ‘emirlik kurma’ iddiası idi.[1]

Tüm teorik zorlamalara rağmen El Kaide’nin temel pratiğinde lokalize edilmiş bir yönetim şekli olarak emirlik olmaması[2] genel olarak bir merkezden üretilen bu teorileri hem El Kaide’nin formasyonu hem de o dönem itibari ile Nusra Cephesi’nin gücünü geçersiz kılıyordu.

Esasen, değerlendirilen unsurun doğasından kopuk ve bir ideolojik maksatla ihtiyaç duyulan bu yeniden tanımlama çabası, yönetim şekli olarak lokal bir emirlik düşüncesi olmayan[3] El Kaide’ye atıfla Nusra Cephesi’ne emirlik kurdurma çabası, şu anda Suriye Gündemi’nde yürütülen “HTŞ Tartışmaları’na” da yansıyor.

HTŞ söz konusu olduğunda akıllara yansıyan El Kaide çizgisi[4] ve yabancı savaşçı sorunsalı[5] ile örgütün yerelleşmesi arasındaki ikilem örgütün yeni doğası ile ne kadar uyuşuyor? Ya da HTŞ’nin kendini feshi[6] konusunun askeri ve sosyolojik sonuçları düşünülmeden öne sürülen fikirleri HTŞ ile ilişkilendirilen İdlib sorununa nasıl bir çözüm getiriyor?

El Kaide, Nusra için bir fırsattı ancak süresi doldu

HTŞ’nin öncüllerinin kronolojisini incelemek ve örgütün liderliği ile yaşadığı dönüşümlerin hangi eşiklere geldiğini görmek oldukça faydalı olacaktır.

Suriye iç savaşına 2012’de Nusra Cephesi olarak dahil olan örgütün yaklaşık bir buçuk sene içinde Suriye’de oldukça etkili ve ÖSO’ya nazaran merkezi bir güç haline gelmesi dikkat çekmişti. Irak İslam Devleti’nin Suriye’de faaliyete geçişi ve Culani’nin bu örgütle olan geçmişi nedeniyle Nusra Cephesi’nden itaat beklemesi ve diğer muhalif unsurların yanı sıra Nusra Cephesi’ne savaş ilanı, Culani’nin El Kaide’ye biatını açıklaması ile çatışma doruk noktasına çıkmıştı. Culani’nin pragmatizminin örgüte direk yansıdığı ilk aşama idi. DEAŞ’ın biat isteyen saldırgan politikası karşısında Culani üzerinden El Kaide biatı, Nusra Cephesi için birkaç açıdan kullanışlı bir fırsattı.

Rusya’nın savaşa girmesi ile Suriyeli muhalifler arasında birlik söylemi güçleniyordu. Ancak bir sorun vardı. “Nusra Cephesi’nin El Kaide’ye olan biatı.” Culani bu biatı daha sonra 2016’nın yazında sona erdirdi.[7] Çünkü artık El Kaide etiketi kullanışlı değildi. Türkiye’nin Halep kuzeyindeki FKH’nin hemen öncesi Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) adını alan örgüt unsurlarını bu bölgeden çekiyor, deyim yerinde ise kendisini Halep kent merkezi ve Batı Halep ile İdlib ve güneydoğusunda konsolide etmeye başlıyordu. Halep savaşlarının başlaması ve ardından Halep’in Esed güçleri kontrolüne geçtiği süreçte, Ocak 2017’de birleşme görüşmeleri başladı. Görüşmelerde zikredilen ilk isim Heyet İslami idi.[8] Liderlik ve askeri kontrol konusunda ŞFC ile Ahrar el Şam’ın anlaşamaması üzerine bu ilk tasarının henüz fikri aşamada sona erdiği düşünüldü.

Genel olarak kabul edilmese bile ŞFC süreci ile beraber ŞFC’nin varlığı, konumu ve birlik sorunu gruplar arasında ve rejimle olan durumda askeri bir hal almıştı. Han Şeyhun bölgesinde Cund el Aksa ile savaşın ŞFC himayesi ile bitmesi, bazı ÖSO grupları ile ŞFC’nin yakınlaşma dönemi ile silah ve para gereksinimi içindeki pek çok lokal grubun maddi nedenlerle ŞFC’ye bağlanması, örgütün dominant bir çehre kazanmasını sağladı. Örgütün yaşadığı dönüşümler Nusra Cephesi’nden ŞFC’ye dönüşmekle kalmamış, dahası Halep sonrasındaki Heyet-i İslami fikri Culani tarafından Heyet Tahrir el Şam şeklinde tasarlanmış ve uygulamaya girmişti.

