İdlib’in kaderi Türkiye’ye bağlı
Esed rejimi ve Rusya’nın Güney Suriye’deki gerilimi azaltma bölgesini lağvedip Suriyeli muhalif unsurların kontrol ettiği Dera’daki tüm bölgeleri ele geçirmesi sonrası dikkatler İdlib’e çevrilmiş durumda. Dera’daki gerilimi azaltma bölgesi ABD, Rusya ve Ürdün arasında mutabık kalınan bir anlaşmaya dayanmaktaydı. İdlib bölgesindeki gerilimi azaltma bölgesi ise Rusya, İran ve Türkiye garantörlüğünde devam eden Astana görüşmeleri kapsamında Mayıs 2017’de ilan edilmişti. Türkiye’nin Astana süreci doğrultusunda İdlib’te inşa ettiği 12 gözetim noktasına rağmen yerel halk arasında İdlib’e bir askeri saldırı endişesi bulunmaktadır. Özellikle Rusya’nın hava üstünlüğü İdlib bölgesinin güvenliği için sorun teşkil etmektedir. Astana süreci bağlamında Türkiye’nin İdlib için karar vermesi ve adım atması gerekmektedir. Bu noktada İdlib için iki farklı senaryo ortaya çıkmaktadır; İdlib’ten çekilmek veya İdlib’i temizlemek.
Türkiye’nin Gözetim Noktaları
Türkiye Astana süreci kapsamında İdlib bölgesinde rejim ve Suriye muhalefeti arasındaki cephe hattı boyunca 12 gözetim noktası kurmuştur. Türkiye’nin inşa ettiği 12 gözetim noktası cephe hattında olası ateşkes ihlallerini raporlamakta ve ateşkesin devamlılığını gözetlemektedir. Türk askerinin sahadaki varlığı ile İdlib bölgesinde bazı ufak çaplı istisnalar haricinde taraflar arası çatışmalar durmuştur.
Rusya ve İran ise rejim tarafında gözetim noktaları kurmuştur. Rusya 10, İran ise 7 gözetim noktası inşa etmiştir.
Türkiye, İran ve Rusya’nın İdlib gerilimi azaltma bölgesinin cephe hatlarına kurdukları gözetim noktaların temel amacı sınır hattındaki çatışmaları durdurmak ve tarafların alan kaybedip kazanmasını engellemektir. Gözetim noktaları sınır hattında ne kadar etkili ise de, cephe arkasına düzenlenen hava harekâtlarına karşı işlevsizdir. Fakat Türk gözetim noktaların varlığı devam ettiği sürece rejim güçleri ve rejimi destekleyen tarafların İdlib bölgesini ele geçirmeye yönelik kara harekâtı gerçekleştirmesi mümkün görülmemektedir.
İdlib bölgesindeki Türkiye’ye yönelik sivil halktaki algı ise iyimserdir. Türk gözetim noktalarının güvence ve huzur manasına geldiği ve Türk gözetim noktalarının İdlib’e karşı olası bir saldırıyı engelleyeceği düşüncesi hâkimdir. Ayrıca sivil halk, Türk gözetim noktaların kurulması ile birlikte İdlib’e yönelik hava saldırılarının da son bulmasını ümit etmektedir.
Türkiye’nin gözetim noktaları bağlamında, Türkiye’nin İdlib’e yönelik politikası için belirleyici diğer bir unsur ise İdlib’te faaliyet gösteren aktörler ve bu aktörlerin Astana süreci kapsamındaki rolleri ve etkileridir.
İdlib’teki Aktörler
İdlib’teki aktörler, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), Huraşiddin, Cephet Tahrir Suriye (CTS) ve Ulusal Özgürleştirme Cephesi (UÖC) olmak üzere dört ana kategoride ele alınabilir:
Heyet Tahrir el Şam: Muhammed el-Cevlani liderliğindeki eski Nusra örgütü, El-Kaide ile bağlarını koparma kararı aldıktan sonra kendi ismini Cephet Fetih Şam olarak değiştirmiştir. İkinci bir adımda ise Cephet Fetih Şam, birkaç başka grup ile beraber HTŞ’yi kurmuştur. HTŞ’nin kuruluşundan sonra HTŞ’deki iç karışıklıklar, fikir ayrılıkları ve HTŞ’nin özellikle Ahrar’uş Şam’a karşı saldırgan tutumu HTŞ’den birçok grubun ve kişinin ayrılmasına yol açmıştır. Bazı eski Nusra gruplarının HTŞ’den ayrılması sonucunda Huraşiddin kurulmuştur.
