Analiz
Fransız STK’lar Şebbiha Unsurlarını Fonluyor
Esed rejimine bağlı milis yapılar arasında mazisi en eski grupların başında gelen Ulusal Savunma Güçleri’nin insan kaynağı yerel savaş ağaları ve kriminal kliklere sırtını dayamaktadır. Bu sebeple sadece Nusayrilerden değil aynı zamanda Sünnilerden ve Hıristiyanlardan oluşan çok sayıda USG grubu sahada aktif olarak yer almaktadır. Newlines  Institute tarafından hazırlanan “Under the Guise of Aid: The Far-Right French NGO Allegedly Supporting War Crimes in Syria” başlıklı raporda rejimin savaş suçlarına bulaşan ve Hıristiyanlardan oluşan bazı Ulusal Savunma Güçleri (USG) gruplarıyla Fransız STK’ların ilişkileri detaylı şekilde ele alınmıştır.[1] Rapora konu olan SOS Chrétiens d'Orient (SOSCO) adlı STK Fransa’da faal olup aşırı sağ hareketlerle ilişkilere sahip konumda. Ortadoğu’daki Hıristiyan nüfusu hedefleyen bir yardım kuruluşu olma iddiasındaki SOSCO’nun Fransız Savunma Bakanlığı ile 2015-2020 arası dönemde “resmi ortaklık” ilişkisine sahip olduğu bilgisi raporda vurgulanmıştır. Kendisini Suriye’deki azınlıkların yegane koruyucusu şeklinde niteleyen Esed rejiminin SOSCO ile ilişkileri SOSCO’nun 2013 Ekim’deki kuruluşunun hemen devamındaki döneme dayanmaktadır. “Suriye’de Noel” teması altında Suriye’ye giden ve rejim unsurlarıyla temas eden kurum yetkilileri rapora göre bu ziyaretin dönüşünde daha fazla fon bulabilmek için bölgede silahlı gruplar tarafından Hıristiyanların kafaları kesilerek infaz edildikleri iddiasıyla manipülasyonda bulundular. Şahıslar ve kurumlardan elde edilen fonların ise bölgedeki Hıristiyan siviller yerine kullanılmaktan ziyade Hıristiyanlardan oluşan USG milis gruplarının fonlanmasında kullanıldığı bir diğer iddia konumundadır. Bu milis gruplarından öne çıkanlar ise Simon el-Vekil komutasındaki Maharda USG ile Nebil el-Abdallah komutasındaki Sukaylebiye USG grupları olmuştur. Bu gruplar aynı zamanda İran Devrim Muhafızları ve Suheyl Hassan komutasındaki Kaplan Güçleri ile de yakın ilişkilere sahip olsalar da SOSCO ile maddi ve manevi ilişkilerinin 2014 yılına kadar dayandığı ileri sürülmektedir. Bilhassa Vekil’in komutasındaki milislerin adam kaçırma ve cinayetlerle dolu bir karneleri olduğu ileri sürülürken Sezar dosyasındaki ceset fotoğrafları içerisinde Vekil’in güçleri tarafından alıkonulan sivillerin de olduğu rapordaki mülakatlarca teyit edilmektedir. Ayrıca bu USG gruplarının zorla mala el koyma ve çocuk savaşçı devşirme gibi suçlarla da sabıkalı olduğuna dair yazılı/görsel deliller raporda kendilerine yer bulmuştur. Raporda Maharda USG komutanı Vekil’in sorumlusu olduğuna dair teyide ulaşılan çok sayıda katliam da vurgulanmıştır. Buna göre 2012’de Kafr Zita, Savran, Latamina, Kubeyr, Tremse, Alfan, Halfaya’da 2013’te Ceb Hsara ve Kafr Hud, 2014’te Savran , 2015’te Rityan ve Cisr eş-Şügur ve 2017’de Tedmür’deki katliamlar Vekil’e bağlı milislerin de dahli olan hadiselerdir. Bahsi geçen katliamlarda rapora göre en az 700 sivil katledilmiştir. Esed rejimi SOSCO ile kurulan paravan STK’lar ve sorumlu figürler[2] üzerinden temas kurarak hem yabancı STK’ların ülkede doğrudan yerel figürlere temasını engellemiş hem de ilişkileri STK’lar arası ilişkiler kılıfına sokmuştur. Lakin son kertede SOSCO’nun bölgedeki faaliyetleri fiilen Esed rejimine bağlı milis güçlerin Fransız bir STK tarafından fonlanması bir başka ifadeyle Fransız vergi mükelleflerinin savaş suçlusu Esed milislerine desteği anlamına gelmektedir. Fransız Lafarge şirketinin Daeş ile ticaretinin kanıtlanmasının uluslararası kamuoyunda yarattığı tepki gibi Fransız bir STK’nın savaş suçlusu şüphelisi yapılarla ilişkilerinin detaylı şekilde ortaya çıkarılması orta ve uzun vadede uluslararası mahkemeler için dosya malzemesi olabilir. Ömer Behram Özdemir [1] https://newlinesinstitute.org/syria/under-the-guise-of-aid-the-far-right-french-ngo-allegedly-supporting-war-crimes-in-syria/ , Erişim Tarihi: 29 Kasım 2021. [2] Karma isimli STK ve Esma Esed’e yakınlığı ile bilinen Hala Şavi SOSCO ile temas kuran kurum ve kişiler olarak raporda yer almıştır.