Heyet Tahrir Şam’ın büyük gruplardan Ahrar el Şam’ı askeri olarak zayıflatmıştı. Nureddin Zengi Hareketi’nin de HTŞ’ne katılımı ile ÖSO ittifakları sarsılmış İdlib’te HTŞ’nin karşısında zayıflamış bir Ahrar el Şam, Türkiye’nin operasyon bölgeleri ile ilgilenen Feylak el Şam, Hama kuzeyinde zor şartlarda varlık mücadelesi veren Ceyş el Nasr kalmıştı.

El Kaide’nin bir fırsat olarak değerlendirilmesinin ardından müstakil ve yerel bir gruba dönüşmek de kullanışlı bir fırsattı. Culani ve yönetim kadrosu hepsi olmasa da büyük kısmı bu fırsatı da değerlendirdi.

HTŞ’nin Diyalektiği: ÖSO

Suriye ve diğer iç savaş sahalarında genel olarak muharip güçler ile silahlı güçler sayıları konusunda genel bir yanılgı hakimdir. Bu yanılgı tarafların, örgütlerin ve destekleyicilerinin propaganda kaygılarından ileri geldiği gibi bilginin toplanmasında yaşanan sorunlardan kaynaklanır. “Askerileşmiş” bir sorunun iki tarafı, ÖSO ve HTŞ, göz önüne alınırsa birbirlerinin diyalektiği olduğunu ve askeri güç konusunda da kıyaslanmaları zorunluluğu karşımıza çıkıyor.

İki tarafın da esasen makalelerde sözü edilen muharip güçlere sahip olmadığını söylemek gerek. HTŞ’nin savaşçı sayısının 12 bin[9] ila 20 bin[10] arası gidip geldiği yorumları ise önce ÖSO sonra ise savaş alanı ile kıyaslamak gerekiyor. SMO adı altında birleşen ÖSO gruplarının İdlib kolu olan UÖC kurulduğunda savaşçı sayısını 100 bin olarak açıklamıştı.[11] Ne var ki UÖC’nin bu savaşçı sayısına yaklaşmadığı ortada. İki tarafın da savaşçı sayıları konusundaki propaganda temelli kaygılarını Hama kuzeybatısındaki Kafr Nabude, kuzeydeki Han Şeyhun ve daha sonraki Maarat Numan savaşlarının yalanladığını gördük. Bu savaşlar sırasında iki taraf birbirini ‘gerektiği kadar savaşmamakla’ suçlarken iki taraf da ikinci ve üçüncü bir cephe açma girişiminde bulunmadı.[12] Bu minvalde yabancı savaşçılar konusunda da ifade edilen 4 ila 6 bin arası rakamlar da HTŞ bakımından gerçeği yansıtmıyor.

DEAŞ süreci ile bünyesindeki yabancı savaşçıların çoğunu bu örgüte kaptıran Nusra Cephesi ve ardılı HTŞ, İdlib içindeki pek çok yabancı savaşçının tercihi değil. Çünkü İdlib bölgesinde toplanan yabancı savaşçıların Suriye motivasyonu küresel bir cihat motivasyonu ile bölgeye gelmiş ve DEAŞ – Nusra Cephesi ayrışmasında ekseriyet ile DEAŞ’ı seçmişti. Daha sonra Nusra Cephesi’nin El Kaide’den ayrılması ile son süreçte Huras Ed-Din ve Ensar Tevhid gibi gruplar yabancı savaşçıların tercihi olarak karşımıza çıkıyor.

ÖSO tandanslı gruplarda da direk olmasa bile HTŞ, Huras Ed-Din ve Ensar el Tevhid gibi grupların dışındaki bazı Suriyeli olmayan gruplarla iş birliği yapıyor ve ortak askeri girişimler gerçekleştiriyor. Tüm bunlarla HTŞ’nin baskın ve daha etkili bir askeri güç olarak öne çıkmasının temel nedeni ÖSO’ya nazaran merkezi ve disiplinli bir askeri yapılanmayı kurabilmiş olması. HTŞ meselesinin sahanın doğası gereği siyasi bir meseleden ziyade askeri mesele olduğunun diğer bir verisi de bu durum.

