Yorum / Suriye Gündemi
Fırat Kalkanı Harekâtı’nın başarısı sadece terörist unsurların bölge üzerindeki hakimiyetini kırmaktan ziyade, yerel meclislerin var olduğu faal bir sivil topluma ve siyasi bir geçişe zemin hazırlayan istikrarlı bir ortama da dayanmaktadır. Türkiye’nin İdlib’deki yeni askerî harekâtı hem Türkiye hem de Suriyeliler için bir dönüm noktası niteliğinde. Özellikle Uluslararası Koalisyon’un Rakka harekâtı sonrası Suriyelileri kapsayıcı, katılımcı, mutabakata dayanan ve demokratik değerleri temel alan bir yönetişim sistemi inşa etmelerini sağlamak çok daha önemli bir hale geldi. Teröristlerin devre dışı bırakılmaları askeri harekatlarla kısmen gerçekleştirilebilse de, bu durumun sürdürülmesi ve yerli halk için yeni alternatiflerin oluşturulması daha fazla çaba gerektirmektedir.
İdlib, El Kaide bağlantılı grupların yoğun nüfuslu bölgelere sızması sonucunda şehrin coğrafi ve demografik yapısınıda değiştirmişve güvenlik açısından zorlu bir bölge haline gelmiş durumdadır. El Kaide’ye bağlı aşırıcılara karşı hedef odaklı gerçekleştirilecek askeri hamlelerin yanı sıra, HTŞ’nin kontrol alanında bulunan ve alternatif olan yerel aktörleri yumuşak güç araçlarıyla donatılması gerekmektedir Bölge halkının su, elektrik, yerel pazarlara ve sınır geçişlerine güvenli ve rahat erişimi mevzubahis yumuşak gücün örnekleri olarak sayılabilir. Bununla birlikte, İdlib İl Meclisi’nin siyasi olarak tanınması düzenin ve istikrarın tesis edilmesi için önemli bir adım. İl Meclisi eğitim ve kapasite geliştirme kadar yerel şehir meclislerini yönetmek ve denetlemek için birtakım araçlara ihtiyaç duymaktadır. Yerel basının güçlendirilmesi ve küresel basına ulaşımının sağlanması asılsız ve radikal anlatıların basın üzerinde hakimiyet kurmasında kısıtlayıcı bir etkiye sahip olacak ve Suriyelilere özgür bir ses ve irade sağlayacaktır. El Kaide grupları çeşitli basın araçlarını kendi ideolojilerini yaymak ve yeni uyuyan hücreleri saflarına katmak için kullanmaktadırlar; dolayısıyla, bu gruplara karşı hem askeri hem de basın araçlarının aktif kullanılmasını gerektirmektedir.
Güvenliğin tesis edilmesi Türkiye ve bölgenin ortak meselesidir. Bu bağlamda güvenlik haritasını ve güncel aktörleri tanımak önem arz ediyor. 2011 öncesinde Esad rejiminin istihbarat unsurları bölge ülkelerin güvenliklerine sürekli müdahale etmekteydiler. 2009’a kadar PKK etkinliklerine olanak tanınırken, 2011’de Suriye hapishanelerindeki tüm mahkumları serbest bırakılarak Kuzeybatı Suriye’deki çatışma bölgelerine gönderilmişlerdi. PKK ve Esed rejimi arasındaki bağlantıları inkâr edilemeyeceği gibi, Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri güvenlik manipülasyonları da eşgüdümlüdür. İran destekli ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun önemli şahsiyetleri ve komutanları tarafından açıkça gözetilen 60,000 kişilik milis kuvvetlerinin de etkisi yadsınamaz. Yabancı savaşçıların bölgeden çıkışları için kesin bir plan oluşturulmalı ve demografik değişimin ve toprak mülkiyetinin yeni gelenleri meşrulaştırılmasına engel olunmalıdır.
Zorluklarına rağmen Astana anlaşması hem Türkiye hem de Suriyeliler için birçok fırsat oluşturmaktadır. Suriyeler açısından bu anlaşma muhalefet tarafından seçilmiş yerel meclisleri meşru hizmet sağlayıcısı olarak görmekle beraber, bu yönetimleri yerel düzen ve güvenlik açısından muhatap kabul etmektedir. Rejimin güvenlik unsurlarının müdahil olmasına izin vermeden, şeffaf ve aktif bir yönetim düzenin oluşturulması; siyasi geçiş süreci için yeni koşullar ortaya koymaktadır. Türkiye açısından ise bu anlaşma hem sınır güvenliğini hem de PYD/PKK’nın başka bölgelere yayılmasını engellenmesini sağlamakla beraber, bu terör örgütlerinin yapılarını zayıflatıp kuşatma altına alacaktır. Bütün bu süreçlerde İran destekli devlet dışı aktörlerin bölgedeki nüfuz alanları engellenmeli ve bölgeden çıkışları kesinleştirilmelidir. Devlet kurumlarının muhafaza edilebilmesi için devlet dışı aktörlerin zayıflaması ve gücün meşru yerel meclisler tarafından kontrolünün sağlanması gerekmektedir.