Analiz
YPG’nin İki Yüzü: ABD ve Rusya Desteği Üzerinden YPG/PKK’yi Kavramak Furkan Halit Yolcu
YPG’nin İki Yüzü: ABD ve Rusya Desteği Üzerinden YPG/PKK’yi Kavramak
Suriye’de, YPG/PKK üzerindeki ABD ve Rusya etkisi/kontrolü Fırat Nehri’nin sınır kabul edildiği Doğu (ABD) ve Batı (Rusya) bölgelerine paylaştırılan bir yapıya sahip.[i] Devletlerarası rekabet sebebiyle iki devlet de fırsatlar ve uygun şartlar ortaya çıktığında bu sınırın ötesine geçmeye çalışıyor. Bu rekabetin sonucunda ABD Menbiç’in DAEŞ teröründen temizlenmesi üzerinden kendi desteklediği SDG (Suriye Demokratik Güçleri [YPG/PKK’nin Suriye üst çatısı]) militanlarını bu vilayete yerleştirdi. Bu sayede Fırat’ın batısında da etki sahibi oldu ve Rusya’nın etki alanına nüfuz etme potansiyeli geliştirdi. Rusya ise Deyr ez-Zor’un DAEŞ teröründen temizlenmesine yönelik operasyonda rejime çok önemli bir destek vererek SDG militanlarının ve dolayısıyla ABD’nin bu önemli petrol yataklarına sahip bölgede nüfuz sahibi olmasını engellemeyi amaçladı. Ancak güncel durumda Deyr ez-Zor’da bulunan petrol yataklarını kontrol eden ABD ve onun desteklediği SDG bu doğu-batı şeklinde de okuyabileceğimiz güç mücadelesini kendi lehlerine çevirmiş durumda.
Zeytin Dalı Harekâtı ile doğrudan ABD desteğinden ziyade daha çok Rusya’ya yakın olan Afrin YPG/PKK’sı bu bölgeden çekildi. Peki, bir yanda ABD’nin yoğun hava desteği ile koruduğu ve sistematik olarak Pentagon vasıtası ile beslediği YPG/PKK görüntüsü varken, Rusya neden Afrin’de YPG/PKK’ya destek olmadı? Bu durumun temel sebebi ABD ve Rusya’nın farklılaşan Kuzey Suriye politikasıdır. Kuzey Suriye’de “alan kaybetmeme” parolası ile hareket eden Rusya için Afrin’de YPG/PKK’dansa Türkiye’nin olması, ABD’ye karşı daha kalıcı bir yapı oluşması adına oldukça olumlu bir gelişme olarak nitelenebilir.
YPG/PKK’nın Fırat’ın Batısında ve Doğusundaki Askeri Kapasitesi
Fırat’ın iki yakasında oluşan bu mikro güç dengesi ve devam eden mücadele, YPG/PKK’nın nehrin iki yakasında sahip olduğu ve kullandığı askeri teçhizatı da doğrudan etkiliyor. YPG/PKK’nın askeri teçhizat envanterine yönelik araştırmalarda, Fırat’ın doğusu ve batısı arasında bir ayrıma gidilmediği için YPG/PKK’ya gönderilen her teçhizatın Afrin’de ya da Fırat’ın batısında kullanılacağı yanılgısı oluşabiliyor. Nehrin iki yakası arasında Rus ve ABD desteği üzerinden yapılacak olan bu ayrım, YPG/PKK’nın Afrin’de, Fırat’ın doğusunda ve Menbiç’te olduğu kadar donanımlı ve modern teçhizata sahip olmadığını dolayısıyla daha güçsüz ve kırılgan olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
YPG/PKK’nin Fırat’ın iki yakasındaki askeri kabiliyetini pratiğe dönüştürmek için teçhizat bazlı bir karşılaştırma yapıldığında:
Tablo 1 Fırat’ın İki Yakasında İki Farklı YPG/PKK Askeri Postürü[ii]
Teçhizat Tipi ve Dengesi
Fırat’ın Batısındaki YPG/PKK
Fırat’ın Doğusundaki YPG/PKK
Yaygın Güdümlü Anti-Tank Sistemi
9K113 Konkurs (Rekabet) [Rus Menşeili]
9K113 Konkurs [Rus Menşeili, Pentagon Desteği]; BGM-71 TOW (Tüp Fırlatımlı, Optik Nişanlayıcılı, Kablo Güdümlü) [ABD Menşeili]
Yaygın Zırhlı Personel Taşıyıcı
BMP-1 ZPT (1 Adet, Operasyonda imha edildi) [Rus Menşeili][iii], T-55 AMT (Çalışmaz Halde) [Rus Menşeili]
HMMWV (Humvee) [ABD Menşeili], IAG Guardian[iv] [ABD Menşeili]
Havan Kapasitesi
60 ve 82 mm Havan
EIMOS[v] (Expal Entegreli Havan Sistemi, 4×4 VAMTAC aracı üzerinde tepme emicili montaj) [İspanya Menşeili], M120 (Humvee ile kullanılabiliyor) [ABD Menşeili]
Tüfek Kompozisyonu
Çoğunlukla AK-47 Piyade Tüfeği, DShK Uçaksavar, Dragunov Keskin Nişancı Tüfeği [Rus Menşeili]
AK-47 çoğunlukta olmasına rağmen ABD donatlı militanlarda M 16 [ABD Menşeili], FN Fal [Belçika Menşeili] öncelikli
Ofans/Defans
Genel anlamda betonarme hendeklerle tahkim edilmiş savunma öncelikli bir yapı
Rakka, Kamışlı, Ayn el-Arab gibi savaşlarla perçinlenmiş taarruz öncelikli bir yapı
YPG/PKK’nın Afrin vilayetinde gerçekleştirdiği ATGM saldırıları, kullandığı araçlar ve sahip olduğu tüfek kompozisyonu incelendiğinde ortaya Menbiç ve özellikle Fırat’ın doğusundaki durumdan farklı bir resim ortaya çıkmaktadır. Afrin vilayetindeki YPG/PKK askeri anlamda Rusya tarafından yapılan operasyonlarda araç olarak kullanılmadığından taarruz kabiliyeti oldukça düşük tutulmuştur. Bu durumda da Afrin vilayeti ile Fırat’ın doğusunda kapasite ve donanım açısından iki farklı YPG/PKK olduğu ortaya çıkıyor.
Pentagon Etkisi
Afrin vilayetindeki YPG/PKK yapılanması ile Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki oluşumları farklılaştıran en temel faktör ise bu yapılara destek sağlayan merkezlerin ve metotların farklı olmasıdır. ABD ile birlikte Menbiç vilayetine yerleşen ve Fırat’ın doğusunda Suriye’nin petrol yataklarının neredeyse tamamını kontrolü altına alan YPG/PKK, ABD Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın birleşimi olan Pentagon tarafından sistematik olarak desteklenmiştir. ABD tarafından yapılan desteğe dair ortaya çıkan bir raporda, Pentagon tarafından YPG/PKK’ya 2.2 milyar dolar tutarında askeri yardım yapıldığı ortaya çıkarıldı.[vi] Pentagon’un ABD Özel Harekât Komutanlığı (SOCOM) üzerinden YPG/PKK’ya çoğunlukla Doğu Avrupa ülkelerinde lisanslı imal edilmiş silahları Suriye’ye getirdiği biliniyor. 2.2 milyar dolarlık tutarın hali hazırda harcanmış olan kısmı olan 718 milyon dolarlık silah harcamasının 400 milyon dolarlık kısmı başta Bulgaristan olmak üzere doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleşmiştir. Elbette bu silahların tamamının YPG/PKK’ye değil, Suriye güneyinde bulunan ABD destekli muhaliflere de gönderildiğini ve silahların MOM (Müşterek Operasyon Merkezi [Türkiye]) ve MOC (Askeri Operasyonlar Merkezi [Ürdün]) operasyon odalarınca bizzat dağıtıldığını unutmamak gerekir.
Suriye muharebe sahasında Rus menşeili silahların devlet dışı aktörlerin elinde en çok bulunan unsurlar olduğu bilinen bir gerçeklik haline geldi. Ancak Pentagon’un Doğu Avrupa’dan ithal ettiği silahlarla birlikte Rus menşeili silah kullanan yapıların doğrudan Rusya tarafından desteklendiğini düşünmek bu tarz analizlerde yanlış değerlendirmelere sebep olabilir. Zira Pentagon’un YPG/PKK’ya sağladığı silah desteğinin %80’inden fazlasını Rus menşeili silahlar oluşturuyor. Durum böyleyken, Suriye’de herhangi bir muhalif grubun elinde Rus menşeili silahların yoğun bir şekilde gözlemlenmesi, bu grubun Rusya tarafından doğrudan desteklendiği anlamına gelmemelidir.
Rusya’nın YPG/PKK’ye sağladığı askeri destek ve yardımlar, Pentagon’un MOM ve MOC üzerinden sağladığı sistematik askeri ve ekonomik desteğe nazaran oldukça düşük bir düzeydedir. Rusya’nın rejim destekli milisler dışında herhangi bir gruba sistematik bir destek sağladığına dair güçlü kanıtlar bulunmazken, YPG/PKK’nin Afrin vilayetindeki kuvvetlerine nispi oranda destek sağladığı tahmin edilmektedir. Rusya’nın YPG/PKK’ya daha çok rejim ile iş birliği sağlanması bağlamında ve Moskova’da siyasi bir platform oluşturma yöntemiyle ABD ve Pentagon’a nazaran daha kısıtlı bir destek sağladığı gözlemleniyor. Elbette YPG/PKK’nin Afrin’deki durumu ile Menbiç ve Fırat’ın doğusunda farklı yapılara sahip olmasının yegâne sebebi askeri kapasite ve alınan desteğin farklılığı değildir.
Rus ve ABD Desteği Üzerinden Değişen İki Kuzey Suriye Stratejisi
Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin [özellikle Pentagon’un] Kuzey Suriye’ye yönelik stratejilerinde çok temel farklılıklar vardır. Suriye, modern Ortadoğu tarihinde Rusya’nın en yakın müttefiki olan ve Rusya için Ortadoğu’nun deyim yerindeyse kapısı olan bir konumdadır. 2011 Arap Baharı sonrası ortaya çıkan kriz ise ABD ve Pentagon’a , Rusya’nın buradaki nüfuzunu ve kontrolünü azaltma şansı sundu. ABD de Rusya’nın etki alanına nüfuz ederek yayılmacı bir dış politika anlayışı çerçevesinde Suriye’ye YPG/PKK üzerinden dahil oldu ve petrol sahalarının önemli bir bölümünü kontrolü altına aldı.
Bu durumda ABD, Kuzey Suriye’de kendine alan açmaya çalışan, yayılmacı davranan ve daha ofansif olduğu için desteklediği örgütlerin taarruz kapasitesini arttırmaya yönelirken; Rusya ise Suriye’de daha önce sahip olduğu nüfuzu, rejim vasıtası ile lehine kullandığı petrol sahalarını ve Suriye’nin bütünlüğünü korumaya çalıştığı için desteklediği örgütlerin defansif kapasitesini arttırmaya çalışmıştır. Afrin vilayetini rejimden herhangi bir çatışma yaşamadan devralan ve burayı korumaya yönelik bir görev verilen Afrin YPG/PKK’si ve Menbiç ile Fırat’ın doğusunda DAEŞ’e karşı savaşarak kendisine ABD’nin çok yoğun hava desteği sayesinde alan bulan YPG/PKK arasında araçsallaşma metodu bakımından ciddi bir fark ortaya çıkmıştır. ABD ve Rusya’nın Kuzey Suriye’ye yönelik bu farklı yaklaşımı ve stratejisi en nihayetinde YPG/PKK’nin hem askeri hem taktik anlamda farklılaşmasının en temel sebeplerinden birisi olmuştur.
Sonuç olarak, YPG/PKK’nin Afrin vilayetindeki ve Menbiç ile Fırat’ın doğusunda farklı bir destek mekanizmasına, anlayışa ve göreve sahip olduğu gerçeği üzerinden yapılacak bir ayrım bundan sonra gerçekleşecek operasyonlarda daha derinlikli bir kavrayışa sahip olmamızı sağlayacaktır.
