Analiz
Ahrar el Şam’da “darbe girişimi” ve olası senaryolar
Ahrar el Şam’da geçtiğimiz hafta ayyuka çıkan örgüt içi fikir ayrılıkları sonucunda, eski lider Hasan Sufan ve askeri kanadın önde gelen ismi Ebu el Munzir’in başını çektiği kanat ile mevcut lider Cabir Ali Paşa ve ona sadık yöneticiler karşı karşıya geldi. Siyasi liderliğin aldığı görevden alma kararlarını uygulatmayan askeri kanat, ayrıca yaptıkları açıklamalar ile Cabir Ali Paşa ve ekibinin otoritesini adeta tanımadıklarını gösterdi. İki tarafın da geri adım atmaması gerilim dozajının artmasına ve yeni hamlelere yol açtı. Önce Ebu el Munzir’in başını çektiği klik Hasan Sufan’ın yeniden liderliğe geçmesi yönündeki taleplerini bir açıklamayla duyurdu.[1] Hemen ardından da askeri kanatta Cabir Ali Paşa’ya yakın olanlar söz konusu açıklamayı reddettikleri ve mevcut liderliğe destek verdiklerine dair başka bir açıklama yayınladı.[2] Bu iki açıklamanın hemen ardından Ahrar el Şam merkezi komutanlığı tarafından yapılan açıklamada Cabir Ali Paşa’nın emriyle askeri kanadın sorumlusu Ebu el Munzir ve yardımcılarının görevden aldığını duyurdu.[3] Ebu el Munzir haricinde Ebu Suheyb ve Ebu Muhammed Hattab’ın da bulunduğu 5 kumandan daha görevden alındı. Cabir Ali Paşa’nın emriyle ayrıca askeri kanadın yapısının yeniden düzenlenmesi de kararlaştırıldı. Buna göre Cabir Ali Paşa, Ahrar el Şam’ın askeri kanadını altı tugaydan oluşan yeni bir yapı içerisinde öngörmekte. Albay Ebu Arap, Ebu Zubeyr el Gab, Ebubekir el Hamavi, Ebu Süleyman el Zabadani, Ebu Faysal el Ensari ve Ebu el İzz gibi merkeze sadık komutanlar bu tugayların sorumluları olarak atandılar. Ebu Faysal el Ensari aynı zamanda Ebu el Munzir’in yerine askeri kanattaki lider konumuna getirildi. Yeniden yapılandırılan askeri kanat içerisinde var olan fikir ayrılıkları alt grupların “biat”larını da etkilemektedir. Her ne kadar askeri kanadın eski ve güçlü isimleri Cabir Ali Paşa ve yönetimine destek verse de sahada tüm grupların kısa bir süre içerisinde merkezin emirleri doğrultusunda hareket etmesini beklemek pek gerçekçi değil. İdlib’de çok sayıdaki Ahrar el Şam birlikleri Cabir Ali Paşa tarafında konumlanmaya başladı. Bunlara ek olarak İhtiyat Kuvvetleri Tugayına bağlı bir kısım alt gruplar da Cabir Ali Paşa’ya desteklerini ilan ettiler. Bunlar arasında Ebu Ömer Zabadani’nin komutasındaki Rakka Alayı, Ebu Sufyan komutasındaki Dera Taburu, Velid Ebu Hamza liderliğindeki Humus Taburları bulunmaktadır.[4] Ayrıca Ebu Zehra Eriha, Ebu Abdulkerim Eriha ve Şeyh Abdülsettar’ın komutasındaki birlikler ve Ahrar el Şam’a bağlı keskin nişancı ve komando birlikleri de Cabir Ali Paşa yanında yer alıyorlar. Bunlara karşın Hasan Sufan’ın destekçisi olan da çok sayıda Ahrar el Şam birliği bulunmaktadır. Lazkiye ve Halep kırsalındaki Ahrar el Şam unsurlarının ekseriyeti ve Cebel Zaviye’deki Ebu Na’ib komutasındaki Dağ Tugayı unsurları bu çekişmede Hasan Sufan’ın tarafında yer alıyorlar. Cabir Ali Paşa’nın komando birlikleri üzerindeki hakimiyeti gibi Hasan Sufan da Ahrar el Şam özel kuvvetleri üzerinde hakim gözükmektedir.Bazı saha kaynakları Hasan Sufan’ın destekçilerinin sayısal olarak daha güçlü konumda olduklarını iddia etse de, Ahrar el Şam’ın siyasi bürosu bu iddiayı ret ederek Hasan Sufan’a katılanların çok az olduğunu ifade etti. Hasan Sufan ve Ebu el Munzir’in başını çektiği kliğin HTŞ ile işbirliğini güçlendirme tercihine karşın Cabir Ali Paşa ve siyasi liderliğin Ankara ile işbirliğini güçlendirme tercihi iki cenah arasındaki fikir ayrılığının en temel noktalarından birini oluşturmaktadır. Bölgede var olma mücadelesi veren HTŞ’nin yerel aktörler ile kendisinin başat güç olduğu ittifaklar kurmak istemesi beklenilen bir manevra. Lakin HTŞ’nin Ankara ile de ters düşmemek istediği bilinmekte. Ankara ise ne Ahrar el Şam üzerindeki etkisini kaybetmek ne de İdlib’e bir rejim saldırısı beklenirken muhalifler arası bir çatışmaya vakit ve enerji harcamak istemeyecektir. Ahrar el Şam içindeki kliklerin güç mücadelesinin sonucu Türkiye’nin ve kısmen HTŞ’nin hamleleriyle belirlenecektir. Bu bağlamda Ahrar el Şam içerisindeki sorunun çözülmesi zor görünmektedir ve örgütün muhtemelen üç farklı yönde ilerlemesi öngörülmektedir. Birincisi, Ahrar el Şam’ın ikiye bölünmesi ve iki grubun da birbirinden bağımsız olarak Ulusal Özgürleştirme Cephesi’nin bileşeni olarak varlığına devam etmesidir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda Suriye Milli Ordusu’na bağlı Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ndeki en büyük grup Feylak el Şam olcaktır. İkincisi Hasan Sufan’ın başını çektiği ekibin, önceki yıllarda Ahrar el Şam’dan ayrılan Ceyş el Ahrar ile birleşip yeni bir yapı kurmasıdır. Bu durumda ise bu grup Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ndeki en büyük grup olacaktır ve İdlib’te HTŞ’ye karşı nispeten bir denge oluşturabilecek bir kapasiteye erişecektir. Üçüncü ihtimal ise Hasan Sufan’ın başını çektiği grubun Ahrar el Şam’dan ayrılıp, HTŞ ile yeni bir askeri konsey içerisinde bir araya gelmesi olacaktır. Bu durumda ise Türkiye’nin desteklediği Ulusal Özgürleştirme Cephesi önemli oranda zayıflayacak ve HTŞ’nin İdlib’teki hakimiyeti tahkim olacaktır. Ancak, HTŞ’nin bu tarz bir yapıya gitmesi, HTŞ içerisindeki pragmatik ve dogmatik kanatlar arasındaki ayrılığı kuvvetlendirebilir ve örgütten kopmaların yaşanmasına sebebiyet