YPG/SDG Gözaltı Merkezleri ve Rüşvet Yoluyla Salıverilen DEAŞ Unsurları
Suriye’nin kuzeyinde hakim YPG destekli yönetimin kontrolündeki hapishanelerde binlerce Daeş tutuklusunun olduğu bilinmekte. YPG Türkiye’nin olası operasyonlarına karşı bu hapishanelerin güvenliğini sağlayamamak ve bölgeye yeniden Daeş unsurlarının akışı ihtimalini koz olarak öne sürmektedir. Bununla birlikte söz konusu hapishanelerden kaçışların hem de YPG unsurlarının aracılığı  ile gerçekleştiğine dair senelerdir uluslararası kamuoyuna da sızan iddialar bulunmakta. Bu durum ile alakalı en yeni iddia ve çalışma ise The Guardian’dan geldi. Bethan McKernan ve Hussam Hammoud’un imzasıyla yayınlanan dosyada kuzey doğu Suriye’de rüşvet karşılığı hapishanelerden çıkabilen Daeş ile iltisak ile suçlanan mahkumlar konu edildi.[1] Haber dosyasına göre 10binden fazla Daeş ile ilintili mahkumun bulunduğu hapishanelerden sorumlu YPG unsurları bu mahkumları rüşvet karşılığı dışarı salıvermekte. The Guardian’ın elde ettiği resmi belgelere göre  bu süreci “mutabakat planı” adı altında işleten YPG unsurları kişi başı 8000 USD  karşılığında henüz yargı karşısına çıkmamış mahkumlara tahliye belgeleri sağlamaktadırlar. The Guardian’ın ele geçirdiği resmi belgeler e bu süreç sonucu serbest kalan mahkumlarla yaptıkları mülakatlara dayanan iddiaya göre rüşvet karşılığı tahliye edilen kişiler bölgede başka bir silahlı örgüte katılmayacaklarına dair yazılı beyanda bulunup YPG/SDG kontrolü altında Kuzey Suriye’yi terk etmek zorundalar. Mülakat yapılan kişilerin serbest kalmaları ardından kendileri gibi daha önce el-Hol kampında tutuklu olan ve benzer rüşvet anlaşmasıyla salıverilen eşleriyle yeniden bir araya geldikleri bilgisi de YPG’nin  bu rüşvet çarkının bölgedeki tüm kamp ve hapishanelere yayılmış olduğunu işaret etmektedir. Mülakat yapılan şahıslar tanıdıkları en az 10 kadar mahkumun da kendileri gibi aynı “mutabakat planı” çerçevesinde salıverildiklerini iddia etmekteler. Ferhad Şami adlı sözde YPG/SDG sözcüsü yaptığı açıklamada The Guardian tarafından ele geçirilen belgeleri gerçek dışı olarak tanımlarken süreç içerisinde Daeş ile ilintili bazı mahkumların salındığını kabul etmiş lakin bu mahkumların “eli kana bulaşmamış” unsurlar olduğunu ve halen YPG/SDG tarafından tekrar  Daeş’e katılmamaları için uzaktan gözlemlendiklerini iddia etmiştir. Lakin yine The Guardian’ın iddiasına göre Daeş’in bölgede infazlar başta olmak üzere kanlı eylemlerine imza atan isimlerden olan Ebu Cafer kod adlı Daeş unsuru da YPG/SDG tarafından rüşvet karşılığı serbest bırakılanlar arasında olup Şami’nin iddiasını yalanlar nitelikte bir örnek teşkil etmektedir. The Guardian’ın konuyla alakalı Uluslararası Koalisyon’a sordukları sorular ise “bölgedeki gözaltı merkezlerinin sorumluluğu sadece YPG/SDG’ye aittir. Koalisyonun bu gözaltı merkezlerinin idaresi ve işleyişi üzerinde herhangi bir kontrol gücü yoktur” şeklinde kısa bir elektronik posta ile cevaplanmıştır. 2019’da yılında al-Monitor tarafından Deyrezzor’daki aşiret unsurlarıyla gerçekleştirilen mülakatlar bölgedeki aşiret unsurlarının YPG/SDG’nin kontrolündeki gözaltı merkezlerinin işleyişlerine güvenmediklerini göstermektedir. Bu mülakatlarda gözaltı merkezlerindeki Daeş unsurlarıyla işbirliği yapmakla suçlanan YPG/SDG unsurları[2] güncel iddialar ile birlikte bu şüphelerin yersiz olmadığını da teyit etmişlerdir. Türkiye’nin olası bir sınır ötesi operasyonunun bölge istikrarı için sorun teşkil edeceğini ve Daeş’in yeniden alan bulacağını iddia eden senaryolara karşın bölgede Daeş’in insan kaynağının önemli bir kısmının YPG/SDG gözaltı merkezleri olabileceği görülmektedir. Rüşvete dayalı anlaşmalarla kurulan düzen gözaltı merkezlerinin işlevine dair ciddi şüpheler oluştururken olası bir Türkiye müdahalesinde YPG/SDG’nin bir şantaj kozu olarak bu merkezlerdeki mahkumların bir kısmını salıvermesi ihtimali de oldukça olasıdır. Daeş’in hapishane merkezli radikalleşme ve milis devşirme stratejisini de göz önünde bulundurduğumuzda YPG/SDG kontrolündeki gözaltı merkezlerinin Daeş unsurlarını engellemekten ziyade orta vadede tehdit oluşturdukları söylenebilir.   Ömer Behram Özdemir [1] https://www.theguardian.com/world/2021/nov/22/former-is-fighters-say-they-paid-way-out-of-kurdish-jail-in-reconciliation-scheme , Erişim Tarihi: 22 Kasım 2021. [2] https://www.al-monitor.com/originals/2019/06/syria-deir-ez-zor-shaitat-massacre-islamic-state-kurdish.html#ixzz7CwSxXHWs , Erişim Tarihi: 20 Kasım 2021.
