“Mürted” ile “Makul” Olmak Arasında – Heyet Tahrir el Şam: Nereye Doğru?
16 Mart 2020

“Mürted” ile “Makul” Olmak Arasında – Heyet Tahrir el Şam: Nereye Doğru?

Kısa Tarihsel Süreç

Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) Nusra Cephesinin feshedilerek ilan edilen Şam’ın Fethi Cephesi’nin (ŞFC) genişletilmiş bir koalisyonu olarak 28 Ocak 2017’de kurulmuştur.[1] Nusra’dan hatta Irak İslam Devleti’nden HTŞ’ye yaşanan bu değişimlerin DEAŞ’ın aksine El Kaide’nin yerelleşme çabası bağlamında Nusra ile paralellik arz ediyordu. Ancak Nusra’nın feshinden itibaren Culani ile El Kaide liderliğinin ‘biat bozma’ konusunda farklı görüşlerde olduğu bilinmekteydi. El Kaide lideri Zevahiri’nin de açıktan bu durumu dile getirmesiyle aslında konu medyanın da bilgisine açılmıştı. Bu sürecin ardından Heyet Tahrir el Şam içerisinden Hurras ed Din grubunun çıkması da El Kaide merkez teşkilatının bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleşti. Bu durum HTŞ’yi retorik anlamda zor durumda bıraksa da, İdlib bölgesindeki dengeler, yeniden HTŞ’yi güçlendirdi.

Nitekim HTŞ’nin Nureddin Zenki grubuyla başlayıp, Ahrar el Şam ve Şukur el Şam gibi gruplarının da dahil olduğu iç savaş sürecinden zaferle ayrılması bölgedeki HTŞ hakimiyetini tahkim etti. Ancak Rusya ve İran destekli Esed rejimin gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde ciddi bir alan ve prestij kaybeden HTŞ, TSK destekli Suriye Milli Ordusu birliklerinin de İdlib’e gelmesine bu kez olanak tanımak zorunda kaldı. Nitekim TSK’nın da 2 Şubat’tan itibaren İdlib sahasına ciddi manada yığınak gerçekleştirmesiyle dengeler HTŞ aleyhine değişmiştir. Ancak şuan İdlib sahasında odak, rejim ile savaşmak olduğu için bu durum gündemde değildir. Buna rağmen rejimle olan mücadelenin başarıyla bitirilmesi durumunda yeniden zuhur edeceği de açıktır. Keza şuanda dahi Esed ile savaş sonrası İdlib’in geleceği konuşulmaya başlanmış durumdadır.

HTŞ İçindeki Tartışmalar

HTŞ içerisindeki tartışmaların tarihine bakıldığında Nusra Cephesi’nin feshine hatta kadar götürülebilir. Ancak ŞFC’den sonra dahi bu tartışmalar medyaya asgari ölçüde yansıyarak devam etmiş, HTŞ projesinin de muhalif örgütlenmeleri tek çatı altında toplama amacı bakımından başarısız olmasının ardından ayyuka çıkmıştır. Nitekim Hurras ed Din’in ayrılışı da bu sürecin ardından gelmiştir.[2] Keza daha ılımlı olarak nitelendirilebilecek gruplar da (Nureddin Zengi vb) HTŞ’den süreç içerisinde ayrılmıştır. Son gelinen noktada HTŞ içerisindeki tartışma, grubun yerel, ulusal ve uluslararası sıkışmışlık içerisinden nasıl çıkabileceği üzerinedir. Bu tartışmalardan başlıcası grubu yeniden feshederek, başka bir yapıya bürünmesini temel almaktadır. HTŞ, bu iddiaları basın önünde reddetse de grup içerisinde bu fikir teatilerinin gerçekleştirildiği bilinmektedir. HTŞ içerisinde bu tartışmalar yapılırken grubun bir nevi yeniden retorik düzeyinde dahi olsa eksen kaydırmasının grup içerisindeki radikal eğilimli unsurların başka gruplara dağılabileceği endişesini de beraberinde getirmektedir. HTŞ için zorlukların başında da bu endişenin olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır. Bunun yanında yıllarca El Kaide’nin “küresel cihad” retoriği ile Afganistan ve Irak gibi sahalarda savaşan bir lider kadrosuna sahip HTŞ’nin bu ideolojik angajmanları taşımasıdır.