verebilir. Bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda kurulacak olan yeni askeri konseyin terör örgütü olarak tanınmaması mümkündür. Nitekim El-Kaide kadroların HTŞ’den ayrıldıktan sonra Hurras ed-Din bünyesinde HTŞ tarafından elimine edilmesi, ardından HTŞ’den daha radikal olan dogmatik kanadın ayrılması ve geriye kalan pragmatik kanadın Ahrar el Şam’dan önemli bir kesimle birliktelik kurması durumunda, bu yeni birlikteliğe yönelik uluslararası alanda farklı yaklaşımlar çıkabilir. Ne var ki, üçüncü senaryonun gerçekleşmesi durumunda HTŞ’nin bütünlüğünü ve yapısını koruması ve Ahrar el Şam’dan ayrılanları içinde eritmesi ihtimali de olasılık dahilindedir. Ömer Özkizilcik - Ömer Behram Özdemir [1] https://twitter.com/OmerOzkizilcik/status/1318506524877103105 , Erişim Tarihi: 21 Ekim 2020. [2] https://twitter.com/OmerOzkizilcik/status/1318528354996334592 , Erişim Tarihi: 21 Ekim 2020 [3] Ahrar al-Sham leadership struggle | Commander issues “decree” dismissing newly-appointed military commander and deputy of “Military Wing” , syriahr.com , Erişim Tarihi: 21 Ekim 2020. [4] https://twitter.com/syria_map/status/1318551169439072258 , Erişim Tarihi 21 Ekim 2020.  
HRW: Rejim ve Rusya İdlib’de Sivilleri Hedef Alıyor
İdlib bölgesine, yeni bir Rus ve Rejim saldırısı ihtimalinin konuşulduğu bu günlerde, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) İdlib’de son 1 senede Rus ve rejim güçlerince işlenen savaş suçlarını raporlayan bir çalışma yayınladı. "Targeting Life in Idlib" Syrian and Russian Strikes on Civilian Infrastructure” başlığıyla yayınlanan çalışma, Nisan 2019-Mart 2020 arası dönemde İdlib’de  sivillere karşı gerçekleştirilen saldırıları konu aldı.[1] HRW’nin raporuna göre, söz konusu dönemde İdlib ve çevresinde sivilleri hedef alan ve mühimmat olarak misket bombası kullanılan 46 hava ve kara saldırısı gerçekleştirildi. Bu saldırılar ve harici mühimmatların kullanıldığı diğer saldırılarda, HRW’ye göre 1600 sivil yaşamını yitirdi. Büyük kısmı 2020’nin ilk aylarındaki Rus-Rejim ortak saldırısı döneminde olmak üzere son bir senede ikamet ettikleri bölgelerden İdlib’in başka bölgelerine göç edenlerin sayısının  ise 1.4 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Raporlama için saldırılardan etkilenenler ve şahitlerin de bulunduğu 100 sivil ile mülakatlar yapıldı. Çok yönlü bir analiz için saldırılara ait 500’den fazla fotoğraf, çok sayıda video ve uydu görüntüleri ele alınırken tüm raporlama sürecinde, yerel otoriteler sağlık ve arama-kurtarma çalışanları ile Rus ve rejim askeri uzmanlarından destek alındı. HRW’ye göre izleme sürecinde raporlanan saldırılar, İdlib (şehir merkezi), Eriha, Cisr eş-Şugur ve Maarat Numan bölgelerini hedef aldı. Bu saldırılarda 12 sağlık merkezi ve 10 okul zarar görerek faaliyetlerine geçici ve kalıcı olarak son vermek durumunda kaldı. Eriha’daki  tek faal hastane olan eş-Şami Hastanesi, İdlib Merkez Hastanesi, Cisr eş-Şugur Cerrahi Hastanesi, Maarat Numan’da bulunan Selam Hastanesi, Milli Hastane ve Nabd el-Hayat Hastaneleri doğrudan hedef alınırken HRW raporu da bu saldırıların bilançolarını yazılı ve görsel şekilde kayıt altına aldı. Saldırılarda ayrıca 5 Pazar yeri, 4 mülteci kampı, 4 mahalle, 2 iş hanı, kilise, stadyum, hapishane gibi yerler de hedef alındı. HRW raporuna göre saldırıların ekseriyeti rejim güçleri ile muhalif güçlerin çatıştığı cephe hattından oldukça uzakta bulunan yerleşim yerlerine gerçekleşti. Bir başka deyişle bu bölgelerdeki sivilleri ve altyapıyı hedefleyen saldırılar, bilinçli ve askeri amacı olmayan eylemlerdir. Bu saldırılar sadece sivillerin can kaybına yol açmamakta aynı zamanda bölgenin altyapısına da zarar vererek sivil halkın yaşam şartlarını daha da zorlaştırmaktadır. Yoğun bölge içi göçler, gıda ve ilaç temini gibi pek çok sıkıntıya yol açan bu saldırıların yerel sağlık kurumları üzerindeki yıkıcı etkisi Covid-19 pandemisi esnasında bölgenin daha da çaresiz kalmasına yol açtı. Altyapıya dair saldırılar aynı zamanda başka STK’lar ve gözlem kuruluşları tarafından da raporlandı. “Safeguarding Health in Conflict Coalition”a göre, 2019 içerisinde sağlık merkezlerine karşı ülke genelinde 147 saldırı gerçekleşirken bunların yarısından fazlası İdlib’de meydana geldi. Uluslararası Af Örgütü ise son bir senede kuzeybatı Suriye’de okul ve hastaneleri hedef alan 18 saldırıyı rapor etti.[2] HRW raporunun son kısmında ise raporlanan savaş suçlarının sorumluları olarak Rusya ve rejimden şu isimlere yer verildi: “Beşar Esed, Vladimir Putin, Suriye Savunma Bakanı Ali Abdullah Eyüp, Suriye Hava Kuvvetleri Komutanı General Ahmed Ballul, Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Rus Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov ve yardımcısı Sergey Rudskoy.” HRW raporunda işaret edildiği üzere rejim ve Rus saldırıları bölgeyi “yaşamdan uzaklaştırma” ve “insansızlaştırma” hedefini amaçlıyor. Olası yeni bir rejim saldırısında Türkiye ve muhaliflerin direnci bu açından da önem taşımakta. Aksi halde benzer saldırılar bu kez Türkiye içine yönelecek bir mülteci dalgasına yol açacaktır.    Ömer Behram Özdemir   [1] https://www.hrw.org/report/2020/10/15/targeting-life-idlib/syrian-and-russian-strikes-civilian-infrastructure , Erişim Tarihi: 16 Ekim 2020. [2] https://www.hrw.org/report/2020/10/15/targeting-life-idlib/syrian-and-russian-strikes-civilian-infrastructure , Erişim Tarihi: 16 Ekim 2020.
