Zeytin Dalı Harekatı Hangi Mitleri Çürüttü?
20 Ocak’ta Afrin’in YPG unsurlarından temizlenmesi amacıyla Zeytin Dalı Harekatı’nın başlatıldığı duyurulduğunda pek çok Batılı Suriye uzmanı ve analistin bu harekatın başarı ihtimaline dair şüpheleri vardı. YPG’nin Daeş’e karşı elde ettiği askeri başarılardan yola çıkılarak TSK’nın Afrin’de oldukça zorlanacağı ya da harekatın Türkiye’nin kapasitesinden ötürü kısıtlı kalacağı gibi iddialar bu şüphelerin temelini oluşturmaktaydı. Türkiye tarafından eğitilmiş ÖSO unsurlarının 2 ay dolmadan Afrin şehir merkezini ele geçirmesi Türkiye’ye ve YPG’ye dair dolaşımda olan mitlerin yıkılmasına yol açtı. Peki Zeytin Dalı Harekatı hangi tezleri çürüttü?
“YPG Suriye savaş sahasındaki en efektif silahlı yapı”
YPG Ayn el-Arab’ın (Kobane) kuşatılmasıyla başlayan süreçte Ayn el-Arab, Tel Abyad, Menbic, Rakka ve Deirezzor’da Daeş’e karşı mücadelede Amerika’nın yoğun hava desteğinin (istatistik) yanında askeri eğitim ve mühimmat desteği ile birlikte öne çıkan bir aktör olarak sahnede yerini aldı. Daeş’e karşı sahada gerçekleşen askeri kazanımlara ek olarak Batı medyasında YPG’nin seküler bir “anti-cihatçı” güç olduğu vurgusu sürekli olarak kendine yer buldu. Batı’daki İslamofobik damarı hedef alan bu propaganda ciddi bir karşılık gördü. YPG’nin PKK ile olan bağları göz ardı edildi ve YPG Suriye’deki işbirliği yapılacak yegane aktör olarak sunulmaya başlandı. Lakin YPG’nin sahadaki askeri kazanımlarında dengeleri değiştiren Amerikan desteği ikinci plana atılırken örgütün kadın savaşçıları gibi magazinsel ögeler söylemde ön plana çıktı. Amerikan hava desteği öncesi YPG’nin Haseke/Rakka/Ayn el-Arab’da Daeş’e karşı verdiği ciddi kayıplar adeta unutuldu. Bu illüzyon YPG’nin TSK gibi modern bir orduya uzun süre direnebileceği hatta kafa tutabileceği gibi tahminlere zemin hazırladı. Zeytindalı Harekatı’nda YPG’nin Daeş’e karşı savaştığı cepheler ile karşılaştırıldığında sahip olduğu dezavantajlar göz ardı edildi. Türkiye’nin Hatay ve Kilis üzerinden Afrin ve çevresiyle doğrudan sahip olduğu kara sınırı, Fırat Kalkanı bölgesinin Afrin ile sınırdaş olması gibi coğrafi avantajları ciddiye alınmadı. Keza Rusya’nın Suriye hava sahasını kullanmak hususunda TSK’ya engel olacağı beklentisi de bir başka hesap hatasıydı. Kısa bir dönem hariç TSK Suriye hava sahasını oldukça rahat ve etkin şekilde kullanırken YPG bu kez hava desteğine sahip olan güç değil hava desteği ile hedef alınan güç oldu. Şimdiye kadar rejimle YPG arasında yaşanan istisnai çatışmalar haricinde ciddi bir hava taarruzu yaşamayan YPG unsurları için TSK’nın bu etkinliği yeni bir tehditti ve YPG’nin hava saldırıları karşısındaki direnci test edilmemişti. Suriye rejimi ile kıyas edilmeyecek bir güce sahip olan Türk hava kuvvetleri F-16ları ve SİHAlarıyla ciddi bir fark yarattı. YPG’nin elde kalan yegane direnç noktası ise Afrin’in dağlık coğrafyası ve bu bölgede olası bir harekata karşı inşa edilen tüneller ve hendeklerden oluşan savunma hatlarıydı. Raco, Cinderes ve Burseya mevkilerinde YPG’nin bir süre direnebilmesi ve TSK’ya kayıplar verdirmesi bu avantajın kısa vadeli sonuçları olsa da görüldüğü üzere TSK’nın dağlık bölgede savaş tecrübesi (bknz: Türkiye’nin güneydoğusu ve kuzey Irak) ile coğrafi konumu bu engelin hızlıca aşılmasını sağladı. Keza dağlık alanda savaş tecrübesi bulunmayan ÖSO’nun da sahada başarılı bir aktör olarak ortaya çıkması ÖSO’nun içinde bulunduğu olduğu dönüşüm sürecinin başarısını işaret etmektedir.