Zor Bir Objektivizm

HTŞ’yi bir sorun olarak tanımladığımız takdirde karşımıza İdlib özelinde diğer sorunların çıktığını, birbirine bağlı bu sorunlar zincirinde Halep kuzeyinde FKH ve ZDH alanlarını elinde tutan Türkiye’yi dışlayan hiçbir değerlendirmenin sağlıklı olmayacağını kabul etmemiz gerekiyor.

Hatırlanırsa HTŞ’nin Ahrar el Şam ile savaşı ve bölgenin sınır kapısı olan Bab el Hava dahil önemli merkezlerini ele geçirmesi süreci Türkiye ile Rusya arasındaki Soçi sürecinin hemen öncesine denk düşüyor. Ancak Türkiye’nin bölgeye etkisi ise Soçi sürecinden daha önceye BM görüşmeleri ve Astana görüşmelerine kadar geriye gidiyordu. HTŞ’nin İdlib’teki yayılımı ve sınır kapısı Bab el Hava’yı ele geçirme sürecinde Türkiye’nin sessizliği dikkat çekmiş, pek çok ÖSO yöneticisi durumdan duydukları ‘rahatsızlığı’ Türkiye’ye iletmişti.[13] Ancak Türkiye, kendisini ÖSO olarak tanımlayan Ahrar el Şam ile ‘radikal’ HTŞ arasındaki savaşa karışmamayı tercih etmişti. O süreç ise şu anda HTŞ’yi bir sorun olarak gündeme getirirken bölgede süren Rusya ve rejim saldırıları ve göçmen sorununu Türkiye’nin kendisi için büyük bir riske dönüştürdü.

Operasyon Çözüm Mü?

HTŞ özelinde dünya gündemine gelen küresel cihat çizgisi ve yabancı savaşçılar sorununu çözmek için HTŞ veya benzerlerinin feshi yahut feshe zorlanması için askeri bir operasyon çözüm mü, henüz kimse karar verebilmiş değil. Ne var ki güvenlik kurumları ve yabancı topraklarda faaliyet yürüten ordular yereldeki riski kontrol etmek ya da kontrol edemiyorlarsa bile ‘riski tanımlamak ve görebilmek’ isterler.

Doğal ve askeri açıdan makul kabul edilen bu durum ele alındığında HTŞ ve benzerlerinin bütünleştirdiği riskin daha gözle görünür ve tanımlanabilir olduğunu söylemek mümkün. Bu görünürlüğe şu ana kadar askeri olarak müdahale edilmemesinin nedenini bilmemiz ise imkansız. Diğer yandan herhangi bir gönüllü feshin yahut askeri bir operasyonun sonrasında örgütsel yapının dağılmasının neden olacağı risklerin hesaplanmasını gerekiyor. Çünkü İdlib’te HTŞ ile cisimleşen durum HTŞ’nin dışında daha radikal unsurların varlığı güçlendirebilecek riskleri barındırıyor.

Suriye’de DEAŞ’a karşı El Kaide’yi, El Kaide’ye karşı yerelleşmeyi kullanan ve El Kaide’nin askeri pratiğinden faydalanarak kendisini inşa etmiş fırsatçı bir liderlikle yönetilen HTŞ değerlendirmelerinde, örgütün ve savaşın doğasından uzak pek çok “üretilmiş içerik” bulunmaktadır. Yorumların geneli konuyu siyasi eksende değerlendirmiş, bu değerlendirmeleri de diğerlerinden soyutlayarak yapmıştır. Mamafih HTŞ ve benzerleri ile diğerleri arasında ve ülkeler bazında da sorun askeri içeriklidir.

Askeri içerikli bir sorun olarak ele alındığında ise HTŞ ve benzerlerine ilişkin çözümün nasıl ve ne zaman olacağına dair tahminler nitelikli istihbarat ve askeri yaklaşımlar ele alınmadan cevaplanması oldukça zor sorulardır. Enikonu HTŞ’ye ilişkin tartışmaların genel olarak içeriği ve risk çıtaları laboratuvar ortamında ele alınmaktan uzaktır. Kontrol mekanizmaları kurulmadan HTŞ bağlamında yabancı savaşçılara karşı bir operasyon yahut lağvedilme talebi bölgeyi daha çatışmalı bir ortama sürükleyebilir.