Rejimin İhtiyaçlarına Göre Şekillenen Genel Aflar
Esed rejiminin belli aralıklarla çıkardığı aflar içeriği ve uygulama süreçleriyle çoğu zaman tartışma konusu yaratmıştır. Robert Schuman Centre tarafından yayınlanan “Manipulating National Trauma: The Assad Regime’s Wartime Instrumentalisation of Presidential Amnesties” [1]başlıklı raporda bu af ilanlarının kronolojisi ve de rejimin bu ilanlardaki amaçları masaya yatırıldı. Mart 2011’den bu yana tam 20 kez genel af ilan eden Esed rejimi bu afların kapsamına dönem dönem asker kaçaklarını alırken bunun haricinde de siyasi suçlar başta olmak üzere muhtelif suçlardan hüküm giyenleri kapsamına aldı. Rejim hapishanelerindeki tutukluların önemli bir kısmı ise haklarında herhangi bir hüküm bulmadan tamamen gözaltı sebepli olarak alıkonuldukları için tüm bu afların kapsamının dışında kalmaktadırlar. Kronolojik olarak savaş sürecini üç döneme ayıran rapora göre 2011-2012 arası dönem halk ayaklanmasının silahlı mücadeleye dönüşüm süreci olarak adlandırılırken 2012-2015 silahlı muhalefetin yükseliş dönemi, 2015-2021 arası ise rejimin geri dönüş süreci olarak sınıflandırılmakta.  2011-2012 arası ilk dönemde rejim tam 7 kez genel af ilan ederken bu aflar içerisinde “kandırılmış vatandaşların” rejimle uzlaşmasına yönelik olanlar ilgi çekmektedir. Rejim bu dönem gösterilere katılımları hasebiyle haklarında tutuklama kararı çıkarılan ve “kandırılmış” olarak nitelendirilen vatandaşların “teslim olmaları” ön şartıyla affına yönelik iki kez (Mayıs 2011 ve Kasım 2011) af çıkardı. Buna ek olarak siyasi suçluların özellikle de daha sonra cihadi gruplara katılacak olan hükümlülerin kapsama girdiği aflar da ilan edildi (Mart 2011, Mayıs 2011, Haziran 2011).  Özellikle Sednaya hapishanesindeki rejim muhalifi İslamcı figürlerin bu dönemde af kapsamında salıverilmesi pek çok uzman tarafından rejimin Suriye muhalefeti içerisindeki İslamcı tonların yükselmesine yönelik bir hamlesi olarak okunmaktadır. 2012-2015 arasında silahlı muhalefetin yükselişi döneminde ise rejim tarafından 6 kez af ilan edilirken bu afların yarısı (Mayıs 2012, Ekim 2013 ve Temmuz 2015) asker kaçaklarına yönelikti.  Bu dönemin rejim ordusunun pek çok cephede insan kaynağı anlamında sıkıntılar çektiği ve İran destekli milislerin yoğun şekilde cephe hattında görüldüğü yıllar olduğu hatırlandığında rejimin insan kaynağı sorununu çözmek amacıyla afları kullanmak istediği anlaşılmaktadır. Ki bu sürecin sonunda İdlib’in düşüşü ve Esed’in İdlib’deki kayıpları askeri anlamda insan kaynağı eksikliğine bağlamasının ardından Rusya’nın doğrudan müdahil olduğu döneme girilmiştir. Raporda rejimin geri dönüş yaptığı dönem olarak nitelendirilen 2015-2021 yıllarında ise 7 kez af ilan edilirken bu aflarda asker kaçaklarına ek olarak firari askerler ve rejime teslim olacak muhalifler de af kapsamına girmiştir (Şubat 2016, Temmuz 2016, Ekim 2018 ve Mar 2021). Rejimin Rusya desteğiyle birlikte önce denge kurup sonra teraziyi kendi lehine çevirdiği bu yıllarda Dera örneğinde olduğu gibi asker firarileri ve eski muhaliflerin rejimle uzlaşarak rejim saflarında milislere dönüşme süreci genel aflarla desteklenmiştir. Buradan afların içeriği ile alakalı Moskova’nın da etkisi olduğu sonucuna da varılabilir. Raporda rejimin af zamanlamalarında dini ve milli bayramları da göz önünde tutarak dönem dönem bu ilanları ulusal birliğe yönelik faaliyetler gibi gösterdiği vurgulanırken afların uygulanması ve rejimin 10 yıldan beri süregelen güvenlik politikaları çerçevesinden bakıldığında tüm af süreçlerinin rejimin baskı politikalarının aracı olduğu iddia edilmektedir.   [1] https://middleeastdirections.eu/new-publication-wpcs-manipulating-national-trauma-the-assad-regimes-wartime-instrumentalisation-of-presidential-amnesties-pieter-both/ , Erişim Tarihi: 29 Ekim 2021.
YPG/PKK’nın Bombalı Araç Saldırıları ve Çözüm Önerileri
Suriye’nin kuzeyinde Moskova’nın İdlib’e baskısını arttırdığı şu günlerde Ankara da YPG’ye karşı baskıyı arttırmakta ve olası kara harekatlarının sinyallerini vermektedir. PKK’nın Suriye kolu YPG geçtiğimiz yıllar içerisinde hem Türkiye topraklarını hem de Türkiye’nin Suriye içerisinde oluşturduğu güvenli bölgeleri hedef alan eylemleriyle Ankara için doğrudan tehdit konumuna gelmiştir. Uzun menzilli silah ve mühimmatlar ile taciz ateşleri, EYP ve anti-tank mühimmatı kullanılan pek çok saldırı türünün yanında terör örgütü intihar saldırıları ve bombalı araç saldırılarıyla da bölgede istikrarı hedef almaktadır. YPG/PKK’nın bu terör saldırılarındaki mazisi intihar saldırılarında ölen iki terörist figür olan Arin Mirkan ve Avesta Habur üzerinden okunmakta. 