Ahrar’da Gerilim Tırmanıyor: Sufan vs Cabir
Suriye muhalefetinin güçlü yapılarından biri olan, son yıllarda ise hem Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile yaşanan çatışmalar hem de ÖSO unsurlarının SMO çatısı altında yeniden yapılanmasıyla daha geri planda kalan Ahrar el Şam, uzun bir süre sonra iç çekişmelerle gündem oldu. İddiaya göre Ahrar el Şam’ın askeri kanadının mevcut lider kadrosuna yönelik hoşnutsuzlukları saklanmayacak düzeye çıktı. Bu iç çekişmede askeri kanadın önde gelenleri eski lider Hasan Sufan ve Ebu el-Munzir iken karşılarında Cabir Ali Paşa’nın başını çektiği lider kadrosu bulunmakta. Yerel kaynaklara göre,  askeri kanadın ayaklanmasının başlangıcı Ahrar el Şam liderliğince yayınlanan, örgütün Lazkiye bölgesinden sorumlu komutanı Ebu Faris el-Dera’nın görevden alınması kararı oldu.[1] Ebu Faris ise Ebu el-Munzir’in desteğiyle bu kararı uygulamayı kabul etmedi. Askeri kanada göre, Lazkiye bölge sorumlusunun görevden alınmasında Ahrar el Şam liderliği herhangi bir sebebi gerekçe göstermedi. Askeri kanattan yapılan açıklamada, Cabir Ali Paşa ve yardımcılarının yetkilerinin kısıtlanarak Ahrar el Şam’ın “misyonunun ve cihadının” devamının garanti altına alınması talep edildi. Kaynaklara göre, örgüt içi bu ayaklanmanın müsebbibi Ahrar el Şam’ın eski lideri Hasan Sufan.  Sufan’ın mevcut lider kadrosuyla farklı pozisyonda yer alması bir yana askeri kanat içerisinde halen ciddi bir ağırlığı olduğu düşünülmektedir. Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ndeki görevinden 2019 Mayıs’ta herhangi bir sebep göstermeden istifa eden Sufan, saha kaynaklarına göre yakın vadede İdlib’de kurulması muhtemel olan bir askeri konsey yapılanmasında önemli görevler alabilir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi hususunda HTŞ liderliğinin de Sufan ile koordineli şekilde hareket edeceği de iddialar arasında. Hasan Sufan ise hakkındaki “örgüt içi darbe” iddialarını uzun bir açıklama ile yalanlasa da Ahrar el Şam lider kadrosunu “düşüncesizce hamleleri” ile olası bir ortak askeri konsey ihtimaline zarar verdiklerini bu yüzden “radikal önlemlerin” alınmasının zorunluluk olduğu dile getirdi.[2] Bu süreçte HTŞ’ye bağlı gruplarla da işbirliği yapıldığına dair iddialar mevcuttur. İddiaları destekleyecek eylemler de HTŞ tarafından geldi. HTŞ’ye bağlı unsurlar Lazkiye bölgesinde konumlanan Ulusal Özgürleştirme Cephesi’nin komando birliğinin karargahını basarak komutanını gözaltına aldı. Bu hareketin tetikleyicisi eylemin Lazkiye kırsalında Ulusal Özgürleştirme Cephesi’nin ani şekilde yeni kontrol noktaları kurması olduğu iddia edilmektedir. Söz konusu komando birliğinin Rus destekli son rejim saldırısında Esed güçlerine karşı koyduğu direnç göz önüne alındığında, bu hamle Lazkiye kırsalında zaafiyete yol açabilir. Muhalefete yön veren başat bir aktörden askeri ve siyasi kapasitesi darbe yemiş ve küçülmüş bir gruba evrilen Ahrar el Şam’da klikleri içerisindeki usul ve fikir ayrılıkları bir süredir bilinmekteydi. HTŞ ile yakın duranlar ile Ulusal Özgürleştirme Cephesi paydaşlarına yakın olanların arasındaki farklılıkların büyüyerek bir iç çekişmeye yol açması çok şaşırtıcı değil. Bununla birlikte zamanlaması itibariyle İdlib’de beklenen yeni bir Rus destekli rejim saldırısı öncesi olması, sahadaki askeri ittifakların olası büyük çatışma öncesi yeniden inşası çabalarını işaret etmekte. Şimdiye kadar iç çekişmelere harcanan enerji sebebiyle yaşanan askeri kayıplar göz önüne alındığında olası bir rejim harekatı öncesi bu çekişmenin sona erdirilmesi muhalifler açısından önem teşkil etmekte. Yoksa Lazkiye’de yaşanabilecek bir güvenlik zaafiyeti tüm İdlib cephesini etkileyebilir.   Ömer Behram Özdemir   [1] https://syrianobserver.com/EN/news/61145/ahrar-al-sham-military-wing-turns-against-leadership.html , Erişim Tarihi: 13 ekim 2020.   [2]https://twitter.com/Charles_Lister/status/1316023504018436097 , Erişim Tarihi: 13 Ekim 2020.  