Dipnotlar
[i] YPG-PKK arasındaki ilişki için bkz. Aaron Stein & Michelle Foley, “The YPG-PKK Connection”, Atlantic Council, MENA Source, Ocak 2016[ii] Tablo için Suriye Gündemi web sitesinde yayınlanan, “ABD’nin Silahlandırdığı PKK/YPG’nin ATGM Saldırıları” infografikleri [http://www.suriyegundemi.com/wp-content/uploads/2018/03/infoatgm2.jpg] ve “YPG envanterinde bulunan askeri araçlar ve ekipmanlar” infografiğinden de yararlanılmıştır. Bunlara ek olarak açık kaynaklardan elde edilen videolar (ANHA Haber Ajansı), raporlar (Oryx Blog) ve fotoğraflar kullanılmıştır. Not: Bahsi geçen ikinci infografikte BMP-1 Rus menşeili ZPT, BMB-1 olarak görülmektedir. Burada sadece bir harf hatası vardır.[iii] Oryx Blog, “The YPG going DIY, Armour Upgrades in Northern Syria”, 19 Mayıs 2016; Afrin bölgesinde 3 adet el yapımı zırhlar ve plakalar ile modernize edilmiş tank görüntülenmiştir. Ancak bu tanklar ve 1 adet T-55 tipi 1. nesil tank, daha sonra Haseke bölgesine intikal etmiştir.[iv] İlk olarak Ayn el-Arab’ta görüntülenen bu ZPT araçlar, Rakka taarruzunda kullanılmış ve birkaçı DAEŞ tarafından imha edilmiştir.[v] EIMOS Havan Sistemi, Kamışlı’da YPG/PKK’ye ABD tarafından gönderilen ilk ağır silah teslimatında yer almıştır. May 2017 tarihinde ise bu durum açık kaynaklarca rapor ve teyit edilmiştir. Kaynak için bkz. Joseph Trevithick, (2017), “US Gives Syrian Kurds Combat Vehicles, Mortars, Anti-Tank Weapons, and More”, The Drive/War Zone, Mayıs 2017[vi] Ivan Angelovski & Lawrence Marzouk, “Revealed: The Pentagon Is Spending Up To $2.2 Billion on Soviet-Style Arms for Syrian Rebels”, Making A Killing, Organized Crime and Corruption Reporting Project (OCCRP), 12 Eylül 2017
Afrin’in Beklenenden Hızlı Özgürleştirilmesinin Arkasındaki Dinamikler Neler? Ömer Özkizilcik
Afrin’in Beklenenden Hızlı Özgürleştirilmesinin Arkasındaki Dinamikler Neler? 20 Ocak 2018 tarihinde başlayan Zeytin Dalı Harekatı’nın belirli bir aşamadan sonra hızlandığı ve PKK/YPG militanların Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu’na direnç gösteremediği görüldü. Harekatın ikinci ayında hergün on ve onun üzerinde köy ve kasaba ele geçirilirken, hızlı ilerleyişinin sebebi tartışılmaya başlanıldı. Son olarak Afrin şehir merkezinin 18 Mart sabahı, birkaç saatlik çatışma sonucu TSK ve Suriyeli muhaliflerce ele geçirildi. Hârekatın ilk ayındaki yavaş ilerleyişinin aksine, ikinci ayda ilerleyişin hızlanması ve PKK/YPG’nin karşılık verememesinin birçok sebebi bulunmaktadır. Yerel halkın YPG’yi desteklememesi ve YPG’nin askeri kabiliyetinin medyadaki algıya karşın çok düşük olması gibi sebepler bulunsa da harekatın ikinci ayında hızlanmasının temel sebebi TSK’nın Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk ayında izlediği stratejidir. TSK ve Suriyeli muhaliflerin YPG’ye karşı stratejisi Zeytin Dalı Harekatı ilk haftası sona ererken, TSK ve Türkiye destekli Suriyeli muhaliflerin Afrin’de izlediği strateji daha belirgin hale geldi. TSK ve Suriyeli muhaliflerin Afrin’de YPG’yi yıpratmaya yönelik bir strateji izlediği görülmüştür. Hârekatın ilk haftasından itibaren TSK’nın birincil hedefi olarak dağlık arazideki tepeler ve hakim mevzilerin olduğu anlaşılmıştır. Yoğun ateş desteği ile ilerleyen TSK ve Suriyeli muhalifler, 7 ayrı cepheden Afrin bölgesine giriş yaptı. Diğer yandan arazi ve hava şartlarını kullanarak asimetrik savaş tekniklerikullanmaya çalışan YPG teröristleri, hendek ve tüneller içerisinden karşı koymaya çalışmıştır. Hakim tepeler Zeytin Dalı Harekatı kapsamında birçok analistin beklentisinin aksine, TSK ve Suriyeli muhalifler YPG’nin en güçlü olduğu noktadan saldırmayı tercih etmiştir. Özellikle Tel Rifaat ve Minnag Askeri Havaalanı’ndan operasyonun başlaması beklenirken, TSK ve Suriyeli muhalifler Türkiye sınırı üzerinden YPG’nin kontrolünde bulunan dağlık bölgeleri hedef olarak belirlemiştir. Yoğun hava ve topçu desteği ile başlayan harekat, Afrin bölgesindeki hakim tepeleri ele geçirmeyi hedeflemiştir. Kuzeyden Balbül nihayesinin güneyindeki Cubayli dağı ve güneydoğusundaki Şeyh dağı; Kuzeybatıdan Raco nihayesinin kuzeyi ve güneyindeki dağlar; Güneybatıdan Şeyh Hadid etrafındaki dağlar; Azez’in yanıbaşındaki Bursaya dağı TSK ve Suriyeli muhaliflerin ilk hedefleri olarak belirlenmiştir. Hakim tepeleri ele geçirmek, Afrin’in coğrafi şartları gözönünde bulundurulduğunda askeri anlamda oldukça zor olmasına karşın, Zeytin Dalı Harekatın ileriki aşamalarını kolaylaştırmıştır. Hakim tepelerin ele geçirilmesi sonrasında, YPG militanları coğrafi üstünlüğü kaybetmiş ve Zeytin Dalı Harekatı hızlanmıştır. TSK ve Suriyeli muhalifleri hakim tepeleri ele geçirmediği senaryoda, YPG zaman içerisinde dağlara doğru geri çekilip, uzun soluklu gerilla taktiğine dayanan mücadele verebilme imkanına sahip olacaktı. Güdülen strateji sonucunda YPG’nin geri çekilen unsurları daha uygun coğrafi şartlarda imha edilebilmiştir. Yıpratma stratejisi TSK’nın hakim tepeleri ele geçirmeye yönelik stratejisinde dikkat çeken unsur, YPG’yi yıpratmaya yönelik atılan adımlar oldu. Zeytin Dalı Harekatı’ın ilk safhalarında hazırlıklı olan YPG unsurlarını yormayı amaçlayan yıpratma stratejisi, sevkiyat sorunu olmayan ve ateş gücü üstün olan orduları gayri nizami milislere karşı üstün kılmaktadır. Yıpratma stratejisi kapsamında TSK ilk 5 günde 131 hava saldırısı gerçekleştirmiştir. TSK’nın açıklamasına göre toplam 251 hedef imha edilmiştir. Ayrıca ATAK helikopterleri ve SİHA’lar da kullanılmıştır. YPG militanların neredeyse 4 bin kayıp vermeleri TSK’nın yıpratma stratejisinin doğal sonucudur. TSK’nın uyguladığı yıpratma stratejisi birçok noktada görülmüştür. YPG unsurların savunma hatlarında çıkmalarını sağlayarak hedef haline getirilmiştir. Taktiksel geri çekilmeler sonucu YPG militanları yıpratılmıştır. 7 ayrı cepheden 7 ayrı köprü başı oluşturan TSK ve Suriyeli muhalifler, YPG’yi alan savunması yapmaya zorlayarak en büyük avantajlarını elinden almıştır. Aynı anda 7 ayrı bölgede çatışmak zorunda kalan YPG, zamanla yorulmaya başlamış ve mühimmat tedariği sorunu yaşamıştır. Afrin bölgesindeki YPG unsurlarına karşı yoğun hava ve kara bombardımanı, zamanla YPG unsurlarını ve savunma hatlarını yıpratmıştır. TSK’nın yıpratma stratejisi sonucunda, Rusya’nın coğrafi olarak benzer özelliklere sahip Lazkiye’deki stratejisinin aksine en az sivil kayıp ile Zeytin Dalı Harekatı’nı başarıyla sonuçlanmasına imkan tanımıştır. Bilindiği üzere, Rusya Lazkiye bölgesinde, Çeçenistan’da uyguladığı ‘scorched earth’ stratejisini uygulamıştır. Strateji kapsamında hedef gözetmeksizin gerçekleştirdiği bombardıman sonucunda bölgedeki sivil nüfus ya hayatını kaybetmiş veya evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’nin sivil kayıp hassasiyeti dolayısıyla Afrin için yıpratma stratejisinin uygun olduğu görülmektedir. YPG’yi alan savunmasına zorlayarak cephe hattında imha edilmesi sonucunda yıpranan YPG militanları zamanla karşı koyamamış ve savunma hatları çökmüştür. YPG’nin stratejisi Asimetrik savaş tekniklerini ve hibrit yöntemlerini kullanmayı hedefleyen PKK/YPG, TSK ve Suriyeli muhaliflere karşı coğrafi şartları kullanmaya çalışmıştır. Senelerdir Afrin bölgesinde kazılan tüneller, hendekler ve kurulan savunma hatları ile TSK ve Suriyeli muhaliflerin ilerlemesini engellemeye çalışmışlardır. Dağı tırmanan TSK ve Suriyeli muhaliflere saldıran YPG militanları, hakim tepelerden ateş açmıştır. Bölgedeki coğrafyayı bilen YPG unsurları zaman zaman TSK ve Suriyeli muhaliflere baskın vermeye çalışmıştır. Baskınlar sonucu TSK ve Suriyeli muhaliflere kayıp verdirmeye çalışan YPG militanları, TSK’nın ateş üstünlüğü sonucunda genellikle geri çekilmek durumunda kalmıştır. YPG’nin TSK ve Suriyeli muhaliflere karşı ayrıca birçok tuzaklama uygulamıştır. Arazide birçok EYP (el yapımı patlayıcı) yerleştiren YPG, bir yandan TSK ve Suriyeli muhaliflerin ilerlemesini yavaşlatmak, diğer yandan mümkün olduğunca çok kayıp verdirmeye çalışmıştır. Türkiye’deki hendek operasyonları ve Fırat Kalkanı Harekatı’nda EYP’lere karşı tecrübe kazanan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriyeli muhalifler, EYP yerleştirilmiş zor arazi şartlarında ilerlemiştir. Bölgedeki zeytin ağaçları, ormanlık alanları ve dağlık araziyi kullanan YPG militanları, ABD’den aldıkları keskin nişancı eğitim sonrasında TSK ve Suriyeli muhalifleri hedef almaya çalışmıştır. Arazide nispeten açık hedef olan öncübirlik Suriyeli muhalifler özellikle keskin nişancılar tarafından zorlanmıştır. Ateş desteği ile tespit edilen YPG militanları itlaf edilmiştir. TSK ise elindeki üstün imkanlar sayesinde keskin nişancı mevzisini imha ederek ilerlemenin önünü açmıştır. Beklenildiği üzere YPG Afrin bölgesinde TSK ve Suriyeli muhaliflere karşı birçok güdümlü anti-tank füzesi kullanmıştır. Kullanılan ATGM’lerin genellikle Konkurs olması YPG’nin bu silah sistemlerini dışarıdan tedarik ettiğini ve muhtemelen İran destekli Nubbl ve Zahra’da bulunan milislerden aldığı yada ABD tarafından YPG’ye verilen ATGM’lerin Menbiç’ten rejim bölgesi üzerinden Afrin’e ulaştırdığı göstermektedir. Nitekim Afrin şehir merkezine doğru giden yolların TSK ve Suriyeli muhaliflerce ele geçirilmesi üzerine, YPG’nin Afrin bölgesindeki ATGM kullanımının zamanla azaldığı görülmüştür.