2014’te Daeş’e karşı çatışmalarda kendini patlatarak intihar eden Arin Mirkan ve 2018’de Zeytindalı Harekâtı esnasında TSK/ÖSO birliklerinin bulunduğu bir bölgeye sızarak kendini patlatan Avesta Habur adlı militanlar bu eylemleriyle YPG/PKK’nın intihar saldırıları ve bombalı araç saldırıları stratejilerinin reklam yüzleri oldular. Mirkan’ın gerçekleştirdiği saldırı örgütün Türkiye içerisindeki intihar ve bombalı araç saldırılarını hızlandıran bir dönüm noktası olurken Habur’un saldırısı ise Zeytindalı Harekatı sonrası dönemde YPG/PKK’nın TSK ve ÖSO’ya karşı yoğun olarak gerçekleştirdiği bombalı araç saldırılarının başlangıç noktasını teşkil etti. Arin Mirkan’ın saldırısından sonra YPG/PKK’nın Türkiye içerisinde gerçekleştirdiği eylemlerin bilançosu 26 intihar saldırısı olmuştur. Bu saldırıların üçünde saldırganlar patlayıcı düzenekli yelekle eylemi gerçekleştirirken geri kalan saldırılar bomba yüklü araçlarla gerçekleşmiştir. Avesta Habur’un saldırısı sonrası Suriye içerisinde TSK ve ÖSO unsurlarını ve güvenli bölgedeki sivilleri hedef alan bombalı araç saldırı sayısı ise 192’dir. Bu 192 saldırının 177’sinin sivillerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde gerçekleşmesi saldırıların amacının askeri bir etki yaratmaktan ziyade siviller arasında korku yaratarak bölgede kaos ve istikrarsızlığı arttırmak olduğu söylenebilir. YPG/PKK bu eylemleriyle bölgedeki idarenin daha sert güvenlik önlemleri alarak sivil kitleyi kendinden uzaklaştırmasını amaçlamaktadır. Bunun yanında çatışmalar sebepli olarak bölgeyi terk eden Suriyelilerin geri dönüşlerini engelleyerek bölgede hedefledikleri YPG/PKK kontrolündeki şerit hayalinin yaşaması bir diğer önemli amaçtır. YPG/PKK kontrolündeki bölgelerin TSK/ÖSO kontrolündeki alanlardan daha güvenli bir imaja sahip olması ise bu eylemler vasıtasıyla YPG/PKK’nın uluslararası kamuoyuna vermek istediği mesaj olduğu değerlendirilmektedir. YPG/PKK’nın terör eylemleri ve bu eylemler üzerinden yürüttüğü siyasete karşı yapılması gerekenler konusunda ise şu önerilerde bulunulabilir. YPG/PKK’nın bölgedeki uzun vadeli hakimiyet kurma planlarının önüne set çekilmesi için bölgede hâkim olan Suriye Geçici Hükümeti idaresinin başta güvenlik kurumlarının işlevi ve yerel konseylerle koordinasyon olmak üzere kapasitesini arttırarak bölgede güçlü bir merkezi otorite konumuna gelmesi önerilmektedir. Ek olarak altyapı yatırımları ve konut projeleriyle bölge demografisinin yerleşik hali güçlendirilmelidir. Suriye Geçici Hükümeti’nin kontrolündeki sınır geçiş noktaları, bölge güvenliği için büyük önem taşıdığını bu sebeple bu bölgelerin güvenliği için SMO veyahut  Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı olacak şekilde Sınır Muhafızları biriminin kurulması ve bu birimin yeterli teknolojik imkanlar ve eğitimlerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu süreçte Türkiye’nin eğitimi ve teknik destek başta olmak üzere Suriye Geçici Hükümeti’nin sınır kontrolünü güçlendirmek adına başat rol oynaması gerekmektedir. Buna ek olarak Ankara’nın bölgede YPG/PKK kaynaklı gerçekleşen her saldırıya YPG/PKK’nın çekirdek kadrolarının konuşlu olduğu karargahları havadan vurarak karşılık vermesi askeri müdahale önerilerinin ilk safhasını oluşturmaktadır. Nihai olarak YPG/PKK saldırılarının ekseriyetle Tel Rıfat, Menbic ve Ayn İsa merkezli eylemler olduğu ve Türkiye’nin bu bölgeleri terörden arındırılması için Rusya’yı öncelikle diplomatik yollarla harekete geçirmeye çalışması aksi halde bu bölgelere yönelik meşru askeri müdahalesinin gerçekleşeceğini deklare etmek gerekmektedir.
ABD Üssüne İHA Saldırısı
Çarşamba akşamı önce yerel kaynaklardan sosyal medyaya geçen daha sonra ABDli yetkililerce teyit edilen bilgiye göre Suriye’nin çöl bölgesinde bulunan ABD askeri karakolu Tanf’a yönelik bir iha saldırısı gerçekleşti.[1] Al-Monitor’e konuşan yerel kaynaklara göre patlama sesleri yerel saat ile 7 gibi duyuldu. Üs bölgesinde ABD askeri unsurlarına ek olarak ABD kontrolündeki yerel silahlı milis grup Magavir el-Savra’ya bağlı militanlar bulunmaktadır. ABD askeri yetkilileri herhangi bir askeri kayıp rapor etmezken Magavir el-Savra’dan ise bu saldırıya dair herhangi bir açıklama şimdilik gelmedi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) ilerleyen saatlerde yaptığı açıklamada Tanf bölgesini hedef alan saldırıyı “kasten ve planlı” olarak tanımlamıştır.[2] ABD askeri yetkililerinden gelen ilk ifadelere göre saldırıda ihalara ek olarak dolaylı ateş gücünün (roketler ve havanlar bu kategoride sayılmaktadır) kullanılmış olma ihtimali bulunmaktadır. Al-Monitor’e konuşan yerel kaynaklar ise bölgedeki Rukban mülteci kampındaki görgü tanıklarının Tanf’taki üssü hedef alarak ateş açan iki hava aracını gördüklerini iddia etmekteler. [3]CENTCOM meşru müdafaa haklarının saklı olduğunu ve kendilerinin belirlediği zaman ve konumda cevap verileceğini vurgulayarak ABD’nin bu saldırıyı görmezden gelmeyeceğinin ve hamlenin yakın zamanda gelebileceğinin sinyalini vermiştir. Saldırıyı üstlenen bir grup olmasa da hem ABD hem de uluslararası kamuoyu nezdinde bölgedeki İran destekli milis güçler olağan şüpheli durumunda. Tanf’taki ABD askeri mevcudiyeti Tahran’ın bölgedeki nüfuzu için orta vadede bir Tahran tarafından bir tehdit olarak görülmekte. Ki bunu destekler nitelikte ABD eylemleri de son 1 yıl içerisinde bölgede yaşandı. ABD Başkanı Joe Biden’ın emriyle Şubat ve Haziran aylarında Irak-Suriye sınırı civarındaki İran destekli milis güçlere ait hedefler ABD hava güçlerince hedef alınmıştı. Bir önceki ABD Başkanı Trump döneminde Kasım Süleymani suikasti ile zirveye çıkan gerilim aynı seviyede devam etmese de bir nevi Obama yönetiminin devamı olarak görülen Biden yönetiminin İran destekli milisleri Suriye içerisinde hedef alan bir siyaset izlemesi bölgedeki Tahran-Washington geriliminin kısa vadede önüne geçilmesinin zorluğunu göstermektedir. ABD’nin İran destekli milisleri belli aralıklarla vurması, buna ek olarak İsrail’in de ABD’ye göre daha yoğun bir şekilde Rejim hedeflerini vurması İran’ın söz konusu milis unsurlar üzerinden Tanf’da bir