Huraşiddin: HTŞ’nin kuruluşunu ve El-Kaide’den ayrılışını doğru bulmayan ve El-Kaide’ye biatını bozmayan eski Nusra içerisindeki birçok grup HTŞ’den ayrılmıştır. Muhammed el-Cevlani’nin kararlarına karşı çıkan grup ile HTŞ arasında birçok sürtüşme ve karşılıklı atışmalar yaşanmıştır. Huraşiddin’i kuran gruplar eski Nusra grupları arasında savaşta en etkili olan gruplardan oluşmaktadır. Özellikle “Badiye Cephesi” olarak tanınan grup, Nusra’nın askeri operasyonlarında en önde yer alan ün kazanmış bir yapılanmaydı. Huraşiddin, El-Kaide’ye olan bağlılığını devam ettirmektedir ve El-Kaide’nin Suriye’deki yeni yapılanmasıdır.
Cephe Tahrir Suriye: HTŞ’nin saldırgan tutumuna ve beklenen HTŞ saldırılarına karşı, Ahrar’uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi arasında kurulmuş bir savunma paktıdır. Zeytin Dalı Harekâtı devam ederken HTŞ’nin Nureddin Zengi Hareketi’ne Batı Halep’te düzenlediği geniş çaplı saldırı üzerine CTS savunma paktı harekete geçmiş ve HTŞ’yi geri püskürtüp HTŞ kontrolündeki birçok bölgeyi ele geçirmiştir. CTS ile HTŞ arasında yaşanan çatışmalarda Sukur el-Şam grubu CTS’nin yanında yer almıştır, fakat resmi olarak CTS’nin parçası değildir. CTS ve Sukur el-Şam Türkiye yanlısıdır ancak Türkiye tarafından doğrudan desteklenmemektedir.
Ulusal Özgürleştirme Cephesi: Türkiye’nin İdlib’te doğrudan desteklediği grupların Türkiye’nin yönlendirmesi ile kurduğu bir çatı yapılanmasıdır. 28 Mayıs 2018 tarihinde İdlib ve çevresinde faaliyet gösteren 11 muhalif grubun birleştiklerini duyurması ile birlikte “Ulusal Özgürleştirme Cephesi” kurulmuştur. Yeni oluşum içerisinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonuna katılan Feylak’uş Şam ve Zeytin Dalı operasyonuna katılan Ceys el-Nasr ve 23. Fırka (Tümen) da bulunmaktadır. UÖC bileşenlerinin tamamının Türkiye tarafından desteklendiği bilinmektedir. UÖC’de ne derece merkezi emir-komuta zinciri bulunduğu ise şüphelidir. UÖC gerçek manada bir birliktelikten çok, bir şemsiye yapılanmasıdır. Ayrıca UÖC bileşenlerin ortak hareket ettiğinde İdlib’te önemli bir güç merkezi oluşturmaktadırlar. 28 Mayıs tarihinde Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ne yeni katılımlar olmuştur. Ceys el Ahrar ve Sukur uş Şam yanısıra Cephe Tahrir Suriye de Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ne katılmıştır. Böylelikle İdlib’teki Astana sürecinin dışında kalmayan tüm aktörler bir şemsiye altında toplanmıştır.
CTS’nin UÖC’ye katılması ile birlikte İdlib’teki aktörler 3 ana kategoriye inmiştir.
Astana Sürecinin Dışında Kalan Aktörler
İdlib’teki gerilimi azaltma bölgesi Astana süreci kapsamında ilan edilmiştir. Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğündeki Astana süreci DAEŞ ve Nusra gibi terör örgütlerini kapsamamaktadır. HTŞ ve Huraşiddin’in Rusya, İran ve dünya kamuoyu tarafından Nusra’nın devamı olarak tanımlanmasından dolayı HTŞ ve Huraşiddin resmi olarak Astana süreci kapsamında ilan edilen gerilimi azaltma bölgesinin dışında kalmaktadır. Diğer yandan Astana sürecinin başlangıcında Rusya tarafından ilan edilen “ılımlı muhalefet” ve Astana’ya bilfiil katılan Suriyeli muhalif gruplar Astana süreci kapsamında gerilimi azaltma bölgesince kapsanmaktadır. Anlaşma gereğince Rusya, İran ve Esed rejimi İdlib bölgesinde varlık gösteren HTŞ ve Huraşiddin haricindeki gruplara saldırı düzenlememelidir.