[1] YPG’nin yerel halkı sivil kalkan olarak kullanması TSK ve Suriyeli muhalifler açısından en zorlayıcı etken olmuştur.[2] Sivil kayıplara karşı hassas olan TSK ve Suriyeli muhalifler, YPG’nin sivilleri kalkan olarak kullanmasından dolayı zorlanmıştır. Sivil hassasiyet dolayısıyla, TSK ve Suriyeli muhalifler kendi saflarındaki muhtemel kayıpları göze alıp YPG militanlarına karşı ilerlemiştir. Sonuç Genel olarak TSK ve Suriyeli muhalifler, Zeytin Dalı Harekatın’da izledikleri stratejinin YPG’nin bölgedeki militanlarını tam anlamıyla imha etmeye yönelik olduğu görülmüştür. Fırat Kalkanı Harekatın’daki süpürme operasyonunun aksine, Zeytin Dalı Harekatı’nın temizlik operasyonu olduğu görülmüştür. Yıpratma stratejisi ile hakim tepeleri ele geçiren TSK ve Suriyeli muhalifler, zamanla sahadaki kazanımlarını daha hızlı artırmıştır. YPG’yi alan savunmasına zorlayan TSK ve Suriyeli muhalifler, böylelikle YPG’ye olabildiğince çok kayıp verdirmiştir. Nitekim 2 aylık harekat esnasında neredeyse yaklaşık 4 bin PKK/YPG militanının imha edilmesi, askeri açıdan çok bir başarıdır. Diğer yandan YPG Afrin’deki arazi şartlarını kendi lehine kullanarak TSK ve Suriyeli muhaliflere karşı koymaya çalışmıştır. Tuzaklama, baskın, hendek ve tüneller üzerinden strateji geliştiren YPG’nin en güçlü korunağının zorla oluşturduğu sivil kalkanlar olduğu görülmüştür. YPG’nin stratejilerine rağmen, TSK ve Suriyeli muhaliflerin Zeytin Dalı Harekatı kapsamında Afrin’i YPG’den temizleme operasyonu başarılı bir şekilde ilerlemiştir ve 18 Mart tarihinde Afrin şehir merkezi terör unsurlarından temizlenmiştir. Dipnotlar
[1]http://www.suriyegundemi.com/2018/03/05/pkk-ypgnin-zeytin-dali-harekati-boyunca-kullandigi-atgmler/ [2]https://www.youtube.com/watch?v=XBB5lsE7kDE
ABD'nin Suriye'deki Terör Çıkmazı: PYD/YPG Can Acun
ABD’nin Suriye’deki Terör Çıkmazı: PYD/YPG
Arap Baharı’nın etkisiyle, 2011 yılında başlayan Suriye devriminin ilk dönemlerinde, muhalif grupları cesaretlendirerek askeri ve siyasi yardımlar yapan ABD, Rusya ve İran gibi ülkeler dışında uluslararası bir koalisyonla birlikte Esed rejiminin meşruiyetini yitirdiğini ve devrilmesi gerektiğini öne sürüyordu. Ancak, zamanla söz konusu politikasını değiştiren ABD, DEAŞ’ın Irak’ta neşet edip Suriye’nin içlerine kadar uzanmasıyla, odağını DEAŞ’a kaydırırken muhalifleri desteklemek yerine Esed rejimini ayakta tutacak adımlar attı. Ayn el Arap (Kobani) kuşatması sırasında PKK’nın Suriye örgütlenmesi olan PYD/YPG’yi DEAŞ’a karşı desteklemeye başlayarak, adım adım Suriye siyasetinin merkezine PYD/YPG’yi yerleştirdi. Takip eden süreçte, Trump’ın iktidara gelmesiyle beraber, Pentagon/Centcom’un dizayn etmeye başladığı ABD’nin Suriye stratejisinde, PYD/YPG’nin konumu tahkim edildi. Özellikle bir terör örgütüne karşı diğer bir terör örgütünü kullanma stratejisi benimseyen ABD, Suriye’deki tüm yatırımlarını mevzubahis örgüte yaparak, doğu-batı ekseninde Suriye-Irak sınırından Menbiç’e kadar uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyr ez Zor’un Fırat’ın doğusuna uzanan alanlarda etkinliğini arttırmaya çalıştı.
Mezkur strateji gereği (aksi yönde çok açık deliller olmasına rağmen) PYD/YPG, terör örgütü PKK’dan ayrı bir örgütlenmeymiş gibi sunularak, söz konusu yapının Suriye Kürtlerini temsil ettiği tezi ortaya konuldu. ABD bu bağlamda hem Türkiye’nin ulusal güvenliğini hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PYD/YPG terör örgütüne destek vermeye devam ederken, Türkiye ise önce Fırat Kalkanı Harekâtı, ardından hem Astana süreci hem de Zeytin Dalı Harekâtı ile ABD’nin attığı bu adımlara yanıt verdi.
Tunus’ta başlayan ve domino etkisiyle Ortadoğu coğrafyasında yayılan halk isyanları, beş yıl gibi kısa bir süre içerisinde bölgenin 100 yıllık statükosunda önemli kırılmalara sebebiyet verdi. ABD işgalinin yarattığı zeminde, Irak ve Suriye bu süreçten en fazla etkilenen ülkeler oldu. Eski düzenin kalıntıları ve yeni dönemin kaotik parametreleri altında her iki ülke, devlet otoritelerinin aşındığı ve devlet dışı aktörlerin yükseldiği melez bir dönem içerisine girdi.
PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG de Suriye’de oluşan kaostan faydalanarak, ülkenin kuzeyinde etkinlik kurmaya başladı.
Suriye rejimi ise genel olarak devrimin yanında yer alan Kürtleri tahakküm altına almayı ve PKK’yı tekrar Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullanmayı hedeflerken, PYD/YPG’ye destek vermeye başladı.
Bu bağlamda YPG, 2012 yılının başlarında Esed rejimine bağlı güçlerin anlaşmalı bir şekilde Haseke, Ayn el-Arap (Kobani) ve Afrin’den çekilmesiyle bu bölgelerde etkinlik kurup askeri tahkimatını sağlayarak, başta Kamışlı olmak üzere Haseke bölgesini Rejim’e bağlı ordu birlikleriyle birlikte yönetmeye başladı. YPG bu bölgelerde kontrolü sağladıktan sonra öncelikle muhalif Kürt unsurları etkisizleştirdi, ardından Suriye muhalefetini hedef almaya başladı.
2014 Ocak ayının başlarındaysa DEAŞ Suriyeli muhaliflerden başta Rakka olmak üzere, Haseke, Halep’in doğusu ve Türkiye sınırına doğru kuzey-doğu hattı gibi Kürt bölgelerine kadar uzanan yerleri ele geçirdi ve YPG’nin elinde bulundurduğu bölgelere saldırmaya başladı. DEAŞ YPG’nin elinde bulunan bölgelerin önemli bir kısmını ele geçirdikten sonra 2014’ün ortalarında Ayn el-Arap’ı da hedef aldı. Bu dönemde yaklaşık 300 bin kişi Türkiye’ye sığınırken bu çatışmalar sonrasında DEAŞ’ın yoğun saldırıları ile karşı karşıya kalan PYD liderliği, başta Salih Müslim olmak üzere uluslararası destek arayışına girerek ABD’den ve DEAŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı talebinde bulundu. Ayn el-Arap’ın tamamen düşmesine çok yaklaştığı bir noktada ABD, PYD’nin yardım çağrısına yanıt vererek Ayn el-Arap’taki DEAŞ hedeflerine yoğun bir hava saldırısı başlattı, ardından silah ve mühimmat yardımına girişti.
ABD’nin müdahalesiyle birlikte sahadaki askeri durum DEAŞ aleyhine dönerken, bir süre sonra örgüt Ayn el-Arap mücavirinden tamamen çıkartıldı. “Kobani” deneyimi, ABD’nin YPG güçlerini Suriye’de DEAŞ ile mücadelede kara gücü haline getirebileceğini gösterirken, YPG içinse ABD’nin desteğinin önemini ortaya koydu. Bu askeri angajman adım adım artarak Tel Abyad ve diğer bölgelerde kendisini göstermeye başladı. Ancak, PYD/YPG terör örgütünün DEAŞ’a benzer şekilde ele geçirdiği bölgeleri terörize etmeye başlaması uzun sürmedi. PYD/YPG, ABD ve Esed rejimiyle kurduğu askeri angajmanlarla elde ettiği üstünlüğü kullanarak, Suriye’nin Haseke ve Rakka vilayetlerinde, Tel Abyad bölgesi de dâhil olmak üzere ele geçirdiği bölgelerde muhalif Arap ve Türkmenlere yönelik tehcir politikası uyguladı. Örgüt ele geçirdiği bölgelerde demografik mühendislik çabasına girişti.
Köy yakma, ürün ve mallara el koyma, yargısız infaz ve toplu cezalandırma gibi savaş suçu olarak kabul edilecek eylemleriyle bölgenin demografik yapısını değiştiren PYD/YPG, bölgeyi kendisi için yönetilebilir kılmak istedi.
YPG’nin bu adımları uluslararası insan hakları örgütleri tarafından raporlaştırıldı. Ancak tüm bu bilgiler kamuoyuna yansımasına rağmen ABD terör örgütü ile angajmanını devam ettirdi.
ABD, Suriye krizinin başından itibaren muhalif gruplara şüpheyle yaklaşırken, bazı grupları özellikle de İslami eğilim sergileyenleri sakıncalı görerek ihtiyaç duydukları askeri desteği vermek bir yana, bu desteği vermek isteyen aktörlere de aktif bir şekilde engel olmaya çalışmıştı. Ancak PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG’ye sınırsız bir destek sunmakta hiç tereddüt etmedi. 2015 Haziran ayına kadar ABD liderliğinde DEAŞ ile mücadele için oluşturulan uluslararası koalisyonun, Suriye’de gerçekleştirdiği 1.774 hava saldırısının 1.200’ünün DEAŞ ile YPG’nin çatıştığı bölgelerde yapıldığı, muhaliflerin DEAŞ ile karşı karşıya geldiği durumlardaysa ABD’nin hava desteği vermediği görüldü.
ABD YPG’yle kurduğu angajman üzerinden başta Türkiye olmak üzere yoğun eleştirilere maruz kalınca PKK/YPG’yi perdeleyebilmek adına 11 Ekim 2015 tarihinde “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) isimli bir ittifak oluşturdu. Kuruluşu ilan edilen SDG yapılanması YPG/YPJ ile birlikte Süryani Askeri Konseyi, Ceyşü’l Suvar, Liva Suvar Rakka, Liva el Tahrir ve El Sanadid gibi gruplardan oluşmaktaydı. Ancak daha sonra CENTCOM komutanlarının da itiraf ettiği şekilde bu yapı aslında doğrudan ABD’nin talimatıyla ve YPG’nin denetiminde bir çatı yapılanma olarak kurgulanmıştı. ABD, SDG’nin kuruluşundan sonra Suriye’nin kuzeyinde yaptığı askeri hamleleri bu isim altında sürdürmeye başladı ve silah yardımlarını doğrudan YPG’ye değil SDG’ye yapıyormuş izlenimi verdi.
Bu dönemde Başkan Obama’nın talimatıyla ABD ordusuna bağlı özel kuvvetler, SDG/YPG’yi doğrudan eğitmek üzere sahaya gönderildi. Yine Başkan Obama’nın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk birçok kez bölgeyi ziyaret ederek SDG/YPG’liler ile temas kurdu. ABD, PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde bu süreçte iki askeri üs inşa etti. Temmuz 2016’da Ayn el-Arap’ın güneyindeki üssün inşası tamamlanırken, Haseke yakınlarındaki Rumeylan üssü de faaliyete geçirildi. Bu dönemde SDG/YPG’ye sağlanan silahların ölçeği ve niteliği de artmaya başladı. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen 31 Mayıs 2016’da Fırat Nehri’nin batı yakasındaki stratejik Menbiç bölgesi, ABD-SDG/YPG ittifakı tarafından ele geçirildi.