cevap vermiş olması ihtimalini güçlendiriyor. Bölgede Tanf dışındaki ABD askeri ve istihbari noktaları da dönem dönem küçük çaplı iha saldırılarına hedef olurken bu saldırıların Deyrezzor ve çevresindeki İran destekli milis unsurlar veyahut sınırın hemen Irak tarafındaki İran destekli milislerce yapılmış olması hem coğrafi şartlar hem de ABD/İsrail saldırılarında seçilen hedefler bağlamında olasıdır. Çöl bölgesinde halihazırda iki seneden fazla süredir Daeş hücreleriyle savaşan rejim ve İran destekli milisler bu çatışmalarda önemli kayıplar vermekteler. Bu kayıpları bahane göstererek Deyrezzor ve çevresinde her geçen gün daha da fazla konuşlanan ve nüfuzunu arttıran bu unsurlar aynı zamanda ABD ve İsrail için de daha açık hedefler konumuna gelmektedirler. ABD açıklamasında geçen cevabın bu kez Deyrezzor’da ve daha büyük çaplı olması ihtimali güçlenmektedir. Ömer Behram Özdemir [1] https://www.al-monitor.com/originals/2021/10/us-base-syria-hit-suspected-drone-attack , Erişim Tarihi: 21 Ekim 2021. [2] https://www.al-monitor.com/originals/2021/10/us-base-syria-hit-suspected-drone-attack , Erişim Tarihi: 21 Ekim 2021. [3] Magavir el-Savra yetkilileri ise birden fazla iha iddiasını yalanlamaktalar. Bknz: https://twitter.com/PRMgal1/status/1450920479649419268  Buna karşılık İran yanlısı al-Mayadeen ise saldırıda birden fazla iha ve çok sayıda roket kullanıldığını iddia etmekte. Bknz: https://www.almayadeen.net/news/politics/%D9%85%D8%B5%D8%A7%D8%AF%D8%B1-%D9%84%D9%84%D9%85%D9%8A%D8%A7%D8%AF%D9%8A%D9%86%3A-%D8%AA%D8%B9%D8%B1%D8%B6-%D8%A7%D9%84%D9%82%D8%A7%D8%B9%D8%AF%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D8%A3%D9%85%D9%8A%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A9-%D9%81%D9%8A-%D8%A7%D9%84%D8%AA%D9%86%D9%81-%D9%84%D9%82%D8%B5%D9%81-%D8%A8%D9%80-%D8%B7%D8%A7%D8%A6%D8%B1
Esed’den Interpol’e İlk Talep İddiası
Muhalif haber kaynaklarının iddiasına göre Esed rejimi Interpol ile yeniden ilişkiler kurmaya başlamasının hemen ardından kurumdan ilk talebini ses getirecek bir isme tutuklama emri talebiyle gerçekleştirdi. İddiaya göre Esed rejimi Lübnan Kuvvetleri Partisi Lideri Samir Caca ile alakalı Interpol’den bir tutuklama kararı talebinde bulundu.[1] Rejim yetkililerinin hazırladığı tutuklama emrinde Lübnan Kuvvetleri Partisi lideri Caca Lübnan’daki Suriye vatandaşlarına saldırı suçlamasına hedef olurken bu suçlamaya somut örnek olarak Caca’ya bağlı güçlerin Esed rejiminin düzenlediği Cumhurbaşkanlığı seçimi oylaması için Suriye büyükelçiliğine giden Suriyelilere saldırması gösterildi. Caca’nın yüzleştiği diğer suçlamalar ise doğrudan Suriye iç savaşı ile alakalı oldu. “Rejimi alaşağı etmek” amacıyla “terörist örgütler” ile iletişim kurmak, komplolar kurmak, rejim ve ona bağlı güvenlik güçlerinin hedef alınması için “teröristlere” silah kaçakçılığı yoluyla silah ve mali destek sağlamak ve ayrıca “teröristlerin” Suriye’ye giriş ve çıkışlarına aracı olmak suçları Esed rejimi tarafından Caca için düzenlenen tutuklama emrinde yer bulmuştur.[2] Suçlamalara arasında yer alan seçim günü Suriyelilere saldırılması hadisesi öncelikle sosyal medyada başlayan çağrıların ardından Esed destekçilerinin Lübnanlı bazı grupların saldırıları sonucu darp edilmesi şeklinde gerçekleşmişti.  Bu hadise rejim destekçisi Suriyeliler tarafından organize bir saldırı olarak nitelendirilirken Muhalif haber sitesi el-Hal’e göre ise pek çok Lübnanlı Lübnan şehirlerinde Esed rejimini destekleyen sloganlar atılmasını provokatif eylemler olarak görmüştü. Bunun sebebi ise uzun yıllar süren Lübnan İç Savaşı esnası ve sonrasında toplamda 20 seneye yakın bölgede işgalci olarak bulunan Esed rejimi ordusunun bölge halkına karşı işlediği suçlar ve hak ihlallerine dair hatıralar olarak gösterilmekte. Esed rejimi ve müttefiki Hizbullah ile Lübnan İç Savaşı yıllarından bu yana kötü ilişkilere sahip olan Lübnan Maruni siyasi figürlerinin bilhassa Lübnan içerisindeki Suriyelilere karşı hasmane tutumları bilinmekte. Esed rejiminin ülkedeki yıkıcı geçmişi ve Hıristiyan unsurlarla yaşadıklarının üzerine ülke ekonomisinin git gide kötüleşen durumunun beslediği mülteci karşıtı eğilimler eklenince özellikle Esed karşıtlarını hedef alan söz konusu eylem için küçük grupları harekete geçirmek zor olmamıştır. Rejimin Interpol’den Caca ile alakalı bir talebi olduğu iddiası henüz teyit edilmese de bu iddianın ortaya çıkışı zamanlama olarak da tesadüfi değildir. Syrian Observer iddianın zamanlamasını geçen hafta Beyrut’ta gerçekleşen çatışmalar üzerinden okumuştur. Geçen hafta Beyrut’ta gerçekleşen sokak protestoları bir anda Hizbullah ve Emel mensubu göstericilerine ateş açılmasına ve sonucunda can kayıplarının olmasına yol açmıştı. Şii gruplar bölgedeki Hıristiyan unsurları suçlarken hemen bu olay üzerine böylesi bir iddianın dillendirilmesi de tesadüften bağımsız okunabilir. Interpol’ün Esed rejimiyle yeniden işbirliğinin başlamasına yönelik bu hamlesi rejimin meşruiyet sağlama çabalarına büyük katkı sağlarken aynı zamanda rejimin merkezinde olduğu pek çok benzer iddianın da ilerideki günlerde gündeme gelmesine yol açabilir. Ömer Behram Özdemir [1] https://syrianobserver.com/news/70617/syria-asks-interpol-to-arrest-samir-geagea.html , Erişim Tarihi: 20 Ekim 2021. [2] https://syrianobserver.com/news/70617/syria-asks-interpol-to-arrest-samir-geagea.html , Erişim Tarihi: 20 Ekim 2021.