İdlib bölgesinde uluslararası mutabakat ve anlaşmalarla muhafaza devleti konumundaki Türkiye’nin ise HTŞ dosyasındaki söylemi BM ile uyumlu olmakla beraber sahadaki askeri gücünü de riske atmayacak şekilde tasarlanmışa benzemektedir. Bu tasarının ilerleyen aylarda kendisini  HTŞ ve benzerlerinin feshi ya da ortadan kaldırılması konusunda kontrol mekanizmasına çevirip çevirmeyeceği ise henüz cevaplanabilecek bir soru değil.


[1] https://foreignpolicy.com/2016/05/04/al-qaeda-is-about-to-establish-an-emirate-in-northern-syria/

[2] Bu konuda Yemen ve Libya’daki girişimler örnek verilse bile bu girişimlerin bir yönetim olarak emirlik’e işaret etmediği, emirlik kavramının komuta üssü olarak form bulduğunu söylemek mümkün. El Kaide’nin genel ideolojik hatları ile ilgili bkz: Beyond al-Qaeda. Part 1. The global jihadist movement, Edition, 2006 RAND Corporation; Al Qaeda: Statements and Evolving Ideology, Christopher M. Blanchard Analyst in Middle Eastern Affairs Foreign Affairs, Defense, and Trade Division, Congressional Research Servis, 2009; Al Qaeda: Ideology and action Jeffrey Haynes, Department of Law, Governance and International Relations , London Metropolitan University , UK Published online: 22 Aug 2006; The Origins of al Qaeda’s Ideology: Implications for US Strategy, Christopher Henzel.

[3] El Kaide’nin kendini tanımladığı formasyon örgütün adında da anıldığı gibi cihadın sürdürülmesi için bir komutanlık öngörüyor. Temelleri bakımından da kendi formasyonunu örgütün düşünce yapısının temelindeki İbn’i Teymiyye’nin Moğollara karşı cihat fetvalarına bağlayarak Batı karşıtı bir konumlanma alan örgütün emirlik formasyonu daha çok askeri bir yapılanmadaki komuta üssüne işaret etmekte. Bu pratik plan her ne kadar Usame Bin Ladin ve Zevahiri’nin Abdüsselam Farac’tan aldığı ‘devrimci’ fikirler ile devletleri dönüştürme yönünde teorize edilse de pratik süreçlerde El Kaide’nin ‘emirlikleri’ sadece askeri bir nitelikte kalmıştır. Bu bakımdan El Kaide’nin yeni nesil pratik bir savaş örgütü olduğunu anlatan iki önemli kayıt vardır. İlki 23 Ağustos 1996 yılında yayınlanan “Kutsal Beldeleri İşgal Eden Amerikan Güçlerine Karşı Cihat Bildirisi’’dir. İkincisi ise ’Yahudilere ve Haçlılara Karşı Cihat için Uluslararası İslami Cephe’ bildirisidir. Bu bildiriler ve sonrasındaki gelişmeler El Kaide’nin emirlik fikri ile Batı merkezli yorumcuların fikirleri arasında bir uçurum olduğunu gösterir.

[4] http://www.suriyegundemi.com/2020/03/23/hts-coktan-treni-kacirdi/

[5] http://www.suriyegundemi.com/2020/03/27/asil-sorun-hts-mi-yabanci-savascilar-mi/

[6] http://www.suriyegundemi.com/2020/03/18/idlibteki-sivilleri-korumak-icin-hts-lagvedilmeli/

[7] http://www.aljazeera.com.tr/haber/nusra-cephesi-devrimi-kurtarmak-icin-el-kaide-ile-bagimizi-kopariyoruz

[8] Yazarın saha görüşmesi, Aralık-2016 Ocak-2017 tarihlerinde, İdlib ve Batı Halep.

[9] https://foreignpolicy.com/2017/03/15/al-qaeda-is-swallowing-the-syrian-opposition/

[10] https://www.bbc.com/news/world-45401474

[11] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/esed-rejimine-karsi-en-buyuk-askeri-grup-olusturuldu/1220159

[12] Bu konuda çeşitli propaganda bazlı girişimler yapıldı. Ancak hiçbir girişim operasyon düzenlenen alanda Rusya destekli İran ve rejim güçlerinin konsolide olmasına neden olacak güçle yapılmadı. Sözü edilen Kafr Nabude, Han Şeyhun ve Maarat El Numan operasyonlarından sonra Serakib savaşları sırasında sözü edilen ‘büyük Halep’ operasyonu için taraflar 200 ila 300 kişilik vur-kaç grupları organize ettiler. – Yazar görüşmesi – Saha Askeri Kaynaları

[13] Yazar görüşmesi, İdlib Temmuz – Ağustos 2017