Menbiç sonrasında YPG’nin temel hedefi, Cerablus-Bab bölgesini de ele geçirerek Afrin kantonu ile toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde genişlemekti. Ancak Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtını başlatması bu hamleyi boşa çıkarırken ABD’de Obama yerine Trump döneminin başlaması, hem Türkiye-ABD ilişkisi açısından hem de ABD-PKK/PYD ilişkisi açısından yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Ancak Türkiye’nin beklentilerinin aksine Trump, Suriye siyasetine ilişkin karar mekanizmasını tamamen Pentagon ve Centcom’a devretmiş, bu kurumların önceliği ise YPG ile inşa ettikleri askeri angajmanı devam ettirmek olmuştu. ABD, YPG/SDG’yi doğrudan ağır silahlarla donatarak Rakka’ya yönelik büyük bir hamleye girişirken, havadan ve karadan ağır şekilde vurulduktan sonra YPG devreye sokularak bölge ele geçirildi. ABD, Rakka hamlesine eş zamanlı olarak Deyr ez Zor’da Suriye’nin önemli petrol ve doğal gaz yataklarını el geçirecek ve ülkenin Irak sınır hattını tutacak şekilde YPG/SDG’nin Fırat’ın doğusunda ilerlemesini sağlamaya çalıştı.
ABD, 2014 ortalarından itibaren Suriye’deki tüm yatırımlarını PKK’ya bağlı SDG/YPG’ye yaparak, doğu-batı ekseninde Suriye’nin Irak sınır hattından Menbic’e kadar uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyr ez Zor’un Fırat’ın doğusuna uzanan sınır hatlarında nüfuz alanı oluşturmaya çalıştı. Ancak ABD şu anki pozisyonda, bir yandan Türkiye’nin diğer yandan İran ve Rusya’nın meydan okumaları arasında sıkışmıştır.
Can Acun‘un cankayadd.com için kaleme aldığı yazı.
Suriye'nin İran'a Maliyeti
Suriye’nin İran’a Maliyeti
Suriye’de Mart 2011’de barışçıl halk gösterileri ile başlayan süreç kısa sürede iç savaşa dönüştü. İran, gösterilerin bastırılmaya başlanmasından günümüze dek Beşar Esad’a desteğine devam etti. Avrupa Birliği, Haziran 2011’de Suriye’de isyancıları bastırmak üzere Esad rejimine destek vermek gerekçesiyle Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi yaptırım uygulanan kişiler listesine koydu.[1] Suriye’deki varlığını “askeri müsteşarlık” olarak açıklayan İran, 7 yıllık süreçte Esad rejiminin mali anlamda en büyük destekçilerinden biri oldu. Peki Şam’daki müttefiki için 7 yıllık desteğin Tahran’a maliyeti nedir? [2] Yıllık bütçesi, özellikle askeri harcamaları şeffaf olmayan İran’ın Suriye’deki mali yardımlarının miktarını tam olarak tespit etmek kolay olmayacaktır. Açıklanacak rakama İran’daki yoksul kesimin tepki verme ihtimali de bu yardımların gizli tutulmasına sebep olabilir.
BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan De Mistura’nın sözcüsü Jessy Chahıne, yaptığı açıklamada İran’ın Suriye’deki masraflarının yıllık ortalama 6 milyar dolar olduğunu belirtmiştir. Bu miktar, İran’ın yıllık bütçesinin nakdi yardımlar oranın yarısına denk gelmektedir. Suriye’ye altı yıl aynı miktarda harcama yapıldığı farzedilirse, bu 36 milyar dolar yapacaktır ve İran’ın yıllık savunma bütçesinin 3 katına tekabül etmektedir. [3]
Bu konuda diğer bir iddia, Tufts Üniversitesi Doğu Akdeniz Çalışmaları müdürü Nadim Shehadi’ye aittir. Shehadi, Esad rejiminin çoğu doğal kaynağını kaybettiği 2014 ve 2015 yıllarında İran’dan 15 milyar dolar yardım aldığını iddia etmiştir.[4] İsrail Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre,İran’ın Suriye’de savaştırdığı gruplardan Hizbullah’a yıllık 800 milyon dolar yardımı bulunmaktadır.[5]
İran’ın farklı ülkelerden Şii savaşçıları eğitip Suriye’deki savaşta mobilize ettiği bilinmektedir. New York Times’in haberine göre, Suriye’de sayıları 10 bini bulan Afgan Fatimiyyun Tugayı savaşçıları aylık 800 dolar maaş almaktadırlar.[6] Bu hesapla, sadece İran destekli Afgan savaşçılarının aylık maaş hacmi 8 milyon dolar yapmaktadır.Suriye’de savaşan İran destekli farklı milletlerden birçok grubun varlığı da düşünüldüğünde, sadece savaşçı maaşları büyük bir bütçenin sarfedildiğini göstermektedir.
Savaş yılları itibariyle Tahran ve Şam arasındaki ticarette İran, ithalatın iki katı değerinde ihracat yapmıştır. İthal edilen ürünler zeytinyağı ürünleri ve baharatlar iken, Suriye’nin İran’dan ithal ettiği ürünler şunlardır; tıp malzemeleri, endüstriyel ürünler, demir-çelik mamulleri ve inşaat malzemeleri. Ayrıca İran Dış İşleri Bakanı Cevat Zarif, 2017’de yaptığı açıklamada, Esad rejimine 2 milyar 800 milyon dolar tutarında tıbbi ürün ve gıda malzemelerinden oluşan insani yardım yapıldığını belirtmiştir.[7]
Kutsal yapıların imarına ödenek
Irak’taki savaş sonucu tahrip edilen kutsal mekanları imar etmek için kurulan “Kutsal türbeleri imar müessesesi”, İran devletince finanse edilmediğini, İran’daki özel şirketler ve halkın desteği ile faaliyet yürüttüğünü açıklamıştır. Fakat İran’daki bazı muhalif çevreler bu kuruluşun devletin imkanlarından istifade ettiğini iddia etmektedir.
Bu kuruluş, İran’ın Suriye’deki müdahalesine sebep olarak gösterdiği Şam güneyindeki Seyyide Zeynep türbesini onarmış ve türbeyi ziyarete gelenler için misafirhaneler inşa etmiştir. Ayrıca İran’ın Meşhed şehri belediyesi, bu türbe çevresindeki bahçe düzenlemelerini yapmıştır. [8]
Suriye borcunu nasıl ödeyecek?
Suriye’nin İran’a ne kadar borçlu olduğuna dair şeffaf bir veri olmasa da borcun varlığı bir sır değil. Suriye politikasının yerinde ve stratejik bir karar olduğunu savunan İranlı yetkililer,ilerleyen yıllarda bu siyasetin ticari-ekonomik getirisinin olacağı kanaatindeler. Hedeflenen getirilerden birinin, savaş öncesi Türkiye, Rusye, Çin ve AB ürünlerinin hakim olduğu Suriye pazarında artık İran mallarının revaçta olacağı ihtimalidir. Buna karşın İran Ticaret Odası Başkanı “ Suriye pazarında İran mallarına sınırlamalar mevcut, pazarda Türk kaçak mallarının etkisi daha büyük. Suriyeliler de Türk mallarına meyilli” açıklamasında bulunmuştur.[9] İran Ticaret Odası Başkanı, Şam’da ziyaret ettiği Suriye Ticaret Bakanı’ndan iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması talep etmiştir. [10]
Borçların geri ödenmesi hususunda, İran Devrim Rehberi Ali Hamaney’in askeri işler danışmanı Yahya Rahim Safevi 18 Şubat 2018’de “Suriye borçlarını petrol, gaz ve fosfat madeni karşılığında ödeyebilir” ifadesini kullanmıştır.[11] Safevi’nin 2016’da yaptığı açıklamaya baktığımızda, İran’ın borçlarını tahsil etme telaşını daha net anlayabiliriz “Rus ve Amerikalı yetkililer arasında görüşmeler mevcut, bu iki küresel kudretin mutabakatı halinde İran’ın Suriye’deki payı zâyi olabilir”.[12]
Suriye’nin yeniden imarı
Devam eden savaşın bitme ihtimaline karşın, Suriye’nin yeniden imarı konusu gündeme gelmektedir. BM’nin yaptığı açıklamaya göre, Suriye’nin yeniden imarı için 300 milyar dolara ihtiyaç duyulmaktadır. Suriye’deki rejimin mevcut bütçesinin buna imkan vermediği, yabancı sermayenin bir zaruret olduğu bilinmektedir. Körfez ülkeleri ve Batılı ülkelerin Esad yönetimi ile olumsuz münasebetleri imar konusunda yardıma meyillerinin olmayacağı ihtimalini akla getirmektedir. Esad’in yegane dostları İran ve Rusya’nın yeniden imarı destekleyen açıklamaları ve içinde bulundukları ekonomik durum bir tezat oluşturmaktadır. Çinli yatırımcıların Suriye’nin yeniden inşasında rol almak için harekete geçtiği de iddia edilmektedir.
Şam’ı ziyaret eden İran Meclisi heyetini kabul eden Suriye Başbakanı İmad Hamis, ülkesinin yeniden inşa aşamasında İran şirketlerine öncelik verileceğini ifade etmiştir.[13] İran Cumhurbaşkanı ile telefon görüşmesi yapan Beşar Esad, ülkesinin yeniden imarı için İran’ın iştirâkını talep etmiştir.[14] Kahire’de ikamet eden Suriyeli eski vekil Beşir elBasem “İran’ın projesi ‘faydalı Suriye’ inşa etmektir, gerçekten faydalı. Fakat Suriye için değil İran’ın kendisi için faydalı” açıklamasında bulunmuştur.[15]
Ayrıca İran’daki zengin ve muhafazakar kesimin Suriye’de yatırım yapıp konut alımı için teşvik edildiği iddia edilmektedir.[16] Bu iddiaya göre, başta Şam ve Humus olmak üzere Suriye’nin büyük şehirlerindeki ticari merkezleri ve değerli ikamet yerlerinin alımı için seferber olan emlak şirketleri kurulmuştur. Şam’da Seyyide Zeynep Türbesi ve İran elçiliğinin bulunduğu bölgelere demografik yapının mezhebi olarak değişimini sağlayacak şekilde İranlıların yerleştirildiği, Şam’ın kadim pazar alanında kasıtlı yangın çıkarıldığı, yangında dükkanları zarar gören Suriyelilerin mülklerini bu emlak şirketine sattığı ifadeleri bu iddiaların devamıdır.[17]
İran’ın Suriye’deki harcamaları zaman zaman İran iç siyasetinde tepki görmektedir. Sosyo-ekonomik protestolarda İran’ın kendi halkını ihmal ettiği, ülke servetini başta Suriye olmak üzere Arap ülkelerinde harcadığı dile getirilmektedir. Gerek 12 Kasım 2017’de İran’ın Kirmanşah kentinde meydana gelen deprem sonrası barınma problemi yaşayan depremzedeler, gerekse ülkenin muhtelif yerlerinde ekonomik sebeplerle hükümeti eleştiren göstericiler “Suriye’yi bırakın, derdimize çare bulun” sloganları ile dış politikaya tepki göstermişlerdir. [18]
Sonuç yerine
Bazen ülkeleri aşan, kıtaların kaderini tayin edip tarihin seyrini değitirecek bir olguya dönüşebilen savaş, bir tarafın felaketine sebep olduğu gibi diğer taraf için hazinelere açılan bir kapı olabilir. İngiltere ve Fransa arasında gerçekleşen Yedi yıl savaşları, ekonomik, sosyal, siyasi etkileri itibariyle bu değişime iyi bir örnektir. Fransa, savaş sonucunda çoğu sömürgesini İngiltere’ye kaybetmiştir. İngiltere savaşın galibi olmasına rağmen, verdiği ekonomik kaybı telafi etmek için Amerika’daki kolonilere yeni vergiler koymuş, koloniler bu vergileri kabul etmeyip bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Savaş esnasında hazineleri boşalan Fransa kralı halka ağır vergiler yüklemiş, vergi vermeyi reddeden halk yeni bir meclis oluşturmuştur. Kral kurulan bu meclisi dağıtmak isteyince halk ayaklanıp siyasi mahkumların tutulduğu Bastil hapishanesini basmış ve bu olay Fransız ihtilalinin başlangıcı sayılmıştır. Özetle savaşlar, etkisini yaşandığı zaman ve coğrafya ile sınırlı bırakmaz, kelebek etkisi gibi farklı iklim ve devirlere tesir edebilir. Taraflardan birine perişanlığı, kıtlık ve teslimiyeti miras bıraktığı gibi, diğer taraf için devam ettikçe zenginliğe vesile olan bir sektördür. Kesintisiz bir şekilde Suriye’ye mali,siyasi ve askeri destek veren İran’ın, bu desteğin neticesinde Doğu Akdeniz’e ulaşıp Şam’da asıl nüfuz edici aktör mü olacağı yoksa bu harcamaların faturası olarak Tahran’ı başka krizlerin mi beklediği merak konusudur.