Rıfat Esed’in Dönüşü
Suriye Baas rejiminin bir dönemler iki numarası olan, eski lider Hafız Esed’in kardeşi mevcut rejim lideri Beşar Esed’in amcası Rıfat Esed uzun yılların ardından Beşar Esed’in izniyle Suriye’ye döndü.[1] Habere dair ilk dedikodular rejim yanlısı haber kaynakları vasıtasıyla sızdırılırken Rıfat Esed’in geri dönüşü Suriye’de ikamet eden aile bireyleriyle birlikte yer aldığı fotoların sosyal medya hesaplarından yayınlanması ile teyit edildi.[2] Baas rejiminin Esed ailesi kontrolüne geçtiği 1970li yılların başından 1980lerin ortalarına kadar Hafız Esed’in sağ kolu olarak görev yapan Rıfat Esed o dönem komutası altında olan Saraya el-Difaa birlikleriyle rejimin bir numaralı koruyucusu rolündeydi. Hama katliamındaki katkısıyla onlarca yıldır “Hama Kasabı” olarak nitelen ve savaş suç suçlamalarına maruz kalan Rıfat Esed kardeşi Hafız’a karşı başarısız bir darbe girişimi sebebiyle 1980lerin ikinci yarısında görevlerinden uzaklaştırılarak ülke dışına sürülmüştü. 1990lı yıllarda sembolik bir görev verilen Rıfat Esed böylece bu dönemde rejim ile ilişkilerini tamamen koparmadan sürdürebilmişti. Hafız Esed’in ölümü sonrası iktidarda hak iddia eden ve Beşar Esed’in Baas rejimindeki liderliğini protesto eden Rıfat Esed o günlerden itibaren Fransa’da ikamet etmişti. 2020 yılında Rıfat Esed Fransız yargı makamları tarafından yürütülen soruşturma ve buna müteakip açılan dava sonucu vergi kaçakçılığı ve Suriye kamu fonlarının zimmete geçirilmesi gibi suçlamalardan 4 sene hapis cezası ve mal varlığına el koyulması yönünde hüküm yedi. Esed’in hakkındaki bu hüküm 2021 itibariyle üst mahkemeler tarafından da onaylandı. 84 yaşındaki Rıfat Esed’in hakkındaki karar sebebiyle olası bir “tutuklanma” ihtimalini bertaraf etmek için Suriye’ye döndüğü iddia edilmekte. Hakkındaki hapis cezasının haricinde yüzlerce milyon dolarlık gayrimenkulü ve nakdine el konulması amca Esed’in geri dönüş yolları aramasının yegane sebebi olabilir. Rejim yanlısı medya Beşar Esed’in bu süreçteki rolünü “amcasının olası bir hapis serüvenini geri dönüş izniyle engelleyen” lider olarak vitrine koyarlarken Rıfat Esed’in dönüşünün herhangi bir siyasi çıktısı olmayacağını da belirtmekteler. Hem sağlık sorunları hem de Fransız yargısıyla yaşadığı sorunlar sebebiyle bir süredir geri dönüş için Şam ile temasta olan Rıfat Esed’in sorunsuz bir şekilde Fransa’dan Suriye’ye dönüşü Fransız makamlarının rejim yanlısı ve muhalif unsurlara yaklaşımına dair şüpheleri güçlendirdi. Ceyş’ül İslam eski sözcüsü Islam Alluş’un Fransa’daki tutukluk durumu ve hakkında işkenceye uğradığına dair iddialar göz önüne alınınca yargı yoluyla hapis cezası aldığı kesinleşen Rıfat Esed’in sorunsuz şekilde Fransa’dan ayrılarak Suriye’ye geçebilmesi Fransız yönetiminin Esed ile yakınlaşmak isteyen aktörler arasında olabileceği ihtimalini destekler niteliktedir. Islam Alluş’un akıbeti ve Paris’in Şam ile orta vadede ilişkilerinin izleyeceği rota Rıfat Esed hadisesinin okunmasını da kolaylaştıracaktır.   [1] https://www.middleeasteye.net/news/syria-rifaat-assad-president-allows-exiled-uncle-return , Erişim Tarihi: 10 Ekim 2021. [2] https://twitter.com/ibrahimhamidi/status/1447090765784666114 , Erişim Tarihi: 10 Ekim 2021.
İran Halep’te Kök Salıyor
İran Rusya’ya karşı geride düştüğü nüfuz yarışında 4.Zırhlı Tümen üzerinden yerini tekrar güçlendirmeye çalışırken aynı zamanda askeri tesisler üzerinden de Suriye’deki varlığını tahkim etmenin peşinde. Enab Baladi’ye göre bu stratejide Halep ve kırsalındaki İran askeri üsleri büyük önem taşımakta.[1] Sitenin haberine göre güney Suriye’deki bir kısım birliğini çekerek kuzey konuşlandırmaya başlayan İran bu süreçte bölgedeki askeri üslerinin sayısını da arttırmakta. Bu üslerde İran Devrim Muhafızları unsurlarının yanı sıra Hizbullah ve Harekat Nuceba gibi güçlü İran destekli milis unsurlar da konuşlanmaktadır. Halep’te Halep Uluslararası Havaalanı ve Neyreb Askeri Havaalanı’da güçlü bir askeri varlığa sahip olan Tahran Enab Baladi’nin iddiasına göre şehrin doğu kırsalına doğru bir nüfuz genişletme amacına sahip. Bölgedeki Rus güçlerinin de desteği ile yine Halep’te bulunan Kuveyris Havaalanı’ndaki yol ve pistlerin yenilenmesi Tahran tarafından sağlanırken böylece Kuveyris de İran mevcudiyetinin güçlendirildiği bir üs haline geldi. Lakin pistlerin yenilenmesinde gösterilen işbirliği havaalanındaki sınırların ve rol paylaşımının belirlenmesinde gösterilmedi. Muhalif kaynaklara göre Kuveyris’te  Rus ve İran güçleri arasında rol paylaşımına dair bir mutabakat yok. Bu sebeple de tarafları havaalanı içerisinde bir duvar ayırmakta. Yine aynı kaynaklar duvarın Batı yakasında görev yapan İran unsurlarının bu alanı Harekat Nuceba, Hizbullah ve Fatımiyyun Tugayları milislerince kontrol edilen bir hapishane olarak kullandıklarını iddia etmekte. Duvarın öteki tarafında ise Rus askeri unsurlar ve Rusya destekli Kaplan Güçleri unsurları bulunmakta. Havaalanı halihazırda asli işlevinden ziyade İran’ın milislerine ev sahipliği ve bölgeye intikal eden İran silah ve mühimmatlarına depo vazifesi görmekte. Türk Hava Kuvvetleri’nin 2020’de hedef aldığı bölge o günkü saldırılar sonucu havaalanı vazifesi göremeyecek duruma gelmişti.[2] Son inşa çalışmaları havaalanında kısmi bir düzelme anlamına gelse de hem Rus hem de İranlılar tarafından üs ve depo olarak kullanılmakta. Özellikle Şam ve güneyindeki bölgelerde yaşanan İsrail hava saldırılarının Tahran’ı belli başlı silah ve mühimmatlarını Halep’teki üslere çekmeye zorladığı düşünülmekte. Bu üsler özelinde havaalanları da ilk sırada yer almaktadır. Yine doğu Halep’te Tell Hasel bölgesinde İranlı üst düzey askeri uzmanların Rejim unsurlarının da bulunduğu yeni bir askeri üssün idaresinde bulundukları sitenin iddiaları arasındadır. Halep’te uzun yıllar boyunca rejim adına savaşan İran ve İran destekli milisler şehrin rejim eline geçmesinin ardından da bölgedeki varlıklarını güçlendirmeye devam ediyorlar. Hem başta Yerel Savunma Güçleri milisleri olmak üzere  paramiliter yapılanmalar yoluyla hem de tesisler yoluyla gücünü tahkim eden İran’ın bölgedeki varlığının Türkiye açısından ciddi bir tehdit oluşturduğu ise göz ardı edilemeyecek bir gerçek. Hem Afrin’de hem de İdlib’de son 4 senede çok defa İran destekli milislerle karşı karşıya gelen Ankara aynı zamanda Irak’ta da askeri üslerinin İran destekli unsurlarca tehdit ve tacizlerine maruz kaldı. Bu sebeple Halep’te kökleşen bir İran askeri varlığının orta ve uzun vadede Ankara’nın müdahil olabileceği yeni krizlere yol açması da şaşırtıcı olmayacaktır.   