Rejim Unsurlarının Zaafları DEAŞ’a Alan Açıyor
DEAŞ’ın Suriye’deki eylemleri artarak devam etmekte. Ağustos ayında son 2 senenin en yüksek saldırı sayısına ulaşan örgüt, Eylül’de çok sayıda eylem gerçekleştirdi. Humus, Rakkai Halep, Hama ve Deyr ez-Zor merkezli 32 saldırı gerçekleştiren DEAŞ’ın bu saldırılarında, 32 rejim yanlısı askeri unsur ve 12 sivil hayatlarını kaybetti.[1] DEAŞ’ın eylemlerine nitelik ve nicelik hususunda odaklanan uzman Gregory Waters Ağustos’ta Humus’a yoğunlaşan örgütün Eylül’de ise Deyr ez-Zor ve Rakka’ya tekrar yöneldiğini dile getirdi. SOHR’un haftalık verilerine göre Ekim ayı da başlangıcı itibariyle saldırılardaki yükseliş trendini devam ettirdi. Ekim’in ilk haftasında SOHR’un verilerine göre çatışmalarda rejim güçlerinin kaybı 41, DEAŞ’ın ise 49.[2] Kırsalda DEAŞ’ın saldırıları rejime yoğun kayıplar verdirdi. Mayadin ile Cebel Bişri-Deyr ez-Zor arası bölgelerde 11 kez rejim güçlerine saldırı düzenleyen DEAŞ’a karşı rejimin direnci ise pek güçlü olmadı. DEAŞ saldırıları sonrası bölgeye intikal eden ve karşı saldırı düzenleyen rejim unsurlarının mayınlar ve kurulan pusulara karşı ciddi kayıplar vermesi bölgede DEAŞ’ın istihbari gücünün rejim güçlerini zor duruma düşürdüğünü göstermektedir. Orta ve doğu Suriye’de DEAŞ’a karşı kırsal alanı kontrol etmek hususunda zorluklar yaşayan rejim güçleri, Suhne’nin güneyindeki Vadi Dubaya bölgesinde uzun süredir etkin bulunan DEAŞ unsurlarına karşı Eylül’ün ilk günlerinde harekete geçmiş ve bölgeden DEAŞ unsurlarını çıkarmıştır. Ama daha önce benzeri örneklerde görüldüğü gibi rejim unsurları harekat sonrası bölgeden çekilince bir kaç gün sonra tekrar DEAŞ, Vadi Dubaya bölgesine yerleşti. DEAŞ saldırılarında rejim güçleri, komuta düzeyinde kayıplar vermeye de devam ediyor. Eylül içerisinde Ulusal Savunma Güçleri (USG) iki bölge komutanını DEAŞ’ın saldırılarında kaybetti. Bu komutanlardan Muhammed Şaban Deyr ez-Zor havaalanının savunmasında dört sene boyunca görev alırken sonraki dönemlerde ise Deyr ez-Zor ve Rakka’daki USG komuta kademesinde yer alan tecrübeli bir rejim unsuruydu.[3] Şaban, sene başından bu yana DEAŞ tarafından öldürülen 21. rejim komutanı oldu. DEAŞ saldırılarında sadece ordu ve USG güçleri değil Liva Kudüs unsurları da hedef alındı. Mayadin’de 13 Eylül’de gerçekleşen DEAŞ pususunda, Liva Kudüs 6 militanını kaybetti. DEAŞ’ın pusular haricinde özellikle kontrol noktası baskınlarıyla can kaybına yol açan saldırılar düzenlediği görülmektedir. Geçtiğimiz ayda Halep ve Rakka’da motosikletli saldırganların gerçekleştirdiği kontrol noktası saldırıları da rapor edildi. Rejim güçlerinin bölgeyi savunmadaki zafiyetleri Hama kırsalında köylülerin kendilerini korumak adına milis güçler kurmalarına yol açtı. Rejime bağlı unsurların insan, silah ve istihbarat kapasitesinin yetersizliği bu sorunda önemli rol oynamaktadır. Bunun haricinde rejim unsurlarının kendi içlerindeki siyasi çekişmeler ve rekabet de DEAŞ’a alan açmakta. Deyr ez-Zor’a sevk edilen 17.Alay’a bağlı birliklerin USG unsurları ile aynı cephede konuşlanmama isteği sebebiyle bölgede rejim unsurları arasında koordinasyon ve işbirliği sıkıntısı baş göstermekte. Alay komutanı Tümgeneral Ghassan Muhammed ile Deyr ez-Zor USG kumandanı Firas Ceham arasındaki siyasi uyuşmazlığın birlikler arasındaki işbirliğine doğrudan etki etmesi, DEAŞ’ın bu bölgede hem askeri hem de “istihbari” olarak nasıl etkin olduğunun cevabı niteliğindedir. Ömer Behram Özdemir [1] Bknz: Gregory Waters, ISIS Redux: The Central Syria Insurgency in September 2020, Counter Extremism Project, Ekim 2020 [2] https://www.syriahr.com/en/187245/ , Erişim Tarihi: 7 Ekim 2020 [3] Bknz: Gregory Waters, ISIS Redux: The Central Syria Insurgency in September 2020, Counter Extremism Project, Ekim 2020
Türk Gözlem Noktaları - Rejim Sponsorluğunda Protestolar Ne Anlama Geliyor?