HTŞ ve Huraşiddin’in varlığı İdlib bölgesinde devam ettiği sürece Türkiye’nin Rusya, İran ve Esed rejimine karşı eli daha zayıftır. Zira Rusya, İran ve Esed rejimi İdlib bölgesini hava saldırıları ve füzeler ile hedef alabilir ve saldırıların hedefinin HTŞ veya Huraşiddin olduğunu iddia edebilir. Nitekim Rusya, Doğu Guta’daki kısıtlı HTŞ varlığını bahane göstererek bölgedeki Suriyeli muhalefeti tamamen hedef almış ve imha etmiştir. İdlib bölgesinde HTŞ ve Huraşiddin’in varlığı ise Doğu Guta’ya göre çok daha yaygındır.
Ulusal Özgürleştirme Cephesi bileşenleri Astana sürecine katılmaktadır ve Rusya tarafından Astana süreci kapsamında resmen muhatap olarak kabul edilmiştir.
Astana süreci ile beraber kurulan gözetim noktaları, İdlib’teki aktörler ve Astana sürecindeki rolleri bağlamında, Türkiye’yi Astana süreci kapsamında karar vermeye ve adım atmaya zorlamaktadır. Nitekim bir yandan Türkiye İdlib’in güvenliği için garantör olmuştur, diğer yandan ise HTŞ ve Huraşiddin gibi örgütler Astana süreci kapsamını dışındadır ve meşru hedeflerdir. Türkiye’nin aynı anda İdlib’i koruyup, HTŞ ve Huraşiddin’e karşı adım atması Astana süreci kapsamında mümkün görünmemektedir.
İdlib İçin Alternatif Senaryolar
Türkiye’nin İdlib’e olası bir saldırıyı uzun vadede engellemek için önüne iki ayrı senaryo çıkmaktadır. Türkiye’nin İdlib’ten çıkması, gözetim noktalarından çekilmesi ve İdlib’in rejim güçleri tarafından ele geçirilmesi birinci alternatiftir. İkinci alternatif ise Türkiye’nin İdlib bölgesini radikal unsurlardan temizlemesi ve Suriye’deki kontrol alanını genişletmesidir.
a)Türkiye’nin İdlib’ten Çıkması
Muhtemel gözükmeyen birinci senaryoda İdlib’e yönelik Rusya ve rejim baskılarına karşı Türkiye’nin geri atması mümkündür. Bu durumda Türk gözetim noktaları kısa bir süre içerisinde kaldırılıp Türk askerinin Türkiye’ye geri dönmesi sağlanabilir. Rusya’nın hava gücü ve rejimin Suriye’deki tüm diğer cephelerde Suriyeli muhalifleri elimine etmiş olması İdlib’in kısa sürede rejimin kontrolüne geçmesine yol açacaktır.
REACH kuruluşuna göre 3,6 milyon insanın yaşadığı İdlib bölgesine yönelik olası bir rejim saldırısında, Türkiye sınırına yeni bir mülteci akımı yaşanacaktır. İdlib bölgesindeki 3,6 milyon insandan 1,5 milyonunun rejimden kaçıp Suriye’nin diğer bölgelerinden İdlib’e sığınan ve burada kamplarda yaşayan insanlar olduğu düşünüldüğünde, Türkiye sınırına en az 1,5 milyon insanın akın etmesi muhtemeldir. Fakat rejimin Rusya hava desteği ile beraber İdlib’e saldırması halinde BM rakamlarına göre 2,5 milyon insanın Türkiye sınırına kaçması beklenmektedir. Türkiye dünyada en çok mülteci barındıran ülke iken, 2,5 milyonluk yeni bir mülteci akımının gerçekleşmesi durumunda büyük bir kriz yaşanacağı aşikârdır.
Mülteci krizinin yanı sıra Türkiye’nin İdlib’i kaderine terk etmesi, Türkiye’nin Suriye sahasındaki kredibilitesinin sorgulanmasına yol açacaktır. Fırat Kalkanı Harekâtı ve Afrin bölgelerindeki insanların Türkiye’ye karşı güvenleri zedelenebilir. Ayrıca Türkiye’nin İdlib’te geri adım atması, rejimi ve Rusya’yı Fırat Kalkanı Harekâtı ve Afrin bölgelerine yönelik adımlar atmaya cesaretlendirecektir. Aynı zamanda Türkiye’nin İdlib’ten çıkması ve İdlib’in rejim güçlerinin eline geçmesi Türkiye’yi Suriye’nin geleceğin konuşulduğu alanlarda karar hakimiyetini etkileyecektir.