“15 Temmuz sonrası TSK’da yaşanan tasfiyeler TSK’nın kapasitesini düşürdü”
15 Temmuz darbe girişimi sonrası orduda yaşanan tasfiyeler sonucu TSK’nın savaş kapasitesinin düştüğü iddiası da hatalı analizlerin bir diğer dayanağı oldu. Hava kuvvetleri ve kara kuvvetlerinin yaşanan tasfiyeler sonucu gücünü kaybettiği ve hatta Fırat Kalkanı Harekatının bu yüzden çok başarılı sayılamayacağı bu yüzden YPG gibi disiplinli bir yapıya karşı TSK’nın zorlanacağı tezleri Zeytin Dalı Harekatı ile çürütüldü. Fırat Kalkanı’nda TSK’nın yerli destekçileri (ÖSO) Zeytin Dalı Harekatı’na nazaran daha dağınık ve hazırlıksızdı. Ki buna rağmen YPG’ye nazaran çok daha ciddi bir direniş gösteren Daeş’e karşı TSK hem de darbe girişiminin hemen ardından oldukça başarılı bir sınav verdi. Menbic’in yoğun milis (YPG/SDG) ve hava desteğine rağmen yoğun çabalar sonucu alındığı göz önüne alınırsa Fırat Kalkanı mükemmel olmasa bile oldukça başarılı bir harekat olarak tarihe geçti. Ki TSK’nın Fırat Kalkanı harekatında hava gücünü Zeytin Dalı Harekatı’na nazaran daha az kullandığını ve ufak köylerde dahi Daeş’in bombalı araç saldırıları ve baskınlarıyla ciddi direniş gösterdiğini unutmamak gerek. Harekatın ilk günü 70’den fazla uçakla gerçekleştirilen gövde gösterisi, 10binin üzerinde ÖSO unsurunun TSK tarafından bu harekat için eğitilmesi TSK’nın ciddiyeti ve kapasitesine dair yeterli doneleri bize vermekte. Açık kaynaklardan görüldüğü üzere 6-8bin civarında TSK askeri unsuru ve yerel güçler (ÖSO) ile harekat gerçekleştirildi. Jandarma birlikleri de dahil olmak üzere 500bin civarında bir askeri güce sahip olan Türkiye’nin mevcut askeri gücünün %1’inden biraz fazla bir sayıda askerle bu harekatı zorlanmadan gerçekleştirmesi TSK’nın askeri kapasitesi ile alakalı yeterli fikri vermiştir.
“ABD ve Rusya izin vermeden Türkiye sadece kısıtlı bir harekat yapabilir”
Hem Fırat Kalkanı Harekatında hem de Zeytin Dalı Harekatında Türkiye’nin sahadaki askeri aktivitesinin yanında yoğun bir diplomasi yürüttüğü aşikar. Bununla birlikte söz konusu tez Türkiye’yi tamamen edilgen ve etkisiz bir aktör olarak kabul etmekteydi. Lakin Türkiye’nin özellikle İdlib başta olmak üzere muhalifler üzerinde sahip olduğu ciddi nüfuzun diplomasi alanında Türkiye’nin elinde koz olduğu bir gerçek. Türkiye ile birlikte hareket ederek kuzeydeki savaşın kendisi için maliyetini azaltmak isteyen Rusya aynı vakitte Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin mevcut gergin yapısından da istifade ederek kuzey batı Suriye’de ABD’yi masadan uzak tutmak istemektedir. Rusya’nın başta hava sahasını kapamak gibi Türkiye’ye maliyet çıkaracak kozları elinde mevcut. Buna karşın Türkiye’nin de İdlib ve Halep kırsalında risk alarak benzer şekilde Ruslara hiç de arzu etmedikleri şekilde maliyet çıkarma kapasitesi bulunmakta. Türkiye bu dengeleri gözeterek siyasi iradesi ve diplomasisi ile Zeytin Dalı Harekatını minimum maliyetle gerçekleştirirken diplomasi masasında tamamen edilgen bir aktör olmamış ve de bugün savaş sonrası müzakerelerde kendisine sağlam bir yer edinmiştir. Bugün Menbic üzerinde Türkiye ile ABD arasında gerçekleşen müzakereler ise Türkiye’nin sahadaki varlığı güçlendikçe diplomatik alanda da ABD’ye karşı elindeki kozların arttığını göstermekte. Bu açıdan Türkiye kapasite olarak Rusya ve ABD ile aynı güçte olmasa da kendi sınır hattına yakın bölgede diplomatik ağırlığı olan önemli bir güç olduğunu göstermiştir.
Sonuç olarak Zeytin Dalı Harekatı ile Türkiye Suriye’deki etkinlik alanını İdlib-Afrin-Azez-Carablus-Bab hattında genişletmiş ve kuzey Suriye’deki etkin bir aktör olarak konumunu güçlendirmiştir. TSK’nın Suriye’deki varlığının hudutları Lazkiye kırsalından, Hama kırsalına, Afrin’den Carablus’a kadar uzanmaktadır. Buradan yola çıkılarak Menbic ve Halep başta olmak üzere Kuzey Suriye’de yakın gelecekte karşılaşılacak senaryolarda Türkiye her zaman hesaba katılması gereken bir güç olarak ele alınmalıdır. Türkiye’yi masa dışı bırakarak hareket etmek Rusya’ya İdlib ve Halep’te yeni maliyetler çıkartabilir. ABD için ise YPG’ye verilen sınırsız desteğin devamı sadece Menbic-Tel Abyad-Rasulayn-Ayn el-Arab hattında Türkiye ile karşı karşıya gelmek sonucunu doğurmayıp iki ülke arasındaki ilişkilerin onarılamaz derecede zararı manasına da gelecektir. Türkiye için ise Zeytin Dalı Harekatı sonrası süreçte yapılması gereken ABD-Rusya ve İsrail-İran gerginliklerinin Suriye’deki olası sonuçlarına hazırlıklı yakalanmak için Suriye’deki askeri varlığını tahkim etmek ve hakimiyet kurduğu bölgelerde daha da güçlenmektir. Zira ancak hazırlıklı aktörler fırsatları değerlendirebilir ve gelişen tehditleri bertaraf edebilir.