2011’den bu yana devam etmeden ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin ve müttefiklerinin askeri kazanımlarının ardından İdlib bölgesi Esed karşıtlarının son kalesi konumuna geldi. İdlib eyaletinin yanı sıra mücavirindeki Batı ve güney Halep ile birlikte sınırlı düzeyde Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de Türkmen ve Kürt Dağları civarını kapsayan bu alan yedi yıldır Esed rejimine karşı savaşanların komuta-kontrol ve askeri güç dinamikleri açısından merkezi konumunda bulunuyor. Muhaliflerin Halep’i, Doğu Guta ve Kuzey Humus gibi bölgeleri kaybetmesinin yanı sıra, son dönemlerde Dera ve Kuneytra’da da elimine edilmesi sonrasında rejim ve müttefikleri açısından İdlib yeni hedef olarak tezahür etti. Yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı bölge Türkiye açısından olası mülteci akınlarından korunmaktan, Fırat Kalkanı Harekâtı (FKH) ve Zeytin Dalı Harekâtı (ZDH) bölgelerindeki nüfuzuna, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile yürütülen mücadeleden, Suriye’nin geleceğine ilişkin müzakerelerde söz sahibi olmaya kadar geniş bir spektrumda önem arz etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin mezkûr tehditleri göz önüne alarak İdlib konusunda pro-aktif adımlar atma mecburiyeti söz konusu. Bu bağlamda iki husus öne çıkmaktadır, Türkiye muhalif-içi dengelerde ağırlığını koyarak muhalifleri tek bir çatı altında toplayabilmeli, radikal unsurlar ile muhalifleri tamamen ayrıştırmayı başarmalıdır. Ayrıca rejim üzerinde nüfuz sahibi olan Rusya ile Astana süreci bağlamında askeri diplomasi yürüterek bölgeye yönelik bir askeri harekât zemininin oluşmasını engellemek durumundadır. İdlib’e yönelik kapsamlı bir askeri harekâtın katastrofik sonuçlarını ve olası maliyetini Rusya’nın önüne koymak durumundadır.
Muhalif içi dengeler
Muhaliflerin kendi içinde de oldukça parçalı bir halde bulunduğu İdlib bölgesinde yerel dengeler de bölgenin geleceği açısından son derece kritik bir öneme sahip. Zaman zaman birbirleriyle çatışan muhalif unsurlar, ideolojik ayrışmanın yanı sıra güç mücadelesinin içine de sürüklenmiş durumdalar. Tek bir çatı altına birleşemeyen muhalifler Heyet-i Tahrir el-Şam (HTŞ), Cephet’ül Tahrir Suriye gibi yapıların yanı sıra, Feylak eş-Şam ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) önde gelen gruplarından oluşan yapıların bir araya gelerek oluşturduğu Vataniye Cephesi gibi önemli gruplardan oluşuyordu. Temmuz 2018’de Suriye Özgürleştirme Cephesi, Vataniye Cephesi, Ceyş’ül Ahrar, Sukur’üş Şam Tugayları bir araya gelerek Cephet’ül Vataniye lil-Tahrir (Özgürleştirme Milli Cephesi) oluşturuldu. Böylelikle İdlib’de HTŞ ve Özgürleştirme Milli Cephesi çatısı altında iki ana kamptan bahsetmek mümkün oldu. Türkiye rejim ve müttefiklerinin bölgeye müdahale etmek için araçsallaştırdıkları HTŞ ve Hurasaddin gibi Astana süreci dışında kalan radikal grupların siyasi manevralarla elimine edilmesi için çaba sarf ederken, FKH ve ZDH’de öne çıkan Milli Ordu ve müttefiklerinin İdlib’te de etkinliğini artırmaya gayret etti. Ancak gelinen aşamada HTŞ yapılanması hala varlığını korurken, rejim ve Rusya HTŞ’nin mevcudiyeti üzerinden İdlib’e geniş kapsamlı bir askeri harekât hazırlığına girişmiş durumda. Türkiye Özgürleştirme Milli Cephesi’nin HTŞ aleyhine İdlib’deki ağırlığını artırması için hızlıca harekete geçmeli, eğer bu engellenemez ise rejim/Rus/İran harekâtının da sadece İdlib sınır hattında HTŞ ve iltisaklı gruplara yönelmesini sağlamakdurumunda. Ayrıca Türkiye Astana süreci kapsamında oluşturduğu İdlib’deki 12 askeri noktasını tahkim ederek buradaki varlığını güçlendirmeli.
Belirleyici aktör Rusya
Rejimi İdlib’i yeniden kontrol etme niyetini açık şekilde ortaya koysa da sahadaki gerçeklik ve askeri kapasite açısından farklı dinamiklerin belirleyici olduğu da görülmektedir. Rejimin İdlib’e kapsamlı bir harekât düzenlemek için askeri kapasitesinin yetersiz olduğu ve bu bağlamda karada İran’a ve havada ise Rusya’ya bağlı olduğu değerlendirilebilir. İdlib’in Astana süreci bağlamında çatışmasızlık bölgesi olduğu ve Türkiye’nin de bölgede 12 askeri noktaya sahip olduğu göz önüne alındığında rejimin tek taraflı bir adım atma kabiliyetinin bulunmadığı görülmektedir. Yine büyük fotoğrafta rejim siyasi, askeri ve iktisadi açıdan Rusya ile kurduğu asimetrik ilişki göz öne alındığında olası bir İdlib harekâtının Rusya’nın yaklaşımına bağlı olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda Türkiye Rusya ile yürüteceği askeri diplomasi ile İdlib’e yönelik kapsamlı bir askeri harekatı önlemek durumundadır. Rusya Türkiye’ye HTŞ ve iltisaklı grupları üzerinden İdlib’de baskı yaparken, Türkiye’nin İdlib’deki radikal yapılanmaların elimine edilebilmesi için gösterdiği çabayı yok saymakta ve Türkiye’ye bazı tekliflerde bulunarak olası bir askeri harekâtı kabullendirmeye çalışmaktadır. Rusya İdlib’e yönelik bir harekâtın Astana sürecini bitireceği gibi Suriye’nin geleceği açısından siyasal bir çözüm bulunması şansını da tamamen yok edeceğini görmek durumundadır. Muhaliflerin topraksızlaştırıldığı bir senaryoda ülke sathında gerilla savaşı devam edecek, Şam’da ülkenin etnik ve mezhebi dengelerini yansıtacak kapsayıcı ve kuşatıcı bir iktidarın oluşma şansı tamamen yok olacaktır. Bu durumdan en fazla zarar görenlerin başında da Rusya gelecektir.
Nihayetinde yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı ve muhalifler için her anlamda son kale konumuna gelen İdlib’in muhafazası; Suriye’nin geleceğinde siyasal bir çözümü hayata geçirecek, yeni bir siyasal yapının inşası için önem arz etmektedir. Türkiye açısından da yukarıda zikredilen saikler açısından ayrıca önemi ortadadır.
Kaynak: Sabah