Ancak bu noktada El Kaide’nin de biat ettiği Taliban’ın (Afganistan İslam Emirliği) Afganistan sahasında izlediği stratejiye örnek oluşturmaktadır. Nitekim, El Kaide retorik düzeyde “küresel cihad” söylemini sürdürse de başta Suriye olmak üzere birçok sahada yerelde alan kazanmaya odaklanmıştır. Elbette bu ‘küresel cihad’ anlayışını DEAŞ’ın üstlenmesine ek olarak, El Kaide’nin bu tarz bir savaş yürütebilecek bir kapasite yoksunluğundan da söz etmek gerekir. Nitekim, DEAŞ da “hilafet” ilanı ile birlikte arkasına aldığı rüzgarı kullanarak bu tip eylemleri gerçekleştirmiş ancak kalıcı bir düzleme oturtamamıştır.

Bugün gelinen noktada, “küresel cihad” fikrine sahip birçok kişi veya grupta ‘cihadın metodolojisine’ dair tartışmalar sürmektedir. Her savaş ve alınan yenilgiler yeniden tartışmaları alevlendirse de genel kanının daha da ılımlı bir zemine kaydığını görmek mümkündür. Ancak buna rağmen belirli bir kesim özellikle yabancı savaşçılar için süreç daha da radikalleşmenin önünü açmaktadır. Hurras ed Din örneğindeki radikalleşmenin yanında, El Kaide nostaljisi ve liderlik çekişmesi de yer almaktadır. HTŞ’nin giderek yerelleşmesinin aksine Hurras ed Din’in genel tavrı; ideolojik disiplini yeniden yakalamak ve savaşı toprak kontrolü üzerinde değil de “gerilla taktikleri” ile vermek isteyen bir düşünce olarak okumak yerinde olacaktır.

El Kaide’nin Açmazları

El Kaide fenomenine alternatif olarak DEAŞ’ın ortaya çıkması ve bir anda küresel tehdit haline gelmesi El Kaide’nin de planlarını bozdu. Nitekim birçok bölgede El Kaide’ye bağlı yapılar, DEAŞ liderliğine katıldı. Usame Bin Ladin’den sonra karizmatik bir liderlik, eylemsel veya söylemsel yeni bir soluk arayışında olan El Kaide’nin tüm ezberlerini bozan, bunun yanında El Kaide ile pratik eylemlerde farklılaşan ve bu yönüyle vahşetin merkezi haline gelen DEAŞ, El Kaide sempatizanlarını dahi şaşkına çevirdi.

2014 – 2018 yılları arasında şahit olunan bu süreç, tüm “küresel cihad” çevrelerindeki okumaları çöpe attı. Buna rağmen, DEAŞ’a karşı mahcup hisseden bir kitle de mevcuttu. Bugün, Hurras ed Din’in ittifak kurduğu eski Cundu’l Aksa bugünün Ensar el Tevhid’i bir yönüyle bu noktayı temsil etmektedir. El Kaide veyahut ‘küresel cihad’ çevrelerinde “Makul” ile “Mürted” olmak arasında gidip gelen zihinler, DEAŞ fenomeni yıllarında savruldu.