5 Mart’ta Rusya ile Türkiye arasında mutabakat neticesinde İdlib’te yeni bir ateşkes rejimi inşa edilmişti. Ancak mutabakatın detaylarından, kamuoyuna konuşan yetkililerin açıklamalarından ve sahadaki fiili durumdan da anlaşılacağı üzere İdlib’te sağlanan mutabakat, kalıcı ateşkesi öngörmüyordu. Keza 5 Mart’ın ardından rejimin kara saldırıları devam ederken Rusya’da zaman zaman hava saldırıları icra ederek İdlib’teki tansiyonu hep yüksek tutma gayreti içerisinde oldu. İdlib’teki tansiyonu yüksek tutmanın yöntemlerinden biri olarak da Rusya, İran ve rejim üçlüsü, Türk gözlem üslerini protesto ettirme yolunu seçti. Bu yöntem aynı zamanda müzakerelerde Türkiye’nin gözlem noktalarından çekilmesini istemenin bir başka yolu olarak işlev gördü. Konunun tüm ilgilileri tarafından bilindiği üzere Rusya’nın onayı ya da bilgisi olmadan rejimin adım atabilmesi mümkün değil. Bu kapsamda geçtiğimiz Eylül ayında Ankara’da gerçekleştirilen müzakerelerde Rus heyet Türkiye’nin gözlem noktalarından çekilmesini talep etti ancak Türk tarafı bu teklifi tümüyle reddetti. Bu bakımdan daha önce rejimin organize ettiği ancak TSK’nın ‘polisiye’ yöntemlerle bertaraf ettiği protesto kılıfındaki saldırılar akamete uğradı. Eylül’de başarısız olan görüşmelerin ardından 6 Ekim’de Maar Hitat’taki TSK gözlem noktasına saldırı ve protesto gösterileri henüz tansiyonu yükselmiş bir şiddet sarmalına dönüşmüş değil. Maar Hitat’taki gözlem noktasına gelen sivil görünümlü protestocuların muhaberat elemanlarını da içerdiği ve çoğunlukla Baas partisi üyeleri olduğu yerel kaynaklar tarafından dile getirilmekte. Bunun yanında rejim destekli milis örgütlenmelerin de sivil kıyafetlerle bölgeye intikal ettirildiği değerlendirilmekte. Bu noktada ciddi riskler de mevcut, nitekim göstericiler sivil kıyafetlerle alana gelse de ne denli ‘sivil’ oldukları tartışmaya oldukça açık. Akıldan hiç çıkarmamak adına, 7’si Astana süreci esnasında mutabakatına varılan 12 gözlem noktasından olmak üzere toplam 13 TSK gözlem noktası rejimin kontrol ettiği bölgeler içerisinde ‘askeri’ manada kuşatma altında. Türkiye her ne kadar Rusya ile yürüttüğü görüşmeler neticesinde gözlem noktalarına kara erişimi sağlasa da Rusya’nın İdlib’ten TSK’yı tamamen çıkarma hedefi ortada. Rusya’nın bunun için vakti olduğunu da görebiliyoruz. Türkiye’yi her geçen gün zorlayarak, önce İdlib’ten ardından da tüm Suriye’den çıkarma fikri hep gündemlerinde. Ancak bunun zorlu bir süreç olduğu aşikar, nitekim son İdlib savaşı ve Bahar Kalkanı Harekatı da bunun bir göstergesi oldu. Türkiye, son olarak Ukrayna’dan S-125 hava savunma sistemleri alarak Libya & Suriye gibi Rusya ile karşı karşıya kaldığı alanlarda hava savunma kapasitesini arttırma eğiliminde ve İdlib’e gerçekleştirilen askeri sevkiyatlar, Türkiye’nin Suriye’den bu aşamada çıkmaya niyetinin olmadığının açık bir göstergesi.Kutluhan Görücü
Suveyde’ deki Olaylar ve Dürziler’in Geleceği
Suriye’nin güneyinde ara ara parlayan rejim yanlısı unsurlar arası iç çatışma, salı sabahı alışıla gelmişten daha kanlı sonuçlandı. Suveyde kırsalında bulunan Kurayya kasabası ve Muceymer köyünde Rusya destekli 5. Kolordu 8.Alay’a bağlı unsurlar ile yerel milisler arasındaki çatışmada 14’ü yerel milislerden olmak üzere 20’nin üzerinde ölü 60’ın üzerinde de yaralı olduğu yerel kaynaklarca rapor edildi.[1] Yerel milis unsurları içerisinde Kuvat el-Fahd, Ketaib Humat el-Diyar, Liva el-Cebel ve Rical el-Karama gibi gruplar çatışmaya taraf olurken bölgedeki YSG güçleri de bu yerel unsurlara destek çıktılar. Yerel kaynaklar, çatışmaya giden süreci 8.Alay’a bağlı unsurların bölgedeki sivillere karşı bir süredir devam eden saldırgan tutumlarının neden olduğunu bildirmektedir.[2] 8.Alay’a bağlı unsurların bölgedeki çiftçilere ateş açtığna dair iddialar da mevuttur. Sabah saatlerinde 8.Alay’a bağlı unsurlar Kurayya kasabasına batıdan girip, şehir merkezine havan toplarıyla saldırması çatışmalar başladı. 8.Alay’ın hamlesine müteakip ilk etapta Kuvat el-Fahd’a bağlı milislerin kasabaya intikali sonrası çatışmalar şiddetlendi.  Bölgedeki diğer köy ve mevkilere sıçrayan çatışmalarda yerel milisler 8.Alay’dan Menah, Dilafe ve Buyut el-Bevd köylerini ele geçirdi.[3] 8.Alay’ın füze saldırısı sonrası bazı köylerde siviller yaralandı. Her iki tarafın verdiği ciddi kayıpların ardından çatışma sona erdi. Yerel milislerin cenazeleri Dürzilerin yoğun protesto gösterileriyle toprağa verildi. Gerilimin sona ermesi ve yeniden parlamaması için rejim ordusuna bağlı başka birliklerin Suveyde ile Kurayya arasındaki bölgede çok sayıda kontrol noktası kurduğuna dair de yeni raporlar bulunmaktadır. Filistin Dürzi toplumunun önde gelen isimlerinden Şeyh Muvafak Tarif, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikhail Bogdanov’a Rusya’nın taraflar arasındaki çatışma ortamına müdahale ederek ateşkes için arabulucu olması çağrısında bulundu. Bogdanov’un bu çağrıya cevabı da Suriye’deki Rus güçleri ile temasa geçerek ateşkes için uğraşacağı taahhüdü oldu. Savaşın başından bu yana kısmen otonom sayılabilecek bir pozisyon alan Dürziler rejim ordusu ve istihbaratı ile hukuksuz gözaltılar, adam kaçırma hadiseleri ve Dürzi gençlerin zorunlu olarak silah altına alınması gibi konular sebebiyle dönem dönem ters düştüler. Dürzilerin silahlı muhalefete karşı koydukları mesafe rejimin bölgeye karşı hamlelerinin daha yumuşak olmasına yol açtı. Fakat son dönemde rejim yanlısı silahlı unsurlar arasındaki İran-Rusya rekabeti Dürzilerin yaşadıkları bölgelerde cereyan etmeye başladı. Bu gerilimden Şam rejimi ve İran’ın faydalanması ise hem Rusya hem de İsrail için Şam ve Tahran ile yakınlaşmaya başlayan Dürziler anlamına gelecek ki bilhassa İsrail için bu gelişme endişe verici olabilir.   Ömer Behram Özdemir   [1] https://npasyria.com/en/47495/ , Erişim Tarihi: 30 Eylül 2020. [2] https://syrianobserver.com/EN/news/60841/casualties-injuries-due-to-armed-attack-in-syrias-suweida.html , Erişim Tarihi: 30 Eylül 2020   [3] https://turkish.aawsat.com/home/article/2540156/suveyda-halk%C4%B1ndan-%C5%9Fam-ve-moskovaya-sert-tepki , Erişim Tarihi: 30 Eylül 2020.
İhab Mahluf Rami Mahluf’un İkamesi mi?