Dipnotlar
[1] http://www.dw.com/fa-ir/%D8%AA%D8%AD%D8%B1%DB%8C%D9%85-%D8%B3%D9%BE%D8%A7%D9%87-%D9%82%D8%AF%D8%B3-%D8%A8%D9%87%D8%AF%D9%84%DB%8C%D9%84-%D9%85%D8%B4%D8%A7%D8%B1%DA%A9%D8%AA-%D8%AF%D8%B1-%D8%B3%D8%B1%DA%A9%D9%88%D8%A8-%D9%85%D8%B1%D8%AF%D9%85-%D8%B3%D9%88%D8%B1%DB%8C%D9%87/a-15342968[2] Bu makalede faydalandığım kaynaklar içinde, gazeteci Ali Kadimi’nin 26 Şubat tarihindeki çalışması ayrı bir önemi haizdir: http://www.bbc.com/persian/iran-features-43157803[3] http://www.bbc.com/persian/iran-features-43157803[4] https://www.radiofarda.com/a/f35_iran_syria_aids_bloomberg/27063375.html[5] http://farsi.alarabiya.net/fa/iran/2018/01/25/%DA%A9%D9%85%DA%A9-%D9%85%D8%A7%D9%84%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86-%D8%A8%D9%87-%D8%AD%D8%B2%D8%A8-%D8%A7%D9%84%D9%84%D9%87-%D9%84%D8%A8%D9%86%D8%A7%D9%86-%D8%B3%D8%A7%D9%84%D8%A7%D9%86%D9%87-%D8%A8%D9%87-700-%D8%AA%D8%A7-800-%D9%85%DB%8C%D9%84%DB%8C%D9%88%D9%86-%D8%AF%D9%84%D8%A7%D8%B1-%D9%85%DB%8C-%D8%B1%D8%B3%D8%AF.html[6] https://www.nytimes.com/2017/06/30/opinion/sunday/iran-afghanistan-refugees-assad-syria.html[7] https://www.radiofarda.com/a/f4_zarif_iran_help_syria_2_billion_dollar/27532556.html[8] http://fa.atabat.org/view/5121/%D9%81%D8%B1%D8%A7%D8%AE%D9%88%D8%A7%D9%86-%D8%B3%D8%AA%D8%A7%D8%AF-%D8%A8%D8%A7%D8%B2%D8%B3%D8%A7%D8%B2%DB%8C-%D8%B9%D8%AA%D8%A8%D8%A7%D8%AA-%D8%B3%D9%88%D8%B1%DB%8C%D9%87-%D8%A7%D8%B2-%D9%85%D8%B1%D8%AF%D9%85-%D8%A8%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D9%85%D8%B4%D8%A7%D8%B1%DA%A9%D8%AA-%D8%B3%D8%A7%D8%AE%D8%AA-%D9%85%D9%87%D9%85%D8%A7%D9%86%D8%B3%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D8%AD%D8%B1%D9%85-%D8%AD%D8%B6%D8%B1%D8%AA-%D8%B2%DB%8C%D9%86%D8%A8-%D8%B3-%D8%A8%D9%87-%D9%85%D8%B1%D8%AD%D9%84%D9%87-%D8%A7%D8%AC%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D8%B3%D9%82%D9%81-%D8%B1%D8%B3%DB%8C%D8%AF[9] https://kalemeh.tv/?q=fa/news/1396/09/13145[10] https://www.tasnimnews.com/fa/news/1396/05/27/1494756/%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86-%D8%AE%D9%88%D8%A7%D8%B3%D8%AA%D8%A7%D8%B1-%D8%AA%D8%AC%D8%A7%D8%B1%D8%AA-%D8%A2%D8%B2%D8%A7%D8%AF-%D8%A8%D8%A7-%D8%B3%D9%88%D8%B1%DB%8C%D9%87-%D8%B4%D8%AF[11] http://fa.euronews.com/2018/02/17/rahim-safavi-iran-to-return-its-costs-in-syrian-civil-war[12]https://ir.voanews.com/a/iran-syria-russia/3522162.html[13] http://fa.alalam.ir/news/3266386/%D8%B4%D8%B1%DA%A9%D8%AA-%D9%87%D8%A7%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86%DB%8C-%D8%AF%D8%B1-%D8%B7%D8%B1%D8%AD-%D9%87%D8%A7%DB%8C-%D8%A8%D8%A7%D8%B2%D8%B3%D8%A7%D8%B2%DB%8C-%D8%B3%D9%88%D8%B1%DB%8C%D9%87-%D8%AF%D8%B1-%D8%A7%D9%88%D9%84%D9%88%DB%8C%D8%AA-%D9%87%D8%B3%D8%AA%D9%86%D8%AF[14] https://www.radiofarda.com/a/28876784.html[15] http://diyaruna.com/fa/articles/cnmi_di/features/2016/12/12/feature-01?change_locale=true[16] https://www.radiofarda.com/a/f9-iranians-buying-up-land-in-syria/27640438.html[17] http://www.asriran.com/fa/news/467304/%D8%A7%D8%AF%D8%B9%D8%A7%DB%8C-%D8%AC%D8%AF%DB%8C%D8%AF-%D9%85%D9%86%D8%A7%D8%A8%D8%B9-%D8%B1%D8%B3%D8%A7%D9%86%D9%87-%D8%A7%DB%8C-%D8%BA%D8%B1%D8%A8%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86-%D8%AF%D8%B1-%D8%AD%D8%A7%D9%84-%D8%AE%D8%B1%DB%8C%D8%AF-%D9%85%D9%90%D9%84%DA%A9-%D8%AF%D8%B1-%D8%AF%D9%85%D8%B4%D9%82-%D8%A8%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D8%AF%D9%88%D8%B1%D8%A7%D9%86-%D9%BE%D8%B3-%D8%A7%D8%B2-%D8%AC%D9%86%DA%AF[18] https://www.radiofarda.com/a/steelworkers-protest/28769452.html
PKK/YPG’nin Zeytin Dalı harekâtı Boyunca Kullandığı ATGM’ler
PKK/YPG’nin Zeytin Dalı harekâtı Boyunca Kullandığı ATGM’ler
PDF Dosyasını Görüntülemek İçin Tıklayın
İdlib'te Muhaliflerin Güç Savaşı
İdlib’te Muhaliflerin Güç Savaşı
İdlib bölgesinde son günlerde önemli ölçekte çatışmalar yaşanmaktadır. Heyet Tahrir uş Şam (HTŞ) ile Cephe Tahrir Suriye (CTS) arasında yaşanan çatışmalar bölgedeki güç dengesini ve kontrol alanların yeniden şekillenmesine sebep oldu. Cephe Tahrir Suriye Ahrar uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi’nin birleşmesi sonucu kurulan yeni bir yapılanmadır. Fakat bu birleşim tam manası ile fiili bir birliktelikten çok, savunma paktı olarak ele alınmalıdır. Nitekim Nureddin Zengi Hareketi Heyet Tahrir uş Şam’ın kendisine saldırmasını beklemekteydi ve Ahrar uş Şam ile savunma paktına girerek önlem almaya çalışmıştır.
Diğer taraftan Heyet Tahrir uş Şam zamanında eski Nusra, Ceys el Ahrar, Fecr el İslam, Liva ul Hak, Ceys el Sünne, Ensaruddin ve Nureddin Zengi Hareketin birleşmesi sonucunda kurulmuştu. Zamanla Heyet Tahrir uş Şam’dan eski Nusra haricinde tüm gruplar HTŞ’den ayrılmıştır. Ayrıca eski Nusra içerisinde bulunan bazı gruplar, merkezi El-Kaide ile HTŞ arasında yaşanan gerilim sonrasında HTŞ’den ayrılmış ve El-Kaide ile bağların koparılmasını ret etmiştir.
Cephe Tahrir Suriye’nin kurulmasının ertesi günü HTŞ ve CTS arasında batı Halep bölgesinde çatışmalar yaşanmaya başlanılmıştır. İki taraf karşılıklı birbirlerini suçlamıştır. İki taraf da karşı tarafı saldırgan kesim olarak göstermeye çalışmıştır. CTS; HTŞ’yi bir aydır 6 farklı kampta askerlerini Nureddin Zengi’ye saldırmak üzere eğittiği yönündeki iddialar ile suçlamıştır. CTS kaynakların eğitimin bitiş tarihi olarak belirttikleri günün ertesi sabahında çatışmaların başlamış olması önemli bir detaydır. Diğer yandan HTŞ; Nureddin Zengi Hareketi’ni YPG ile beraber hareket eden Ceys el Suvvar örgütü ile işbirliği yapmakla suçlamıştır. İddialara göre Ceys el Suvvar militanları YPG’den ayrılıp Nureddin Zengi Hareketi’ne katılmış ve HTŞ’ye saldırmıştır. Ceys el Suvvar militanların YPG’den ayrılıp Nureddin Zengi bölgesine kaçtığı video görüntüleri ile kesinleşmiştir. Fakat gelen Ceys el Suvvar militanların sayıları azdır ve Nureddin Zengi Hareketi onların gözetimini 4 tanınmış Şeyh’e devrettiğini söylemektedir. Nureddin Zengi Hareketi’ne yönelik ithamlar PKK ile işbirliğine kadar ilerlemiştir. Nureddin Zengi Hareketi’nin geçmişte pragmatik davranarak, kendi çıkarını gözeten birçok oluşumda yer aldığı bilinmektedir.