Yemen’de El Kaide, Mukalla şehrinden siviller zarar görmesin diye çekilirken[3], bugün Hurras ed Din, HTŞ liderliğini Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu nedeniyle suçlar noktada. Savaşın kaybedildiği açıkça ortada olmasına rağmen ve HTŞ nedeniyle hiçbir ağır silaha sahip olmayan Hurras ed Din, İdlib’teki sivil halkı düşünmek yerine, Yemen’den farklı olarak başka bir tavır takındı. Bugün takınılan bu tavır (HTŞ dahil), 1.6 milyon İdliblinin yerlerinden edilmesine yol açtı. Ancak akılda tutulmalı ki, HTŞ’nin hareket kabiliyetini kısıtlayan en büyük engel de geçmiş El Kaide bağlılığı ve zihinsel bulanıklıktır. Ezcümle burada çerçevelendirilmek istenilen husus, bir El Kaide yok ve savrulmanın önü açık. Tüm bunlarla birlikte ‘mürted’ ve ‘makul’ olmak arasındaki ikilem hala en büyük psikolojik eşik.

Taliban Üzerinden Yeni Bir Okuma mı?

Taliban’ın ABD ile bir barış anlaşması imzalayarak[4] bir nevi Afganistan’da zafer ilan etmesine paralel olarak, ABD kanadından HTŞ’ye yönelik olumlu nitelendirilebilecek yorumların gelmesi, ABD’nin paradigma değişimi olarak okunabilir mi, sorusunu akıllara getirdi. (Barış görüşmeleri, süreç ve anlaşma kast edilmektedir) 2019’da ABD’nin dünyadaki El Kaide varlığı açıklamasında Suriye’de yalnızca Hurras ed Din’i belirtmesiyle başlayan süreç, James Jeffrey’in ‘’…öncelikli olarak Esed rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik’’ ifadesi[5] ve ardından BM yetkilileri ile birlikte HTŞ’nin kontrol ettiği İdlib’e geçiş yapması bu anlamda birlikte okunabilir. Resmi doğru anlayabilmek adına ABD, yıllardır savaştığı ve hala muhtelif bölgelerde El Kaide’ye karşı savaşını sürdürdüğü halde El Kaide bağlantılı olarak terör listesine aldığı HTŞ’nin bölgesine özel temsilci seviyesinde giriş yaptı. Elbette bu süreçte, sahada görülen ABD’nin İdlib bölgesinde özellikle Hurras ed Din örgütünü hedef almasıdır.[6]

Bu noktada ikinci bir soru devreye giriyor: ABD, örgütlerin ihtilaf noktalarını iyice kaşıyarak, bölünmenin önünü mü açıyor? Bu soru aslında örgütler içerisinde de dile getirilen ve ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrasında bu tip örgütlenmelerin formlarına iyi çalışmasından kaynaklanmaktadır. Hurras ed Din’in ilan edilmesinin ardından ABD’nin HTŞ’ye değil de sürekli olarak Hurras ed Din’e yönelik nokta saldırılarda bulunması bu minvalde de okunabilir.

Eğer ki Sünni siyasal veya askeri örgütlenmeleri, özellikle de El Kaide ve türevlerini, ABD perspektifinden okuduğumuzda karşımıza yeni bir gerçeklik çıkabilme ihtimali var. Özellikle Trump yönetimi ile birlikte iyice görünür hale gelen ABD’nin dış politika öncelikleri arasında (İsrail paralelliği hariç tutulduğunda) Ortadoğu yok. Giderek küresel ekonominin merkezi haline gelen Asya ülkeleri ve özellikle Çin, ABD’nin odak noktası haline gelmiş durumda. Bu zaviyeden bakıldığında ABD’nin Ortadoğu veya “küresel cihad” eksenli güvenlik ve askeri maliyetlerini yeniden üstlenmek gibi bir niyeti olmadığı anlaşılıyor. Afganistan’da Taliban ile barış anlaşması ve devamındaki çekilme sürecini bu perspektiften okuma şansımız mevcut. Elbette, Trump’ın deyimi ile bitmeyen savaşlara bir son verme güdüsü ve bir yenilgi de olduğu ortada. Bu durumun İdlib sahasına nasıl yansıyacağı ise bir muamma, ABD’nin El Kaide ile olan savaşını bırakmasını istemeyen ve buna bağlı olarak Taliban ile anlaşmayı doğru bulmayan çevrelerde bulunmaktadır. Ancak bu noktada şu ifade edilebilir, ABD El Kaide ile olan savaşı stratejik seviyeden taktik seviyeye çekme arayışı içerisindedir.  El Kaide’nin mevcut kapasitesi de buna yol açmaktadır.