Beşar Esed ile Rami Mahluf arasında son bir sene içerisinde sürekli artan gerilim, rejimin Rami Mahluf’a ait pek çok varlığa el koyması ve yüklü para cezaları vermesiyle sonuçlandı. Nusayri toplumu içerisinde önemli bir yere sahip olan Rami Mahluf’un doğrudan rejim ile karşı karşıya gelmesi ve bu sürecin sonunda bedel ödemesi rejimin kendi çekirdek kitlesinden orta vadede güven kaybı yaşaması ihtimalini ortaya çıkardı. Bu ihtimale karşı hem Esed hem de Mahluf tarafından çözüme yönelik bir kısım hamleler geldi. Temmuz’dan bu yana Rami Mahluf sosyal medyada rejimin kendisine yönelik yaptırımlarına dair demeç ve paylaşımlarına ara verdi. Beşar Esed ise Ağustos’un son günlerinde kendisinin de memleketi olan Kardaha’ya beklenmeyen bir ziyarette bulundu. Bu ziyaretin amacının Esed’in Rami Mahluf ile yaşadığı sorunların “Mahluf ailesi - Esed ilişkilerini” etkilemeyeceğini göstermek olduğuna dair yorumlar yapıldı.[1] Aynı günlerde Rami Mahluf’un kardeş İhab Mahluf gümrüklerdeki duty-free işletmelerinin sözleşmeleri için rejimden onay aldı. Haziran ayında Rami Mahluf’un Cdeyde Yabus, Nasib, Bab’ül Hava sınır kapıları, Tartus ve Lazkiye limanları, Şam, Halep ve Lazkiye havaalanlarındaki duty-free sözleşmelerini iptal eden rejim Rami’nin kardeşi İhab’a sadakatinden dolayı yapıcı yaklaştı.[2] Böylece hem Rami Mahluf’a sadakatsizliğin bedeli ödetilirken hem de Nusayri kitlede ciddi desteğe sahip Mahluf ailesiyle rejimin bir problemi olmadığı iş birliği üzerinden de teyit edildi. İhab’ın ağabeyi ile rejim arasındaki ihtilaf döneminde Syriatel’deki başkan yardımcılığı görevinden istifa etmesi ve sebep olarak Rami’nin krize yaklaşımını göstermesi, İhab’ın Rami’den doğacak boşluğa henüz kriz esnasında aday olma niyetini göstermektedir. Sosyal medya hesaplarından da kriz boyunca Beşar Esed lehine paylaşımlar yapan İhab “yeryüzünün tüm para ve şirketleri dahi başkanımız Beşar Esed’e olan sadakatimi etkileyemez” açıklamasıyla sadece Esed’e değil kamuoyuna da ortada aileler arası bir husumet olmadığını gösterdi.[3] Mahluf ailesinin gümrük işletmelerindeki varlıklarının yönetiminde Kuveytli iş bağlantılarının da etkisiyle önemli bir yere sahip olan İhab, bu açıdan da kendisine verilen duty-free sözleşmelerinde var olan düzenin devamını sağlayacaktır. Mahluf ailesinin büyüğü baba Muhammed Mahluf’un ölümü sonrası Rami’nin de rejim ile ters düştüğü bu dönemde İhab’ın sivrilmesi kısa vadede istenilen sulh imajını verebilir. Bununla birlikte Rami başta olmak üzere Mahluf ailesinin diğer üyelerinin ilerleyen süreçteki hamleleri, ailenin siyasi ve ekonomik kapasitesine kalıcı etkiler verebilir. Rami Mahluf her ne kadar şu an zayıf ve sindirilmiş gibi gözükse de güvenlik şirketleri ve milisleriyle rejim için halen önemli figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Rejimin güvenliğinin en önemli parçalarından biri ordu haricindeki askeri yapılanmalar iken Rami Mahluf sessiz ve gölgede kalsa bile yine de güçlü bir aktör olarak var olmaya devam edebilir. Zira, İhab’ın gümrüklerde tecrübesi olmasına karşın Mahluf ailesinin ekonomik ve siyasi gücünü yönetmeye yetecek tecrübe ve kalibreye sahip olup olmadığına dair ciddi şüpheler var. Rami Mahluf gibi güçlü bir aktör sonrası açılacak boşluk İhab’ın doldurması için fazla büyük olabilir.   Ömer Behram Özdemir   [1] https://syrianobserver.com/EN/features/60193/did-assads-visit-to-al-qardahah-patch-things-up-with-the-makhloufs.html , Erişim Tarihi: 24 Eylül 2020 [2] https://syrianobserver.com/EN/news/60054/assad-grants-duty-free-contracts-to-rami-makhloufs-brother.html , Erişim Tarihi: 24 Eylül 2020 [3] https://english.enabbaladi.net/archives/2020/09/will-ihab-makhlouf-save-his-familys-economic-empire-in-syria/ , Erişim Tarihi: 24 Eylül 2020
Şam’da Yeniden Akaryakıt Krizi Patlak Verdi
Ekonomik olarak zor günler geçiren Suriye’de bir kez daha petrol sıkıntısı ayyuka çıkmış durumda. Yerel medyanın ve aktivistlerin paylaştıkları çok sayıda rapor ve görsele göre başkentteki akaryakıt kuyrukları yüzlerce metreye ulaşmakta.[1] Rejimden krize yönelik ilk açıklamalar ABD’nin yaptırım politikalarını suçlama odaklı olarak gerçekleşti. Beşar Esed krizin kendilerine düşman olan ülkelerin Suriye’ye karşı uyguladıkları yaptırımların bir sonucu olduğunu vurguladı. Petrol Bakanı Bessam Taame ise rejimin televizyonlarına yaptığı açıklamada petrol sıkıntısından ötürü Amerikan yaptırımlarını suçlayarak “Amerikan kuşatması ve bundan sebepli ithalat engelleri yüzünden piyasaya petrol arzını %35 oranında düşürdüklerini” dile getirdi.[2] Buna karşın rejim yanlısı el-Vatan gazetesi petrol arzında dair kesintilerin başlangıcı olarak İran’dan Suriye’ye gelen kredilerin İran tarafından kesilmesini gösterdi. Krizin müsebbibine dair tartışmalar bir yana mevcut kriz ortamı seçimlerde rejim içerisindeki yerlerini daha da sağlamlaştıran savaş ağaları ve onlara bağlı milis yapıların ekmeğine yağ sürmekte. Rüşvet ve kaçakçılık ile ünlenen bu yapıların petrol sıkıntısında mevcut konumlarını daha da güçlendirmeleri oldukça muhtemel. Buna ek olarak her geçen gün sosyo-ekonomik olarak direnci test edilen sivillerin de bireysel ya da kitlesel olarak patlama düzeyinde tepkiler vermeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Şam dışında Lazkiye ve Humus’ta da büyük petrol arzı sıkıntısı yaşanırken litresi 250 ile 475 Suriye lirası civarında olan benzin için karaborsada 1600 Suriye lirası seviyeleri görülmekte.