“Mürted’ ile ‘Makul’ Olmak Arasında – Heyet Tahrir el Şam: Nereye Doğru?” başlıklı yazım ile Suriye Gündemi olarak başlattığımız “HTŞ Tartışmaları” serisi, bu yazı ile son buluyor. Çok kıymetli uzmanların da katkılarıyla, son dönem İdlib siyasetini de baz alarak ve geçmişi es geçmeden ele almaya çalıştığımız HTŞ konusu, sıcaklığını ve güncelliğini korumaya devam ediyor. Uzun süre daha hem Türk hem de uluslararası kamuoyunu meşgul edeceği de yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette bu serinin ilk yazarı olarak savunduğum tezlere karşı bir nevi reddiye mahiyetinde yazılar yazıldı. Özellikle sitemizin baş editörü, çalışma arkadaşım Ömer Özkizilcik, yazısını benim yazımın reddiyesi olarak tasarladı. Özkizilcik’a karşı argümantatif kısma geçmeden önce, kamuoyu nezdinde dahi eleştirilerini çekinmeden dile getiren bir ekiple çalışmanın verdiği mutluluğu buraya not düşmek istiyorum.
Ancak belirtmek gerekir ki, Özkizilcik’in karşı argümanları rasyonel olmadığı gibi oldukça manipülatiftir. Öyle görünüyor ki, argümanlarını dile getirebilmek adına yazımı kurban etti. Yazısının ilk kısmında ‘Mukalla’ örneklendirmesine yönelik, “geçen zaman üzerinden karşı çıkmak”, herhalde uluslararası ilişkiler disiplinindeki tüm benzetmeleri bir yana atacak cinstendi. Hele ki, Mukalla örneklemini, HTŞ’nin zayıflığı ve “bu zamana kadar örnek almak bir yana daha da kendini güçlendirdiği” tezi üzerinden eleştirmek, ancak yazıyı anlamamak istememenin bir sonucu olabilir. Nitekim, “Mukalla” örneği yalnızca HTŞ üzerinden değil, temelde “küresel cihad” yanlılarının tezlerini yine onların gerçekleştirdiği bir “maslahat” üzerinden ele almaktı. Yemen El Kaide’si Mukalla şehrinden çekilirken yapmış olduğu açıklamada ‘’biz ancak müminleri umursamayan bu düşmanın evlerinizi, pazar yerlerinizi, yollarınızı ve camilerinizi savaşın içine sokma fırsatını elde edememesi için çekildik’’ ifadelerine yer vermişti. İşte tam da bu, El Kaide’nin, dolayısıyla “küresel cihad” çevrelerinin yeniden gerçekleştirebileceği bir eylem olarak karşımıza çıkıyor.
Öyle zannediyorum ki, “Mukalla” örneği, daha sarih bir noktaya geldi. Şimdi yazımın ara başlığında belirttiğim “Taliban üzerinden yeni bir okuma mı?” ifadesini ve hatta içeriğini görmezden gelen ve sanki bu okumayı direkt olarak kabul etmişim gibi, Özkizilcik’in gerçek dışı olarak nitelendirmesine gelmek istiyorum. Yazımın ilgili bölümlerinde HTŞ meselesini, hatta “Hurras ed Din” konusunu, “küresel cihad” ve bu tür örgütlenmelerin dünya sathındaki öncelikli düşmanı ABD üzerinden okumaya, bunu, Taze bir anlaşma ile Taliban üzerinden acaba yeni bir okuma olur mu? sorusu üzerinden değerlendirmeye çalıştığım bir bölüm bulunmaktadır.
Buna karşın Özkizilcik, argümanlarımı anlamak yerine bu fikirleri karşı argümantasyonuna heba etmiş ve buradan direkt bir okuma yaptığım sonucunu ortaya koyarak, yorumda bulunmuş. Yazımda geçen ‘Taliban Üzerinden Yeni Bir Okuma Mı? ara başlığımın altında yer alan yalnızca ihtimaller değerlendirmesi yaptığım ve sorular sorduğum paragrafta gerçeği gözler önüne seriyor:‘’Bu noktada ikinci bir soru devreye giriyor: ABD, örgütlerin ihtilaf noktalarını iyice kaşıyarak, bölünmenin önünü mü açıyor? Bu soru aslında örgütler içerisinde de dile getirilen ve ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrasında bu tip örgütlenmelerin formlarına iyi çalışmasından kaynaklanmaktadır. Hurras ed Din’in ilan edilmesinin ardından ABD’nin HTŞ’ye değil de sürekli olarak Hurras ed Din’e yönelik nokta saldırılarda bulunması bu minvalde de okunabilir.’’
Mukalla örnekleminden daha iyi bir seçenek yoktur
Bu noktayı geçtikten sonra, Özkizilcik’in Jeffrey’in açıklamasının da yer aldığı bazı örneklendirmelerim içerisinde, yalnızca Jeffrey’in açıklamasına atfettiğim kısmı alarak, öncesinde HTŞ’yi terör örgütü olarak nitelendirmemi ele alması da “cedel etmek” açısından verimli olsa da sonraki ifadelerinin dikkati çekici olduğu gerçeğini değiştirmez. Nitekim birçok kıdemli Suriye uzmanı da atıfta bulunduğum açıklamalara dikkati çekmiştir. Ancak bu noktada da Özkizilcik’in benim “gözle görülür” bir paradigma değişimi olarak nitelendirdiğim kanısına yalnızca, içgüdüleri ile varmış olmalıdır ki, ben yine soru soruyordum: ‘’Taliban’ın ABD ile bir barış anlaşması imzalayarak bir nevi Afganistan’da zafer ilan etmesine paralel olarak, ABD kanadından HTŞ’ye yönelik olumlu nitelendirilebilecek yorumların gelmesi, ABD’nin paradigma değişimi olarak okunabilir mi, sorusunu akıllara getirdi.’’
