Suriye’de Esed rejimi kontrolündeki bölgelerde yaşanan büyük ekonomik çöküntü yeni bir sosyal patlama için zemin hazırlarken, YPG kontrolündeki bölgelerde ise petrol kaynaklı bir doğal felaket bölge halkının sağlığı için tehdit oluşturuyor. Hasar görmüş, köhne nakil borularından sızan petrol, akarsular üzerinden su kaynaklarını kirleterek insan sağlığına tehdit oluşturan bir zemin hazırlıyor. Bahar yağışları sonrası yaşanan sel ve taşma olayları sonucu petrol akıntıları ile zehirlenen sular tarım arazilerine ulaştı. Toprağın zehirlenmesine ek olarak bölgede bulunan küçük-orta ölçekli aynı zamanda da denetimden uzak, yetersiz rafinerilerden sızan zehirli gazlar hava kirliliğine yol açtı.
Petrol kaynaklı bu gelişmeye dair bir haber dosyası yayınlayan al-Monitor’un bölge sakinleriyle gerçekleştirdiği görüşmelere bakıldığında daha şimdiden sağlık sorunlarının gözle görünür şekilde arttığı görülmekte. Al-Monitor’e ismini vermek istemeyen Deir ez-Zorlu bir eczacıya göre; menenjit, deri ve solunum hastalıklarında artış yaşanırken uzun bir süredir görülmeyen yeni doğanlarda Akdeniz anemisi ve hemofili gibi vakalar tekrar görülmeye başlandı.[1]
Yine Deir ez-Zor’dan “Muhammed Halaf” mahlasını kullanarak görüşlerini paylaşan bir gazeteci ise petrol ürünleri üreten yerel rafinerilerin şartları nedeniyle yoğun zehirli gaz salınımı yaptıklarını ve bu durumun mağduriyetlere yol açtığını dile getirdi. Halaf, durumun vahametini “Kurutmak için astığınız çamaşırlar duman yüzünden simsiyah oluyor. Bir defasında evimdeki su deposunu doldurduktan sonra üzerini kapamayı unuttuğumda ise sabah deponun yanına geldiğimde suyun üzerinin motorin kaplı olduğunu gördüm” sözleriyle ifade etti. Deir ez-Zor haricinde Haseke bölgesi de petrol kaynaklı kirlilikten ciddi zarar görmeye başladı. Kanada merkezli bir STK olan “Development and Peace” sponsorluğuyla yayınlanan “A River of Death” başlıklı raporda, Tel Hamis başta olmak üzere Haseke bölgesinde petrol kirliliğinin sebep olduğu sızıntılar görsellerle tespit edildi. Rapora göre Tel Hamis’te 320 kilometrekare, Haseke’nin diğer bölgelerinde ise en az 120 kilometrekarelik araziler sellerle birlikite zehirli sulara maruz kaldı.[2]
Bölgedeki petrol kuyuları ve tesislerinin güvenliği, DEAŞ’ın alan hakimiyetinin sona ermesi sonrası ABD güçlerinin bölgedeki varlığının başlıca bahaneleri arasında ön plana çıkmıştı. Yeni gelişen bu tehdit hususunda ABD’nin inisiyatif alıp almadığı ise al-Monitor tarafından YPG kontrolündeki sözde özerk yönetim yetkililerine soruldu. Cevap ise ABD güçlerinin bu mevkilerin güvenliğini sağlasalar da bundan başka herhangi bir teknik ya da mali destek vermedikleri şeklinde oldu.
ABD’nin bu tavrının devamı bölgede yaşayan siviller ve doğa için kötü haber. Zira ekonomik çöküş ile mücadele eden Suriye rejiminin bu bölgedeki petrol kirliliğine karşı ne maddi gücü ne de isteği bulunmamakta. YPG’nin ise böyle bir duruma karşı yeterli insan kaynağı ve tecrübesi olmadığı, DEAŞ’tan ele geçirdiği barajların tadilatı ve işletmesi için rejimden destek almak zorunda kalmış olmasıyla zaten aşikardır. ABD, mali ve teknik destek sağlamaz ise buradaki tehdit Esed veya PKK tarafından bertaraf edilemeyecek düzeyde. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nda (UNEP) görevli uzman Hassan Partow Kuzey Suriye’deki petrol kirliliğinin Irak’taki benzer tecrübeye göre çok daha büyük bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyor. Partow’a göre Irak’ta yakın dönemde petrol tesisleri merkezli benzer durumlarda tetikleyici olan DEAŞ’ın ABD ve Irak güçlerine karşı geri çekilme esnasında petrol tesislerini hedef alan sabotaj ve saldırılarıydı. Tek seferde bir tehdit oluştursa da ABD’nin desteği ve Irak otoritesinin kontrolü söz konusu olduğu için Irak’taki petrol kirliliğinin potansiyel tehdidi makul düzeyde. Kuzey Suriye’de ise otorite boşluğu, rafinerilerin teknik yetersizlikleri savaşın başından bu yana devam etmekte. Bu da bölgedeki petrol kirliliğinin neredeyse 10 senelik kronik bir sorunlar silsilesinin bir sonucu olduğunu göstermektedir.