[3] Şam’da şahsi araçlara 5 gün için 20 litre, ticari taksiler için ise 2 gün için 20 litrelik benzin kullanım kotaları konulmuş durumda.[4] Kısıtlı yakıt için saatlerce beklenilen kuyruklar bazı bölgelerde siviller arasında kavgalara dönüşmekte. Öyle ki Hama’da bir benzin istasyonunda çıkan kavgada silahla vurulma sonucu bir sivil hayatını kaybederken Süveyde’de de üç sivilin yine ateşli silahlarlar yaralandığı bir kavga meydana geldi.[5] Bu gibi kavgaların artması ve can kayıpları yaşanması hadiseleri arttıkça kavgaların tarafları içerisinde milisler ya da aşiretlerden kişilerin bulunması durumunda saman alevi gibi parlayıp bir anda küçük çaplı çatışmalara evrilme olasılığı yüksek. Krizin en kısa sürede ateşinin söndürülmesi en azından başkent Şam’da yaşamın normale dönmesi için gerekli. İran’a dair rejim medyasında yayınlanan yorumlara bakılınca krize karşı dış desteğin Rusya merkezli olması ihtimal dahilinde. Rusya, İran ile bölgedeki rekabetinde bir adım daha öne geçmek için bu krizi kullanmak isteyebilir. Öte yandan rejimin petrol tesislerinin kapasitelerindeki beklenen artışlar da krizin hafiflemesi için Şam’a fayda sağlayacaktır. Petrol bakanı Taame, mevcut krizin şartlarının ağırlaşmasında Banyas rafinerisindeki bakım çalışmalarının da etkili olduğunu dile getirirken çalışmaların önümüzdeki günlerde tamamlanacağını ve arzın %25 oranında artmasını beklediklerini sözlerine ekledi.[6] Önemli petrol kuyuları ve tesislerini YPG’ye kaptıran rejimin elindeki tesisleri tam kapasite ile kullanamaması sadece krizin sebeplerinden biri değil. Aynı zamanda rejimin mali kapasitesinin de ne derece kırılgan olduğunun da kanıtıdır.   Ömer Behram Özdemir   [1] https://www.middleeastmonitor.com/20200909-syria-damascus-struggles-with-another-fuel-shortage/ , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.   [2] https://eaworldview.com/2020/09/assad-regime-admits-fuel-crisis/ , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.   [3] https://twitter.com/nawaroliver/status/1306285494595092481?s=21 , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.   [4] https://diyaruna.com/en_GB/articles/cnmi_di/features/2020/09/16/feature-03 , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.   [5] https://www.syriahr.com/en/184241/ , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.   [6] https://cyprus-mail.com/2020/09/17/syria-says-u-s-sanctions-behind-acute-fuel-crisis/ , Erişim Tarihi: 18 Eylül 2020.  
Rejim Güçlerinin İşlediği Suçlar BM Raporunda
BM Suriye Araştırma Komisyonu tarafından yayınlanan ve Suriye’deki silahlı aktörlerin sivillere karşı hukuksuz uygulamaları konu alan 25 sayfalık raporda, savaşın tüm taraflarının işlediği çeşitli cürümler yer alırken yine en büyük payı rejim güçlerinin işlediği suçlar aldı.[1] Hukuksuz gözaltılar, işkenceler, tecavüz ve darp en fazla göze çarpan suçlamalar arasında. BM İnsan Hakları Konseyi’ne sunulmak üzere hazırlanan rapor, 11 Ocak-1 Temmuz 2020 tarihleri arasında sahada elde edilen bilgi ve gözlemlere dayanmaktadır. Hukuksuz gözaltı ve alıkoyma fiillerinde Dera, Humus, Rif Şam, Suveyde ve Kuneytra bölgeleri ön plana çıkarken fail olarak polis güçlerinin yanı sıra Askeri İstihbarat ve Askeri Polis’in varlığı dikkati çekmektedir. Hukuksuzca gözaltına alınan, alıkonulan ve kendilerinden haber alınamayan sayıları en az 44 olan Suriyelinin içerisinde insani yardım çalışanları, aktivistler ile rejimle tekrar birleşme anlaşmalarına taraf  olan Deralı bazı eski muhalifler bulunmaktadır. Suveyde’de hayat şartlarının protesto edildiği gösteriler esnasında Askeri Polis tarafından gözaltına alınan 15 sivile ilk etapta aileler ve avukatlar tarafından ulaşılamaması hayatlarına dair endişeleri arttırırken yerel unsurların talep ve baskıları sonucu bu siviller daha sonra serbest bırakılmıştır. Aynı döneminde 13 yeni işkence vakası  teyit edilerek raporlandı. Aralarında senelerdir işkence gören mağdurların da olduğu bu 13 kişi, Halep, Abasin, Harasta, Mezze, Kabun, Tartus ve Sednaya’daki hapishaneler ve istihbarat merkezlerinde işkenceye maruz kaldı. Mağdurlarla gerçekleştirilen mülakatlarda hem kadın hem de erkek esirlere yönelik tecavüzler olduğu da belirlendi. Esirlerin tutulduğu merkezlerin gayri insani şartlarının yer aldığı raporda, mağdurlar kendi tecrübelerini komisyona anlattı. Buna göre Hava Kuvvetleri İstihbaratı 227.No’lu şubede 2 metrekarelik hücrelerde, Sednaya hapishanesinde ise 1 buçuk metrekarelik hücrelere esirler balık istifi şeklinde tıkılmaktalar.  