Tüm bunlara ilaveten Özkizilcik, İdlib direkt olarak ABD’yi değil, Rusya ve Türkiye ekseninde gerçekleştiğini ve benim ABD örneklemimi veya paradigma değişimi ihtimallerini değerlendirmemi bu noktaya bağlayarak başka bir yanılsama yaşamıştır. Elbette, İdlib’teki birincil veya belirleyici aktörün ABD olmadığı açıktır. Ayrıca yukarıda da ifade ettiğim gibi, yazı salt olarak İdlib’i ve HTŞ’yi ele almamakta, temelde ‘küresel cihad’ üzerinden bir fikir telakkisi niteliği taşımaktaydı. Aslında, birçok irrasyonel eleştirisine rağmen Özkizilcik da en iyi çözümün HTŞ’nin kendini lağvetmesini olduğunu ifade etmektedir. Bu noktada, Mukalla örnekleminden daha iyi bir seçenek yoktur! Özkizilcik, HTŞ’nin sorumlu olduğu veya hissettiği yerel ve uluslararası bir kitle olduğundan, açıklama yapması gereken binlerce ‘küresel cihad’ doktrinlerine iman etmiş yerli ve yabancı savaşçı olduğu gerçeğinden bu kadar mı kopuktur?
Özkizilcik’ın ardından, Berker Yaldız da kaleme aldığı yazısında El Kaide ve türevlerinin fesih çağrısını, El Kaide lideri Zevahiri’nin HTŞ’nin kuruluşunun neredeyse 1 yıl geçtikten sonra yaptığı açıklama üzerinden tutarsız bulmasını da, aslında yazımın temel argümanını görmezden gelme olarak okuyorum. Zevahiri, açıklamasında esasen HTŞ’nin kurulumuna değil, Şam’ın Fethi Cephesi’nin (ŞFC) kurulumunu referans vererek ‘biat’ bozmayı sorunsallaştırmıştır. Yaldız’ın referans verdiği yazıda da ilk olarak bu ifadeler geçmektedir. Yazıya tekrar dönecek olursak; yalnızca El Kaide liderliğine ve türevlerine değil, İdlib halkının kamuoyu baskısını da ön plana çıkarmış. Ben yalnızca feshi değil başka bir form seçeceğini de dillendirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştım: ‘’El Kaide liderliği ve İdlib halkı başta olmak üzere, tüm çevrelerin çağrısı ile birlikte El Kaide ve ‘türevleri’ bölgedeki etkinliğini sonlandıracak veya başka bir forma bürünecekler.’’ Yukarıda da ifade ettiğim gibi, ilgili yazı yalnızca İdlib ve HTŞ’yi değil, genel manada ‘küresel cihad’ çevrelerinin zihin dünyasını da ele almaktaydı. Bu noktadan hareketle HTŞ liderliği, kadrosu ve tabanı için El Kaide liderliğinin çağrısının ‘hükümsüz’ olarak karşılık bulacağını düşünmek doğru değildir.
İdlib konusu, İslam dünyasında bir sivil toplum kampanyasına dönüştürülebilir
Ayrılıklar yaşansada iç içe geçmiş ve neredeyse birbirinin aynısı örgütlenmelerden söz etmekteyiz. Örneklendirmek adına, Türkistan İslam Partisi’nin Afganistan’da dahil olmak üzere El Kaide olan yakın ilişkilerine rağmen, Suriye’de HTŞ ile ilişkileri hala çok güçlüdür. Öte yandan HTŞ içerisinde varlık gösteren Özbek yabancı savaşçılardan oluşan “Tevhid ve Cihad” grubu, El Kaide’ye yakın olsa da hala HTŞ ile birliktedir. Resmin geneline baktığımızda söz konusu El Kaide veya türevi Türkistan İslam Partisi, İmam Buhari Ketibesi vb. birçok grup, El Kaide’nin de bağlı olduğu Afganistan İslam Emirliği’ne (Taliban) biatlıdır. Bu nedenle bu sarmal ilişki ağlarını birkaç açıklamaya indirgemek oldukça yanlış olacaktır.
Sonuç itibariyle, yukarıda da ifade ettiğim gibi yalnızca HTŞ’nin değil, Hurras ed Din’i de kapsayan yeni bir dönüşüme ihtiyaç var. Burada doğal olarak El Kaide liderliği ve ‘küresel cihad’ çevrelerinin ‘saygın’ isimlerinin devreye girmesi ve çağrıda bulunması etkili olabilir. Bu noktada Taliban’ın dahi yapıcı bir rol üstlenmesi düşünülebilir. Hatta El Kaide’ye nazaran daha gelenekçi veya yumuşak (soft) olarak nitelendirilebilecek İslami çevrelerin dahi çağrıları olabilir. Daha da ileri giderek İdlib konusu İslam dünyasında bir sivil toplum kampanyasına dahi dönüştürülebilir. Nitekim Mukalla’da olduğu gibi İdlib’te de sivil halkın yaşamı ve belki de Suriye’deki anlamlı son Sünni nüfusun varlığı söz konusudur.