Tahran'da Afrin Kaygısı Adem Yılmaz
Tahran’da Afrin Kaygısı
Türkiye’nin uzun zamandır gündeminde yer alan, sınır güvenliği için tehdit gördüğü PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye yönelik askeri harekât 20 Ocak’ta başladı.1 “Zeytin Dalı” olarak adalandırılan operasyona, Şam üzerinde ciddi bir etkisi bulunan ve Suriye’deki gelişmelerle yakından ilgilenen İran’ın tepkisi merak konusuydu. Devam eden operasyona ilişkin İran’dan yapılan ilk açıklama Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasimi’ye aitti. Kasimi “İran, Afrin’deki gelişmeleri yakından ve endişe ile izlemektedir, ümid ederiz ki Türkiye-Suriye sınırındaki operasyon sona erer ve bölgedeki buhran biter. Afrin’deki kaos, Suriye kuzeyindeki tekfirci grupların dönüşüp tekrar güçlenmesini sağlayacaktır” açıklamalarında bulunmuştur.2 Genelkurmay başkanı Hulusi Akar ile telefon görüşmesi yapan İranlı mevkidaşı Muhammed Bakiri ise “ Türkiye, Suriye topraklarında gözü olmadığını konusundaki tavrını netleştirmelidir” ifadelerini kullanmıştır.3
Batı Azerbaycan eyaletine bağlı Bukan şehrinin milletvekili Muhammed Kasım Osmani ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı diktatörlükle itham ettiği meclis konuşmasında, Afrin’deki harekâtın insanlık dışı ve düşmanca davranışlar içerdiğini belirterek yaşananların Saddam ve DAEŞ’in zulümlerini dahi geride bıraktığını iddia etti.4 6 Şubat tarihinde Tahran’da bir basın toplantısı düzenleyen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani “ Bir ülkeye ait askeri birlikler başka bir ülkenin topraklarına, o ülkenin hükümeti ve halkı izin verdiği, razı olduğu zaman girebilmeli, bu bizim usulümüz. Gönlümüz ister ki bu operasyon çabucak son bulsun. Çünkü hem Türk kardeşlerimiz hem de Kürtler öldürülüyor. Bu operasyon nafile ve neticesiz olacaktır” ifadelerini kullanmıştır.5 İran Devrim Rehberi Ali Hamanei’nin askeri danışmanı Rahim Safevi ise TSK’nın Suriye’deki varlığının kanunsuz olduğunu, Suriye Devleti’nin buna tahammül etmeyeceğini ifade etmiştir.6
Geçmişte Ankara’da da görev yapmış İranlı eski diplomat Sadık Meleki’nin “İran Afrin Harekâtı’nın Kaybedeni mi?” başlıklı yazısı, İranlı yetkililerin Zeytin Dalı Operasyonu konusundaki hoşnutsuzluklarını anlamak adına bir ipucu verebilir. 20 Ocak’ta başlayan harekâta Şam dışında kimsenin karşı çıkmadığını dile getiren Meleki “Moskova, Tahran ve Washington’un durumu sessizce izlemelerinden ötürü Ankara’yı tebrik etmeli” ifadelerini kullanmıştır. Ankara’nın Suriye kuzeyinde güvenli bölge gayesiyle geniş bir alana hükmetmesi halinde, misafir ettiği 3.5 milyon muhaciri bu alana yerleştireceğini ve böylece Türkiye’nin değişen Suriye’de sadece kazanan değil asıl aktör olacağı da Meleki’nin iddialarından birisi.
Suriye’de Kürt Devleti’nin kabul edilemez ve tehlikeli olduğunu dile getiren Meleki “ Afrin harekâtı sonrası Türkiyesi’nin Kürtler’den daha tehlikeli olmayacağı garantisini kim verebilir?” diye sormuştur. Yazının ilerleyen kısmında İran’ın verdiği kayıplara, ödediği bedellere rağmen Suriye’deki bu değişimde oyun dışı kalması eleştirilirken Afrin harekâtının İran için dersler içerdiği ve kaybedenin İran olabileceği ifade edilmiştir. Erdoğan’ın Suriye’de dün mağlub iken bugün intikam aldığını, Zeytin Dalı Harekâtı’nın son durağının Afrin olmayacağını ifade eden Meleki, İran hariciyesine sesleniyor; “Suriye’de Kürt Devleti’nin zuhuru Ankara için hayati bir güvenlik meselesidir. Ama Türkiye’nin bunun ötesinde jeopolitik bir hesabı var. Dikkat edip, tedbir alınız! Türkiye’nin Suriye’deki müdahalesi Irak ve Lübnan’a ve neticede İran’ın bölgedeki pozisyonuna da tesir edecek mahiyettedir.”7
Savaşın başından itibaren Suriye’de devamlılık arzeden bir politika izleyen İran, Esad rejiminin varlığını her platformda kırmızı çizgisi olarak ifade etti. Esad rejimi için Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve PYD/YPG gruplarından hangisinin tehtidsel olarak öncelik olduğunu anlamak, dolaylı olarak İran tarafından Afrin’in nasıl göründüğünü izah edecektir. Esad, Suriye’nin kuzeyinde başta ÖSO olmak üzere diğer muhalif gruplarla birçok kez karşı karşıya gelmişken, Kamışlı, Haseke, Afrin ve Şeyh Maksud gibi bölgelerde PYD/YPG ile olan çatışmasızlık tehdit önceliğine açık birer örnek mahiyetindedir. Afrin ve Tel Rıfat’ta olası bir ÖSO hâkimiyeti, stratejik Nubl ve Zahra köyleri başta olmak üzere Halep eyaletinde rejim kontrolündeki yerler için de farklı sonuçlar doğurabilecektir.
Tahran’daki Afrin kaygısını anlamak adına Fırat Kalkanı harekâtının askeri, stratejik ve siyasi kazanımlarına bakmak gerekebilir.8 Fırat Kalkanı öncesi Azez-Mare arasında sıkışan, motivasyonu düşük, dağınık gruplardan oluşan ÖSO, Türkiye desteğiyle birlikte muharebe kabiliyetini arttırıp, savaş disiplini edinerek Halep kuzeyinde geniş bir alanda hâkimiyet kurmuştur. Zeytin Dalı harekâtındaki başarı Suriye’nin diğer bölgelerine uzanan bir etki doğurabilir. Bu, Suriye’de ciddi harcamalar yapıp, sahada mobilize ettiği Şii milisler vesilesiyle masada avantaj elde eden İran için pek iyi karşılanmayacaktır.
Dipnotlar
1 http://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskani-erdogan-afrin-operasyonu-sahada-fiilen-baslamistir/10364612 http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13961101001625
3 https://www.mehrnews.com/news/4206161/%DA%AF%D9%81%D8%AA%DA%AF%D9%88%DB%8C-%D8%B1%D8%A6%DB%8C%D8%B3-%D8%B3%D8%AA%D8%A7%D8%AF-%D8%A7%D8%B1%D8%AA%D8%B4-%D8%AA%D8%B1%DA%A9%DB%8C%D9%87-%D8%A8%D8%A7-%D8%B3%D8%B1%D9%84%D8%B4%DA%A9%D8%B1-%D8%A8%D8%A7%D9%82%D8%B1%DB%8C-%D8%AF%D8%B1%D8%A8%D8%A7%D8%B1%D9%87-%D8%B9%D9%85%D9%84%DB%8C%D8%A7%D8%AA-%D8%B9%D9%81%D8%B1%DB%8C%D9%86
4 https://iramcenter.org/iran-medyasinda-zeytin-dali-harekati/5 https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201802061032134442-ruhani-afrin-nafile-bir-an-onca-bitmeli/6 https://www.radiofarda.com/a/rouhani-turkey-putin-afrin/29023561.html7 http://www.irdiplomacy.ir/fa/page/1974662/%D8%A2%DB%8C%D8%A7+%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86+%D8%A8%D8%A7%D8%B2%D9%86%D8%AF%D9%87+%D8%B9%D9%85%D9%84%DB%8C%D8%A7%D8%AA+%D8%B9%D9%81%D8%B1%DB%8C%D9%86+%D8%A7%D8%B3%D8%AA%D8%9F.html
8 http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/askeri-stratejik-ve-siyasi-kazanimlariyla-firat-kalkani-harek%C3%A2ti/892764?amp=1
Astana ve TSK'nın İdlib'e intikali
Astana anlaşması
Türkiye, Rusya ve İran garantörlüğünde başlayan Astana süreci, Suriye sahasındaki çatışmaları azaltıp siyasi geçiş süreci için altyapı oluşturmayı hedeflemektedir. Astana süreci kapsamında ilerleme kat eden tarafların mutabık kaldığı gerilimi azaltma bölgeleri arasında, İdlib gerilimi azaltma bölgesi öne çıkmaktadır. İdlib‘teki gerilimi azaltma bölgesi Türkiye‘nin ve Rusya‘nın gözetim noktaları kurması ile denetlenecek ve çatışmalar durdurulacaktı. Nitekim Suriyeli muhalifler ile Esad rejimi arasında sınır olarak İdlib’in doğusundan geçen tren hattı belirlenmişti. Tren hattının doğusu HTŞ tarafınca kontrol edilirken, Esad rejimi ve rejim yanlısı milisler bölgeyi Rus hava desteği ile ele geçirdi. İkinci bir sınır hattı olarak ise Halep-Hama otoyolu belirlendi. Otoyolu ile tren hattı arasındaki bölgeye TSK gözetim noktaları kuracak, Rusya ise tren hattının doğusunda hakimiyet sağlıyarak taraflar arasındaki çatışmalar iki garantör ülke tarafından sonlandırılacak.
Tren hattı
Esad rejimi ve rejim yanlısı milislerin Astana anlaşmasının aksine tren hattını sınır olarak görmeyip, tren hattının batısına geçtiği görülmekte. Özellikle Ebu Zuhur Havalimanı’nın Esad rejimi ve rejim yanlısı milislerce ele geçirilmesinden sonra stratejik Serakip ilçesine doğru ilerleyen rejim yanlısı milislerin Astana anlaşmasına riayet etmedikleri görülmekte. Ayrıca bu süreçte rejim hava kuvvetlerine ilaveten Rus hava kuvvetlerinin de Suriyeli muhaliflere ve sivil yerleşim yerlerini bombalamış olması, Astana sürecinin kırılganlığını tekrar göstermekte.
Diğer taraftan Esad rejimin ve rejim yanlısı milislerin Serakip’e doğru ilerlemesini durdurmak için Suriyeli muhalifler ortak operasyon merkezi kurup karşı saldırıya geçti. Karşı saldırı sonucu birkaç köy geri alınabildi. Ortak operasyon merkezine Ceys el Nukba, Ceys el Nasr, Liva Arbain, Ahrar uş Şam, Feylak uş Şam, Ceys el Ahrar, Ceys İdlib Hür, Ceys el İzze, Nureddin Zengi Hareketi, Ceys el Sani, 23. Tümen ve Fırka el Evvel el Masah katılmaktadır.
Hava saldırıları
Astana’da kararlaştırılan İdlib gerilimi azaltma bölgesine aykırı bir şekilde İdlib bölgesine yönelik hava saldırıları devam etmektedir. TSK’nın İdlib’e intikal kapsamında Afrin’in güneyinde konuşlandığı bölgeye yönelik hava saldırıları gerçekleşmese de, TSK’nın bulunmadığı tüm bölgelerde hava saldırıları devam etmektedir. Askeri hedeflerin yanısıra sivil yerleşim yerleri, pazarlar ve hastaneler de bombalanmaktadır. İdlib’teki bombardıman Esad rejimi hava kuvvetleri ve Rusya hava kuvvetlerince gerçekleştirilmektedir.
Hava saldırılarına ilaveten Esad rejimin Serakip kasabasına yönelik küçük çaplı kimyasal saldırısında bulunmuş olması, Esad rejimin İdlib’teki gerilimi azaltma bölgesine riayet etmediği ve Rusya’nın da Esad rejimini durdurması gerekirken, destek verdiği görülmekte.
TSK’nın El-Eys üssü
Astana anlaşması kapsamında TSK’nın tren hattı ile Halep-Hama otoyolu arasında kurması planlanan gözetim noktaların uzun süredir kurulmamış olması Rusya tarafından eleştirilmiş ve Türkiye’nin İdlib’e intikal sürecini hızlandırması istenilmişti. Nitekim TSK’nın belirlenmiş bölgeye ilk kuracağı gözetim noktası stratejik El-Eys beldesi olmuştur.
TSK konvoyun El-Eys’e ulaşmak üzere yolda olduğu esnada, El-Hader’den taciz ateşi açılması sonucu TSK konvoyu geri çekilmiş ve güvenli bir bölgede beklemiştir. Ertesi gün tekrar El-Eys’e doğru harekete geçen TSK konvoyu yol üstünde park halinde bulunan bombalı araç saldırısına uğramış ve Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmıştır. Saldırı sonucu 1 sivil personel şehit olmuştur.
Aradan kısa bir zamanın geçmesi ardından TSK konvoyu Türkiye’den tekrar El-Eys’e doğru yola çıkmış ve hedefine varmıştır. El-Eys’te gözetim noktası kurma faaliyetleri devam ederken, El-Hader bölgesinden TSK’ya havan saldırısı düzenlenmiş ve TSK El-Hader’de bulunan terör örgütlerine ÇNRA atışı ile karşılık vermiştir. TSK’nın El-Eys’te uğradığı saldırı sonucu 1 askerin şehit olduğu, 5 askerin ve bir sivil personelin yaralandığı belirtilmiştir.