Ömer Behram Özdemir [1] https://english.enabbaladi.net/archives/2021/10/irans-network-of-influence-increasing-at-eastern-aleppo-countrys-airports/ , Erişim Tarihi: 7 Ekim 2021. [2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/tsk-esed-rejiminin-neyrab-askeri-havaalanini-kullanilamaz-hale-getirdi/1750842 , Erişim Tarihi: 6 Ekim 2021.
Soçi’nin Ardından
29 Eylül’de Rusya’nın Soçi kentinde gerçekleşen Putin-Erdoğan zirvesi kamuoyuna yansıyan net beyanlar olmadan sona erdi. Liderlerden Putin görüşmeyi “yararlı ve önemli” olarak ifade ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “verimli” olarak niteledi.[1] Liderler görüşmeye yönelik net sinyaller vermezken diplomatik kanallardan görüşmeye dair daha fazla ifade sızdı. Kremlin sözcüsü Peskov tarafların bu görüşmede “İdlib’deki anlaşmalara dair bağlılıklarını yinelediklerini” vurgularken [2] Middle East Eye’a konuşan  üst düzey Türk yetkililer ise tarafların İdlib’deki statükonun devamına yönelik anlaştıklarını ifade etti.[3] Soçi’ye gelene kadarki süreçte İdlib’de Rus hava saldırıları ve rejim topçuları tacizlerini sıklaştırırken taraflardan karşılıklı açıklamalar gelmişti. Rejim Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad isim vererek Rusya lideri Putin ise “yabancı güçler” ifadesini kullanarak Türkiye’nin Suriye’deki varlığını ülkenin bütünlüğü yolundaki büyük bir engel olarak ifade ederken Ankara ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından Esed rejiminin Türkiye’nin güneyi için tehdit oluşturduğu mesajını duyurdu.[4] Bu açıklamalar ve saldırılar gölgesinde gerçekleşen Soçi zirvesine müteakip ise Rusya hava saldırılarını arttırdı. Rus hava saldırılarının odak noktası M4  otoyolunun güneyi oldu. Bu hedeflere ek olarak İdlib merkeze yakın Maarat Misrin, M4 otoyoluna komşu Cisr eş-Şugur ve kuzeydeki Berişa ve Sarmada yakınlarına da saldırılar gerçekleşti. Buna karşılık TSK da İdlib’in güneyinde Benin köyünde yeni bir askeri üs kurmaya başlarken bölgedeki tahkimatını güçlendirmeye devam etmekte.[5] Bu esnada Rus haber kaynaklarına konuşan rejim yetkilileri İdlib’in yılbaşına kadar rejim kontrolüne geçeceğini ve bu sürecin sadece silah yoluyla olmayacağını artı olarak güney Suriye’dekine benzer şekilde Suriye vatandaşı milislerin[6]  kapsamına gireceği siyasi bir süreç ve mutabakat ile gerçekleşeceğini iddia ettiler.[7] Rejim tarafından gelen bu iddiaya karşılık Türkiye’den de Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Spiegel’e verdiği beyanatlar Ankara’nın rejime yönelik duruşu ve İdlib meselesinde söylem bazında bir değişime gitmediğini göstermekte. Kalın Türkiye’nin Suriye’deki varlığını bir meşru müdafaa meselesi olarak yorumlarken ABD ve Rusya’nın ne kadar hakkı varsa Türkiye’nin de meşru müdafaa hususunda o kadar hakkı olduğunu dile getirdi. Kalın ayrıca rejim ve Rusya tarafından gelen, Türkiye’nin bölgedeki varlığının uluslararası hukuk ihlali anlamına geldiği şeklindeki yorumlara bölgede uluslararası hukuku ihlal eden unsurların rejim ve YPG olduğu şeklindeki ifadesiyle cevap verdi.[8] Bu açıklamaların medyaya yansımasıyla eş zamanlı  olarak TSK’ya ait yeni bir askeri konvoy da Kafr Lusin’den bölgeye giriş yaparak TSK askeri varlığını güçlendirme hamlelerine devam etti. İdlib’in geleceğine dair iddialarda Moskova ile Ankara’nın İdlib’de nihai bir çözüm için anlaştıkları çeşitli kaynaklarca ifade edilmekte. Lakin Türkiye’nin yeni mülteci dalgası ve YPG’nin bölgedeki varlığına dair kırmızı çizgileri göz önüne alındığında Rusya’nın bu konularda taviz vermesi veyahut irade gösterdiği olasılıkta dahi bu zorlukların üzerinden gelebilmesi şu an için oldukça zor gözükmekte. Bu sebeple mevcut Rus-rejim tacizleriyle TSK tahkimatı sürecinin bir süre daha devam edeceği olasıdır. Ömer Behram Özdemir [1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58740673 , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021. [2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kremlin-erdogan-ve-putin-idlibe-yonelik-anlasmalara-bagliliklarini-teyit-etti/2379278 , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021. [3] https://www.middleeasteye.net/news/turkey-russia-work-jet-engines-warships-submarines-erdogan , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021. [4] https://english.enabbaladi.net/archives/2021/09/idlibs-fate-on-the-agenda-of-erdogan-putin-upcoming-sochi-summit/ , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021. [5] https://twitter.com/suriyegundemi_/status/1443567632813154304 [6] Rejim perspektifinden muhalifler [7] https://arabic.sputniknews.com/arab_world/202109301050300514-%D8%AE%D8%A8%D9%8A%D8%B1-%D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A-%D9%84%D9%80%D8%B3%D8%A8%D9%88%D8%AA%D9%86%D9%8A%D9%83-%D9%82%D8%B1%D8%A7%D8%B1-%D8%AA%D8%AD%D8%B1%D9%8A%D8%B1-%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8-%D8%A7%D8%AA%D8%AE%D8%B0-%D9%88%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%B9%D8%B1%D9%83%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D9%82%D8%A7%D8%AF%D9%85%D8%A9-%D8%B9%D9%84%D9%89-%D9%85%D8%B1%D8%A7%D8%AD%D9%84-/ , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021. [8] https://www.spiegel.de/ausland/recep-tayyip-erdogan-chefberater-wir-haben-es-nicht-auf-syrische-erde-abgesehen-a-2f72b0eb-23e6-41e7-80be-7dcf04c8cb76?context=issue , Erişim Tarihi: 1 Ekim 2021.  