Yemen & Mukalla Modeli

İdlib sahasında ABD, El Kaide’yi küresel bir tehdide dönüşmediği takdirde görmezden gelebilir, keza El Kaide’de Suriye savaşı boyunca bu doğrultuda bir politika izlemiştir. Bu İdlib’in normalleşmesindeki küresel baskıyı hafifleten ve başta ABD olmak üzere Batı dünyasının önceliklerini mülteci krizine çeviren bir anlayışı oluşturmuş durumda.

Bu çerçevede İdlib, Türkiye ve hatta Avrupa’nın Suriye siyasetinin merkezi konumuna gelmiştir. En önemli gündem başlıkları ise; siviller, bölgeye Rusya ve İran’ın tamamıyla hakim olmasının önüne geçmek ve muhalefetin anlamlı bir varlığı. Bu anlayışa rağmen, Moskova’da ortaya çıkan ateşkesin sürdürülebilir olması için bölgenin yeni bir momentuma ihtiyacı bulunmaktadır.  Bu da açık olarak HTŞ, Hurras ed Din ve diğer örgütlenmelerin yeni bir okumayla Türkiye’nin İdlib’te daha fazla aksiyon alabilmesinin önünü açmalarından geçiyor. Burada, Yemen & Mukalla modeli en uygun seçenek olarak karşımıza çıkıyor. El Kaide liderliği ve İdlib halkı başta olmak üzere, tüm çevrelerin çağrısı ile birlikte El Kaide ve ‘türevleri’ bölgedeki etkinliğini sonlandıracak veya başka bir forma bürünecekler. Nitekim El Kaide okumasına göre de “Mürted” olmadan “Makul” olabilmek mümkün.


[1] HTŞ Lideri: Ebu Muhammed el Culani, Suriye Gündemi, 10 Mart 2020, https://www.suriyegundemi.com/2020/03/10/hts-lideri-ebu-muhammed-el-culani/

[2] Suriye’de El Kaide Bağlantılı Grup: Hurras ed Din, Suriye Gündemi, 11 Eylül 2018, http://www.suriyegundemi.com/2018/09/11/suriyede-el-kaide-baglantili-grup-hurras-ed-din/

[3] Al Qaeda in Yemen confirms retreat from port city of Mukalla, Reuters, 30 Nisan 2016, https://www.reuters.com/article/us-yemen-security-alqaeda/al-qaeda-in-yemen-confirms-retreat-from-port-city-of-mukalla-idUSKCN0XR0FY

[4]Shereena Qazi, Afghanistan’s Taliban, US sign agreement aimed at ending war, Al Jazeera, 29 Şubat 2020 https://www.aljazeera.com/news/2020/02/afghanistan-taliban-sign-deal-america-longest-war-200213063412531.html

[5] M. Şakir Saraç, HTŞ ile Barışma Sinyali, Yeni Şafak, 6 Şubat 2020, https://www.yenisafak.com/dunya/hts-ile-barisma-sinyali-3524549

[6]https://twitter.com/Charles_Lister/status/1145695395361828864?s=20 , Syria’s war: US ‘targets al-Qaeda leaders’ in rebel-held Idlib, Al Jazeera, 1 Eylül 2019, https://www.aljazeera.com/news/2019/08/syria-war-targets-al-qaeda-leaders-rebel-held-idlib-190831185353770.html