b)Türkiye’nin İdlib’i Terör Unsurlarından Temizlemesi
Türkiye’nin İdlib’i temizlemesi durumunda bölgedeki hakimiyetini tahkim edip, İdlib’i güvence altına alabilir. İdlib’teki DAEŞ hücrelerin temizlenmesi, Huraşiddin’in elimine edilmesi, son olarak ise HTŞ’nin kendini lağvetmesinin sağlanması veya HTŞ’nin doğrudan elimine edilmesi ile İdlib Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatı bölgeleri gibi Türkiye’nin güvencesi altına girebilir. Birinci senaryoya kıyasen ikinci senaryo daha fazla Türkiye’nin sahada rol almasını gerektirmektedir fakat genel anlamda daha az risk barındırmaktadır. Türkiye’nin sahada daha etkili olmasını gerektirmektedir, fakat Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede daha güçlü bir konuma sahip olmasını sağlayacaktır. Özellikle Suriye’nin geleceği üzerinde Türkiye oldukça etkin bir aktör olacaktır. Türkiye’nin daha güçlü konumu ise Türkiye’nin PKK ve Esed rejimine karşı yeni kazanımlar elde etmesinin önünü açacaktır.
DAEŞ’in özellikle Hama bölgesindeki varlığı rejim güçleri tarafından elimine edilirken, birçok DAEŞ militanın da İdlib’e kaçışına izin vermiş ve terörist unsurlar yer altına çekilerek İdlib’te saklanmıştır. İdlib’teki otorite boşluğundan yararlanan DAEŞ terör örgütü bölgede birçok suikast düzenlemektedir. DAEŞ özellikle HTŞ militanlarını hedef almaktadır. DAEŞ’in yollara ve arabalara EYP yerleştirdiği görülmektedir. DAEŞ’in bölgedeki varlığı sadece Suriyeli muhalifleri ve bölgedeki asayişi değil aynı zamanda Türk askerinin güvenliğini de tehdit etmektedir. DAEŞ hücrelerine karşı Cephet Tahrir Suriye operasyonlar düzenlemiş olsa da, İdlib bölgesinde DAEŞ’e karşı mücadeleyi HTŞ omuzlamaktadır.
Türkiye hem kendi askerinin güvenliği hem de İdlib’te olası operasyonlar için DAEŞ hücrelerinin temizlenmesini sağlamalıdır. Bunu gerçekleştirmek için UÖC’yi aktif hale getirerek DAEŞ hücrelerine karşı operasyonlar düzenlenmelidir.
Tüm bu operasyonların düzenlediği esnada Türk gözetim noktalarındaki Türk askerleri UÖC tarafından dışarıdan gelecek her türlü tehdide karşı korunmalıdır.
Türkiye İdlib’i radikal unsurlardan temizlemek için DAEŞ’ten sonra Suriyeli muhalifler üzerinden El-Kaide’nin yeni Suriye kolu olan Huraşiddin’i hedef alarak İdlib’ten elimine eden Türkiye, Rusya’ya karşı ve uluslararası arenada İdlib bölgesindeki El-Kaide varlığının sonlandırıldığını kanıtıyla iddia edebilecektir. Diğer bir faktör ise Türkiye’nin hem Rusya karşısında hem de dünya kamuoyu önünde El-Kaide ile mücadele ile ön plana çıkmasıdır. Böylelikle Türkiye Suriye muhalefetinin ayağındaki engeli imha etmiş olur ve Suriye muhalefetinin barış masasına daha güçlü ve arındırılmış bir şekilde oturmasını sağlar.
HTŞ’nin Amerika Birleşik Devletleri tarafından resmen terör örgütü olarak ilan edilmesi, Aralık 2012 tarihinde ABD’nin Nusra’yı terör örgütü olarak ilan etmesine benzemektedir. Ayrıca Rusya, İran ve Türkiye arasında mutabık kalınan Astana anlaşmalarında HTŞ kapsam dışıdır. Rusya’nın Türkiye’ye baskı uygulayabilmesini engellemek için HTŞ’nin lağvedilmesi gerekmektedir. HTŞ’nin bu konudaki tavrı tüm İdlib’in kaderini etkileyecektir. Türkiye gerektiğinde kendi güvenliği ve İdlib için HTŞ’yi ikna edecektir.
Türk askerinin doğrudan İdlib’e girmesi ile İdlib bölgesi, Fırat Kalkanı Harekâtı ve Afrin bölgeleri gibi Türk himayesi altına girecektir. Böylelikle Türkiye İdlib bölgesinden Cerablus’a kadar uzanan bir kuşağı doğrudan kontrol edecektir. Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesindeki model İdlib’e de uygulanabilecektir.
Kaynak: Ortadogudan