Putin-Erdoğan Zirvesi Öncesi Rus Tacizleri ve Ankara’nın YPG Üzerinden Mesajları
Eylül’ün son günlerinde Rusya lideri Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleşecek zirvede ana gündem maddesi İdlib’in geleceği olacak. Bu zirve öncesi taraflardan İdlib’e dair açıklamalar gelirken bir yandan da bölgeyi hedef alan Rus saldırıları yaşanmakta. Saldırılarda dikkat çeken nokta ise sadece İdlib ile sınırlı kalınmaması ve İdlib’e ek olarak Afrin[1] ve Rasulayn’daki[2] muhalif unsurların da hedef alınması oldu. Afrin’de Basilhaya, Basufan[3] ve Barad[4] Rasulayn’da ise el-Dardara köyündeki[5] Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurları Rus hava bombardımanına hedef oldular. İdlib’in aksine doğrudan TSK tarafından kontrol altında bulunan Afrin ve Rasulayn’daki bölgelerin Rus savaş uçaklarınca hedef alınması Moskova’nın Putin-Erdoğan zirvesi öncesi gözdağı olarak okunabilir. Bu tarz diplomatik zirve öncesi tacizler Moskova’nın bölge politikası geleneğine oldukça uygun. Öte yandan Türkiye de bu tacizlere cevabı YPG’nin bulunduğu farklı cephelerde vererek zirve ve sonrasına dair mesajlar verdi. Tel Temir[6] ve Ayn İsa’da YPG mevzileri TSK tarafından hedef alınarak Fırat’ın doğusunun da her an Türkiye tarafından tekrar hedefe konulacağı mesajı net şekilde verildi. Buna ek olarak Afrin ve Halep kırsalında SMO unsurları YPG unsurlarına karşı saldırılarda bulunarak Rus saldırılarına cevabı karada YPG üzerinden vermiş oldu. Kafr Lusin, Eriha ve Cebel Zaviye TSK’nın bölgeye yeni destek güçlerinin mevzilendiği hatlar olarak dikkat çekerken Rusya’nın Afrin-İdlib hattında hava saldırısı düzenlediği bazı noktaların Türk gözlem noktalarına yakın yer olduğu da göz önünde tutulmalı. Moskova’nın TSK unsurlarını taciz eder hedef seçimlerine karşın TSK’nın yeni konvoylarla bölgede mevzilenmesi geri adım atma ihtimalinin şu an için sahada pek sinyale sahip olmadığını gösterdi. 2020’nin ilk aylarında İdlib’de patlak veren yoğun çatışmalarda TSK’nın rejim unsurlarını yoğun hedef aldığı hatırlandığında ve bugün YPG unsurlarının hedef alındığı da düşünüldüğünde Ankara’nın Rusya’nın bölgesel ortağı olarak Esed rejimi ve YPG’yi aynı yerde gördüğü söylenebilir. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un İdlib için Suriye’deki “son terörist karakol” ifadesi kullanması Moskova’nın en azından şimdilik YPG’yi “dost” unsur olarak gördüğünün bir başka dışavurumu oldu. Ankara ise YPG’yi Rusya’nın adını pek anmadan bölgedeki bir numaralı terörist tehdit olarak gördüğünü vurgulamaya devam ediyor. YPG’nin Afrin’in TSK tarafından ele geçirildiği günlerde rejim ile yakın teması ve halen Tel Rıfat’ta Rus ve rejim unsurlarıyla koordineli hareket etmesi YPG-Moskova-Şam ilişki ağını anlamak açısından önemlidir. Putin-Erdoğan zirvesinin sonuçsuz sona erdiği ve çatışmanın alevlendiği bir senaryoda YPG’nin TSK tarafından pek çok noktada hedef alınması ise oldukça muhtemeldir. Putin-Erdoğan görüşmesinin sonuna kadar Rus tacizlerinin ve karşı cevapların devam edeceği beklenilen bir durumdur. Henüz ne Rus ne de Türk tarafından sahada geri adıma yönelik bir mesaj gelmemesi bu taciz ve karşılık sürecinin kanlı geçme ihtimalini güçlendiriyor. Yine de sürecin nereye doğru evrileceği iki liderin zirvesi sonucunda daha net olarak görülebilir. Ömer Behram Özdemir   [1] https://salemreporters.com/russia-launch-a-massive-airstrike-in-southern-afrin-10-people-killed/ , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021. [2] https://twitter.com/QalaatM/status/1442151563171020808 , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021. [3] https://twitter.com/IdlibEn/status/1441703437578686466 , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021. [4] https://twitter.com/putintintin1/status/1442030363749097472 , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021. [5] https://twitter.com/IdlibEn/status/1442150458504720385 , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021. [6] https://twitter.com/IdlibEn/status/1441350714584813571 , Erişim Tarihi: 27 Eylül 2021.