Esirlere, yastık yorgan gibi eşyalar verilmediği gibi hücre tuvaletlerinde sular bilinçli şekilde kesilerek esirlerin sağlık dışı bir ortamda vakit geçirmeleri sağlanmaktafır. Buna ek olarak günlük bir dilim ekmek ve dört adet zeytini içeren esir yemeği ile zaten hukuksuz şekilde hapsedilen esirlerin insani şartlarda beslenmeleri de engellenmektedir. Sağlıksız koşullar ve işkencelerin neden olduğu gözaltında ölüm hadiseleri de bu raporlama dönemi içerisinde devam etmiştir. Bu süreçte komisyonunu raporladığı 19 yeni ölüm bulunmaktadır. Akrabaları gözaltında ölen mağdur aileler ile yapılan mülakatlar sonucunda söz konusu ölüm vakalarının ekseriyetinde ailelere çocuklarının öldüğüne dair resmi bir yazı ve sadece sözlü olarak ölüm sebebine dair bilgi verildiği rapor edilmiştir. Yine pek çok mağdurun cesetleri ailelerine verilmemektedir. Ailelere verilen cesetlerde ise işkenceye dair çeşitli izlere rastlanıldığı rapor edilmiştir. Bu suçlamaların haricinde rejime bağlı güvenlik güçlerine yöneltilen bir başka itham ise yolsuzluk ve sivillerin daha önceleri yaşadıkları bölgelere dönmelerinin engellenmesidir. Rapora göre, Madaya, Rif Şam, Guta, Maharde, Sukaylebiye ve Dera’da güvenlik güçleri ve istihbarat unsurlarının hakimiyetindeki kontrol noktaları vatandaşın temel gıda ve ilaç malzemelerine doğrudan ulaşmalarını engellemektedir. Bu malzemelere ulaşmak isteyen ya da sadece kontrol noktasını geçerek bölgeden geçmek isteyen vatandaşların rüşvet vermeye zorlandıkları raporda yer alan iddialar arasındadır. Deraya, Kabun, Cobar ve Yermük’te ise kontrol noktalarındaki güçlerin o bölgelerde çatışmalar öncesi ikamet eden sivillerin evlerine geri dönmelerini engelledikleri de kontrol noktalarında yaşanan sorunlar ile alakalı diğer bir tespittir. BM Suriye Araştırma Komisyonunun raporları rejimin uyguladığı baskı politikasının hız kesmeden devam ettiğini göstermektedir. Her geçen gün yeni yıkımlar yaşayan ekonominin toplum tabanına uyguladığı baskı ve ülke güvenlik güçlerinin çok parçalı yapısı ise hayatta kalmak, temel ihtiyaç malzemeleri ve hizmetlere ulaşmak hususunda rüşvet başta olmak üzere illegal yolların kullanımının daha da artacağı yönünde. Ömer Behram Özdemir [1] https://www.ohchr.org/EN/HRBodies/HRC/Pages/NewsDetail.aspx?NewsID=26237&LangID=E , Erişim Tarihi: 15 Eylül 2020.
Suriye’de ekonomik kriz gün geçtikçe derinleşiyor
Suriye ekonomisi büyük yıkımdan kurtulup ayakta kalmaya çalışırken ekonominin mevcut hali sebebiyle milyonlarca Suriyeli temel gıda malzemelerine ulaşmakta güçlük çekmekte. Dünya Gıda Programı’nın Ağustos’ta duyurduğu verilere göre 9.3 milyon Suriyeli açlık tehdidi altında yaşarken 2.2 milyon Suriyeli de aynı duruma düşmenin eşiğinde. %80’i aşırı yoksulluk şartlarında yşamayı sürdüren Suriyelilerin gıda teminini kolaylaştırmak adına rejim tarafından 2017’de kurulan Suriye Ticaret Kurumu beklentileri karşılayamadı. Temel gıda ve ihtiyaç malzemelerini uygun fiyatlarla kendi reyonlarında satarak hem vatandaşa ulaştırmak hem de yüksek fiyatları kırmak amacındaki[1] Suriye Ticaret Kurumu dahi geçtiğimiz aylarda ofislerinin reyonlarını dolduracak miktarda gıdaya ulaşmakta zorluk çekti.[2] Yaşanan kur krizi sonrası şeker, buğday ve pirinç gibi temel gıda malzemelerinin ithalatında hem kamu hem de özel sektör sıkıntılar yaşadı. Talebin çok uzağındaki kısıtlı arzın sonucu yüksek enflasyon olurken şeker, yağ gibi ürünler bir önceki senenin aynı dönemine kıyasla %350 zamlandı. Aynı zamanda sebze, meyve, ekmek gibi ürünlerde de %100’ün üzerinde fiyat artışı gözlemlendi. Yaşanan ekonomik krizin ortaya çıkardığı hayat pahalılığı rejimin kaleleri olarak gördüğü bölgelerde dahi tepkilerin yükselmesine neden oldu. Rejim yanlısı pek çok sosyal medya hesabı ve sayfalarında vatandaşların gıda fiyatları, gıda temini ve su, elektrik, gaz gibi alt yapı hizmetlerindeki sürekli kesintilere tepkileri her geçen gün artmakta. Rejim ordusunda görevli Yarbay Maan Eissa sosyal medyada askerlere verilen yemeklerin kalitesiyle alakalı sitem içeren bir paylaşımda bulundu ve kısa süre sonra paylaşımı sebebiyle göz altına alındı.[3] DEAŞ’ın uzun süren kuşatması esnasında Kuveyris Üssü’nde görev yapan ve bu yüzden rejim yanlıları arasında iyi bir şöhrete sahip olan Eissa, kendisi ve askerlerinin “ülkeleri için her şeylerini verirken çürümüş idarecilerin kendilerine böceklerin yiyebileceği yemekleri layık gördüklerini” dile getirirken aslında rejim askeri unsurlarının da mevcut krizi en yakından hissettiklerini gösterdi. Parlamento seçimleri ve kabinede bazı mevkilerin değişimleriyle toplum tepkisini dindirmeye çalışan rejimin bu hamleleri şimdilik istenilen sonucu almaktan uzak görünüyor. Mevcut kriz ortamı temel gıda malzemeleri için dahi karaborsanın oluşmasına yol açıyor. Bu durum da savaş ağaları gibi mafyatik yapıların krizden rant elde etmesi için uygun bir zemin hazırlamakta. Parlamentoya çok sayıda milis güç komutanı ve sponsorlarının (bir başka deyişle savaş ağalarının) girdiği dönemde bu unsurlar ve örgütlerinin maddi kazançlarını arttırması buna karşılık sokaktaki insanın ve rejimin bel kemiği güvenlik unsurlarının her geçen gün sefalete batmaları uzun vadede rejim içi gerginliklerin çatışmaya dönüşmesine yol açabilir. Kontrolden çıkan Covid-19 pandemi dalgası üzerine bir de askerlerin yaşam şartlarının git gide kötüleşmesi rejimin İdlib başta olmak üzere ülke içerisinde kısa vadede ciddi bir askeri harekat yapmasının önünde engel teşkil edebilir.     Ömer Behram Özdemir   [1] http://sana.sy/tr/?p=213087 , Erişim Tarihi: 8 Eylül 2020. [2] https://syriadirect.org/news/damascus-struggles-to-import-food-as-syrians-go-hungry/ , Erişim Tarihi: 8 Eylül 2020. [3] https://twitter.com/putintintin1/status/1296405398950490114 , Erişim Tarihi: 7 Eylül 2020.