Hmeymim Saldırıları: Rusya ve Suriye’nin Savunma Zaafları, Riskler ve Maliyetler Arasında Dikotomik Bir Savaş
Hmeymim Saldırıları: Rusya ve Suriye’nin Savunma Zaafları, Riskler ve Maliyetler Arasında Dikotomik Bir Savaş 27 Aralık 2017 gecesinde Hmeymim hava üssünün 50 km. kuzeydoğusunda muhaliflerin kontrolünde bulunan gayrimeskûn Bidame bölgesinden roket ve havan topları ile bir saldırı yapıldı [1]. 31 Aralık’ta ise çok daha kapsamlı ve etkili olduğu tahmin edilen bir saldırıda iddialara göre 2 Rus askeri hayatını kaybetti ve toplam maliyetleri 344 milyon $ olan 7 hava unsuru kullanılmaz hale geldi [2]. Suriye ordu istihbaratı tarafından yapılan soruşturmaya dair bir belgenin ortaya çıkmasıyla bu saldırının üssün hemen kuzeyindeki Bustan’ül-Bâşâ bölgesinden (5 km. uzaklıkta) yapıldığına dair iddialar ortaya atıldı [3]. İnternete sızan belgede, saldırıların bu bölgeden yapıldığı teyit edilirken bir soruşturma yürütüldüğü ve saldırıyı yapanların Özgür Alavi Hareketi’ne (Free Alawite Movement) yakın olduklarının tespit edildiği ifade edildi. 5 Ocak 2018 gecesi ise çatışmasızlık bölgelerinden İdlib’in 50 km. kuzeydoğusunda bulunan el-Mevzure bölgesinden, Hmeymim hava ve Tartus deniz üssüne toplamda 13 insansız hava aracından (İHA) oluşan bir saldırı gerçekleştirildi [4]. Dünyada gerçekleştirilen ilk İHA sürü saldırısı olarak kayda geçebilecek bu olay muhaliflerin taarruz kabiliyetlerini ne derece arttırabileceklerinin de bir göstergesi oldu. Kullanılan Taarruz Unsurları 27 Aralık ve 31 Aralık saldırılarının havan topları ve roketlerle yapıldığı söylenmiştir [5]. Rus kaynaklarda yer alan haberlere göre en tahrip edici saldırı üsteki savunmasız uçaklara direkt veya dolaylı olarak kırıma uğratabilecek 82mm’lik Sovyet menşeili havan topu ile yapıldı. Hareket kabiliyeti yüksek olan bu sistem yine kaynaklarda yer alan bilgilere göre 1-1.5 dakika boyunca atış yaptıktan sonra bölgeyi terk etmiştir. Saldırılarda kullanılabilecek roketler ise Suriye savaşının başlangıcından beri muhaliflerin taarruz kapasitesine dâhil olan BM-21 Grad çok namlulu roket atar sisteminin (ÇNRA) 9M22U füzeleri olabilir. 122mm çapındaki bu füzeler 18.4 kg’lık savaş başlığına sahiptir. Parça tesirini arttırmak üzere tasarlanmış 3920 parça ile bu başlık, hava üssü pistinde savunmasız duran bir uçağı rahatça imha edebilir. Bunun sebeplerinden birisi de bu tarz mühimmatlara karşı kullanılacak hava savunma füzelerinin yüksek maliyeti, mühimmatların güdümlü füzelere nazaran küçük olan boyutları ve mühimmatın miktar bazında yüksek yoğunlukta fırlatılabilmesidir. Daha önce birçok kez sahada etkinliği ispatlamış olan bu füzeler 2016 yılından beri etkin olarak Suriye iç savaşında kullanılmaktadır. [caption id="attachment_7772" align="alignleft" width="945"] 82mm havan, BM-21 Lançer tipleri, 9M22U Füzeleri (soldan sağa)[/caption] Hem havan topu hem de Grad ÇNRA’nın kullanılmış olabileceği bu saldırılarda ise kesin bir bulgu olmasa da 7 uçağın kırıma uğradığı birçok güvenilir kaynakta yer almıştır. Suriye muhaliflerinin elinde bu sistemler şu an yüksek miktarlarda mevcut ve donör ülkeler bu kapasitenin sağlanmasında büyük bir öneme sahiptir. Elbette muhaliflerin taarruz kapasitesi havan topları ve ÇNRA’lardan ibaret değil. 5 Ocak 2018 gecesinde yapılan iki hedefli saldırı ise geride bıraktığı tahribattansa taarruzun İHA ve GPS güdüm sistemi kullanılarak yapılmasından dolayı geniş yankı uyandırdı. Hmeymim hava ve Tartus deniz üssüne yapılan saldırılarda kullanılan İHA, taarruz taktiği ve mühimmatın yapısı ayrı ayrı araştırılmaya değer konular olarak öne çıkmıştır. Saldırıda kullanıldığı öne sürülen 13 İHA’nın incelenmesi sonucunda; motorun hava araçlarında kullanılmak üzere üretilmiş bir yapısı olmadığı, kanatların ahşap parçaların içine döşenmiş straforun plastik ile desteklenerek oluşturulduğu ve gövdenin neredeyse tamamen el yapımı olduğu göze çarpmaktadır. Rus Genelkurmay Başkanlığı’nı temsilen konuşan Tümgeneral Alexander Novkiov’un bir basın toplantısında kullanılan İHA ve mühimmatları sergilemesi bu konudaki birçok soru işaretini gidermiştir [6]. İHA’nın birçok farklı parçanın farklı yöntemlerle elde edilerek bir araya getirildiği açıkça anlaşılabilmektedir. Burada önemli olan noktalardan birisi dronun piyasada rahatça bulunabilen rotary wing quadcopter (döner dört kanatlı) değil fixed wing air proppeller (sabit kanat pervaneli) yapıya sahip olmasıdır. Sabit kanatlı ve pervaneli İHA’lar genelde daha uzun mesafeler uçabilme ve daha uzun süre havada kalma üzerine tasarlanan araçlardır. Bu nedenle bu tür İHA’lar uzak mesafelerden [5 ile 100 km.] kontrollü saldırılar yapabilme olanağı sağlayabiliyorlar. Rus yetkililere göre saldırının yapıldığı iddia edilen Mevzure bölgesi Hmeymim hava üssüne 55km. Tartus deniz üssüne ise 96 km. uzaklıkta yer alırken bu durum kullanılan İHA’ların en az 100 km. menzile sahip olduğunu doğrulamaktadır. Bu mesafede etkin bir şekilde kullanılacak İHA’lar için ise daha önceden test edilmiş aerodinamik, radyoelektronik parçalar ve bu konuda iyi düzeyde know-how (bil-yap) gereksinimi, bu saldırıda bir İHA üreticisi devletin de katkısının olduğunu işaret etmektedir. Çim biçme makineleri ve motorize bisikletlerde kullanılan motorları bu İHA’larda çalışabilecek hale getirecek modifikasyonlar ve İHA için gerekli olan hidrolik ünitesi (aktüatör/irtifa ve tahrik kontrol kolu), basınç transformatörü, pervaneler, elektrik bataryaları vb. parçalar arasındaki devrenin tanzimi, bu platformlarda kullanılan sistemlere tam anlamıyla hâkim olmayı gerektirmektedir. Uçuş rotasının irtifa, uçuş hızı ve rüzgar karakteri gibi parametreler hesaplanarak daha önceden planlanmış ve İHA’lara programlanmış olması da saldırının en sofistike yönlerinden birisidir. 13 İHA’nın birisine monte halde bulunan kamera ise süreç içi taktik modifikasyon ihtimalinin hesaplandığını ve saldırının çok yönlü planlandığını ortaya koymaktadır. Rus yetkililere göre İHA’lara programlanan GPS koordinatları internetteki bilgilerden dahi daha isabetlidir. Kod açma (deşifrasyon) süreci sonucunda elde edilen bilgilere göre, İHA’ların kanatlara monte edilen patlayıcıları bırakacakları koordinatlar bile programlanmıştır. Bu denli sofistike bir hava taarruz unsuru ilk defa bir devlet dışı aktörün kapasitesine girmiştir. Saldırılarda ilgi çeken diğer hususlardan birisi ise kullanılan mühimmatların patlayıcı muhtevaları ve tasarımlarıdır. Yapılan incelemelerde her bir İHA’nın tanesi 400 gr. olan 10 bombacık taşıdığı tespit edilmiştir. Nitekim Hmeymim ve Tartus eşzamanlı saldırıları için toplamda 130 bombacık hazırlanmıştır. Bombacıklarda 50 m. yarıçapta etkili olabilecek demir bilyelerle desteklenmiş parça tesirli C5H8N4O12 tipi PETN [pentaeritritol tetranitrat] kullanılmıştır. Bu patlayıcı RDX [Research development explosive/Ar&Ge Patlayıcısı] olarak da bilinen C-4 tipi patlayıcılara göre ısı ve darbeye çok daha duyarlı ve güçlü bir ateşleme elemanıdır. Kuruyken daha etkili ve duyarlı olduğu için genellikle su geçirmez halde birçok savaş başlığı, bomba, roket vb. unsurlarda kullanılmaktadır. PETN tipi ateşleme elemanının havalimanlarında dahi tespitinin diğer patlayıcı unsurlara göre daha zor olması karaborsadaki talebi arttırmış ve el yapımı bomba ve mühimmat üretiminde sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Bu tarz patlayıcı elemanların üretimi özellikle enerji reaktörleri bulunan ülkelerde yapılırken Rus yetkililere göre 5 Ocak saldırılarında kullanılan patlayıcılar Ukrayna Shostkinsky kimyasal reaktöründe üretildi. Ancak İran’ın da dahil olduğu birçok Ortadoğu ülkesinin bu ve benzeri birçok kimyasal ateşleme unsurlarını üretebildiği bilinmektedir [7]. Bu tarz bir ateşleme elemanının el yapımı olma veya başka mühimmatlardan elde edilme ihtimalinin olmaması yine bir devletin bu saldırılarda rol aldığının bir göstergesidir. Rus ve Suriye Tarafındaki Savunma Zafiyetleri Hmeymim üssü S-400 uzak mesafe ve PANTSIR-S1 kısa mesafe hava savunma sistemleri (HSS) ile korunurken Tartus deniz üssünde ise S-300 uzak mesafe HSS ile korunma sağlanmaktadır. Bunun dışında elektronik harp unsurları ve güdümlü olmayan (ZU-23 vb.) hava savunma unsurları da üslerin savunması için kullanılmaktadır. Suriye’de hava veya deniz üssüne yapılan ilk saldırı Aralık-Ocak aylarındaki saldırılar değildir. 2016 yılında küresel istihbarat örgütü Stratfor’a göre, Rusya’ya ait olan Tiyas (T4) [Humusun 90 km. Doğusu- Palmira’nın 60 km. Batısı] havalimanı DAEŞ’in saldırısına uğramıştır. Bu olayda 20 vasıta ve 48 milyon $ değerinde 4 MIL Mi-24 tipi taarruz helikopteri imha edilmiştir [8]. O dönem T4 üssünde Sukhoi 24 ve Su-22 tipi sabit kanatlı muharip uçaklardan oluşan 2 uçak filosu üste konuşlu haldeyken saldırı çok daha maliyetli sonuçlar doğurabilirdi. DAEŞ tarafından yapılan saldırıda da havan topları ve roket gibi daha az kompleks mühimmatlar ile yıkıcı sonuçlar elde edilmiştir. İki farklı hava üssüne yapılan saldırılarda hava unsurlarının konuşlandırılması ve radara yakalanmayan taarruz unsurlarına karşı savunmasız oldukları açıkça görülebilir. II. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında 1967 6 Gün Savaşları’nda savaşlarda ne kadar önemli rol oynayabileceği anlaşılan Hangarlar (korugan), Rusya’nın Suriye’de hava üslerindeki en büyük eksiklik olarak öne çıkmaktadır. Rusya’nın Suriye’de kullandığı hava üslerine neden Korunaklı Uçak Hangarı (Protected Aircraft Shelter-PAS) veya Güçlendirilmiş Uçak Koruganı (Hardened Aircraft Shelter-HAS) inşa etmediği sorusunun ise 2 net cevabı vardır. (1) Maliyet: HAS’lar genellikle adet başına 7.7 milyon $ gibi yüksek bir maliyete sahiptir [9]. Bu da Rusya’nın sadece Hmeymim üssünde konuşlu bulunan 30 hava unsuru için 210 milyon $ maliyeti yüklenmesi anlamına gelmektedir. Diğer sebep ise (2) Hareket Kabiliyeti: HAS ve PAS’lar yüksek koruma sağlamalarının yanı sıra sabit bir noktada çakılı olarak duracak olmaları Rus ordusunun Suriye’de daha da savunmasız bir konuma düşmesini ve gizlilik yetisini kaybetmesine sebep olabilir. Ayrıca daha büyük boyutlardaki Tu-160 tipi ağır bombardıman uçaklarının Sukhoi ve MIG tipi uçaklarla aynı boyutta koruganları kullanamayacak olması da Rusya’yı daha fazla kayıp ve daha fazla maliyet arasında seçim yapmaya zorlayan noktalardan birisidir. Kaynakça [1] Roketlerden 2’sinin Pantsir-S1 [kısa menzilli hava savunma sistemi] tarafından imha edilip 3. bir roketin rotasından saparak üssün güneyindeki Cebele (Jablah) kasabası kırsalına düştüğü açıklandı. Haberin aslı için bkz. “Russian slams Hmeymim base attack by jihadists”, [https://www.almasdarnews.com/article/russian-slams-hmeymim-base-attack-jihadists/]; Sputnik Türkiye: [https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201712281031583928-hmeymim-rus-hava-savunma-sistemi-militanlarin-fuzelerini-vurdu/], 28.12.2017 [2] Kaybedilen hava unsurları [4 Sukhoi 24, 2 Su-35, 1 An-72], Uluslararası birçok rapor, analiz ve haberde yer alan haberlerden bazıları için bkz. “Russian media tries to sort out source of attack on Syria air base”, [https://www.al-monitor.com/pulse/originals/2018/01/attack-russia-military-airbase-syria-latakia-putin.html]; “Who is attacking Russia’s bases in Syria? A new mystery emerges in the war.”, [https://www.washingtonpost.com/world/who-is-attacking-russias-main-base-in-syria-a-new-mystery-emerges-in-the-war/2018/01/09/4fdaea70-f48d-11e7-9af7-a50bc3300042_story.html?tid=pm_world_pop&utm_term=.5b138fc136d3] [3] Belgenin aslı için bkz. [https://syria.liveuamap.com/en/2018/5-january-saa-intelligence-document-announces-an-investigation] [4] 7 İHA’nın PANTSIR-S1 kısa menzilli hava savunma sistemince ve diğer 6’sının da elektronik harp yöntemleri ile düşürüldüğü ilan edildi. [5] “Хмеймим под ударом: почему российская авиабаза в Сирии попала под обстрел”, [https://www.rbc.ru/politics/04/01/2018/5a4def379a7947a9e3f00a5b] [6] Açıklamanın tamamı ve video için bkz. Rusya Savunma Bakanlığı Facebook resmi sayfasında yayınlanan açıklama: [https://www.facebook.com/mod.mil.rus/posts/2032465450329534] [7] Mindex Center (Ministry of Defense Export Center of Iran), [http://www.mindexcenter.ir/product/petn] [8] Business Insider, “Satellite imagery reveals ISIS's successful attack against a Russian airbase in Syria”, [http://www.businessinsider.com/satellite-imagery-reveals-isiss-successful-attack-against-a-russian-airbase-in-syria-2016-5] [9] DefenseWorld.net, “Indian Air Force Plans Building 108 Hardened Aircraft Shelters”, [http://www.defenseworld.net/news/19740/Indian_Air_Force_Plans_Building_108_Hardened_Aircraft_Shelters#.Wl5bw6hl_IU]
Bitmeyen göç: Suriye’deki Filistinli mülteciler Yavuz Güçtürk
Bitmeyen göç: Suriye’deki Filistinli mülteciler
Yirminci yüzyıl, savaşların cephe gerisine de yayılması, konvansiyonel silahların yanı sıra kitle imha silahlarının da kullanıma başlanması, ulus devlet temelinde yeniden oluşturulmak istenen homojen toplum oluşturma çabaları vb. nedenler tarihte daha önce görülenlerden çok daha fazla kitlesel göç dalgalarına ve büyük mülteci krizlerine neden oldu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Afganistan’ın 1979 yılındaki Sovyetler tarafından işgali ve son olarak Suriye ve Yemen’deki iç savaşlar milyonlarca insanı yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bıraktı.
Tüm bu mülteci dalgaları ortaya çıkışından birkaç yıl sonra zirve noktasına ulaşmış, krize neden olan savaş, çatışma vb. sorunun çözülmesi ya da şiddetinin azalması sonrası söz konusu mülteci toplulukları tamamen ortadan kalkmasa bile önemli ölçüde azalmıştır. Nitekim 1980’den itibaren dünyada en büyük mülteci kaynağı ülke Afganistan iken, Sovyet İşgali’nin ve ardından iç savaşın sonra ermesi ile beraber milyonlarca Afgan 2000’li yıllardan itibaren ülkesine dönmeye başlamıştır.
Ancak dünya genelindeki milyonlarca mültecinin arasında Filistinlilerin ayrı bir yeri vardır. Öyle ki Birleşmiş Milletler’in mülteciler için Mülteciler Yüksek Komiserliği adlı (BMMYK) bir birimi olmasına rağmen Filistinli mülteciler için Birleşmiş Milletler Yakındoğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı (UNRWA) adlı bir örgüt kurulmuştur.[1] Hem kendi ülkelerinde hem de başta komşuları olmak üzere dünya genelinde milyonlarca Filistinli 1948 yılından beri mülteci konumundadır ve kronik hale gelen bu durum her geçen gün çözülmek yerine daha da derinleşmektedir. Diğer komşu ülkelerde olduğu gibi, on yıllardır sürgünde, evlerine dönmek için bekleyen Suriyeli Filistinliler ise 2012 yılında başlayan İç Savaş ile ikinci kez yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştır.
Rakamlarla Filistinli Mülteciler
Yirminci yüzyılın başında başlayan “Filistinli mülteciler” krizi yirmi birinci yüzyılda da etkisini azalmadan, kuşaktan kuşağa geçerek sürüyor. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası ilk Filistinli mülteci dalgası ortaya çıkarken, 700 binden fazla Filistinli komşu ülkelere sığındı. Bu savaş bir Filistin Diasporası oluşmasına neden olurken, Filistinliler dünyanın her tarafına göç etmek zorunda kaldı. Yine de, bir gün evlerine dönecekleri umudu ile büyük bir kesimi komşu ülkelerde kalmayı tercih etti. Filistin Merkezi İstatistik Bürosu’na (PCBS) göre 2015 sonu itibariyle Filistinlilerin 4.749.486’sı Filistin’de, 1.471.201’i İsrail’de, 5.459.678’i diğer Arap ülkelerinde, 685.396’sı dünyanın geri kalanında yaşamakta.[2] Arap coğrafyasında en çok Filistinli mülteciye ev sahipliği komşu ülkeler Ürdün, Suriye ve Lübnan. UNRWA verilerine göre Ürdün’de 2.175.491, Suriye’de (İç Savaş öncesi) 526.744, Lübnan’da 449.957 Filistinli mülteci bulunmakta.[3] Bunun dışında, Orta Doğu’da Mısır ve Suudi Arabistan, Güney Amerika’da Şili, Kuzey Amerika’da ABD olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarına yüzbinlerce Filistinli yaşıyor.
Uzak coğrafyalardaki Filistinli mültecilerin büyük bir kısmı birkaç kuşak içerisinde vatandaşlığa kabul, ikamet ve çalışma izni verilmesi vb. uygulamalar ile içinde bulundukları toplumlara entegre olurken, komşu ülkelerde çoğunlukla mülteci olarak kaldılar. 2 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün’de Filistinlilerin büyük çoğunluğuna zamanla vatandaşlık ya da geçici pasaport verildi.[4] Nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu Filistinlilerin oluşturduğu Lübnan’da ise, Filistinlilere vatandaşlık verilmezken, çalışma yaşamı da kısıtlanmış durumda ve bu durum Filistinlileri gettolarda, büyük yoksulluk altında yaşamaya itiyor.[5] İç Savaş öncesi Lübnan’a göre koşulların daha iyi olduğu, Suriye’de ise Filistinli mülteciler son 6 yılda büyük bir yıkım yaşadı.
Suriye’deki Filistinli Mülteciler
Ocak 2011 itibariyle UNRWA verilerine göre Suriye’de bulunan 526.744 Filistinli mülteci için çoğunluğu Şam yakınlarında 9 mülteci kampı, yaklaşık 46 bin öğrencinin öğrenim gördüğü 42 okul, 23 sağlık merkezi, 8 sosyal rehabilitasyon merkezi, 16 kadın çalışmaları merkezi hizmet vermekte idi. Okullardan 76’sı ve 9 sağlık merkezi İç Savaş sırasında zarar gördüğü ya da evlerinden kaçan Suriyeliler sığındığı için kullanılmaz hale geldi.[6] UNRWA çatışmalar sırasında Filistinlilere yardım sağlama hususunda çalışmalarını sürdürse de bir süre sonra bu birçok bölgede imkânsız hale geldi.
Suriye’de Mart 2011’de çatışmaların başlamasıyla beraber ülke dışına seyahat edebilecek kadar maddi imkânı olanlar ve doktor, mühendis vb. eğitimli kesimler önce ülke içinde daha güvenli bölgelere göç etti, ardından ülke dışına çıktılar. Filistinli yoksul mülteciler ise yaşadıkları kampları, tıpkı Suriyeli yoksullar gibi, ancak son anda terk etmek zorunda kaldı, artan şiddet ve açlık tehlikesi onları göçe mecbur kıldı.
2016 yılı sonuna gelindiğinde ülkedeki Filistinli mülteci sayısı yaklaşık 438 bine düştü. Yüzde 95’i insani yardıma muhtaç durumda olan ülkedeki Filistinlilerin yaklaşık yarısı (254 bin) ülke içinde en az bir defa göç etmek zorunda kaldı. Filistinli mültecilere yardım için 2017 yılında yaklaşık 329 milyon ABD Doları’na ihtiyacı olduğunu belirten UNRWA ise ilk aşamada bu paranın ancak beşte biri kadar bağış toplayabildi.[7] UNRWA yıkılan ya da sığınak olarak kullanılan okul ve sağlık merkezlerinin yerine yenilerini açarak yardım faaliyetlerini sürdürürken, 2017 yılı sonunda ihtiyacı olan para miktarının ancak üçte birine ulaşabilmişti.[8]
Savaş sırasında sadece insani yardıma muhtaç hale gelen ya da göç etmek zorunda kalanlardan daha şansız olan Filistinliler de vardı: savaşın ortasında kalanlar. Şam’ın bir banliyösü olarak 1957 yılında kurulan Yermuk kampındaki Filistinliler bunun en bilinen örneği. 2012 yılında muhalifler Yermuk’a girmeye çalışırken hem Suriye ordusu hem de rejim yanlısı Filistinlilerle çatışmaya başladı. Muhalifleri teslim olmaya zorlamak için kampın çevresini kuşatan rejim güçleri, bölgeye insani yardıma ulaşmasını engelledi. Sonuç olarak, savaş öncesi yaklaşık 150 bin Filistinli mültecinin yaşadığı bölgeden kaçabilenler kaçtı ancak kapana kısılan 18 bin sivil içerisinde 2014 yılında açlığa bağlı ölümler yaşandı.[9]
Filistinliler için Suriye dışına çıkabilmek de çare değil. Daha fazla Filistinliye ev sahipliği yapmak istemeyen komşu ülkelerden Ürdün’ün sınırlarını Suriyeli mültecilere açması ancak Filistinli mültecilere kapaması, Lübnan’ın kamp kurma ve çalışma izni vermemesi, Mısır’ın Suriye’den gelen Filistinli mültecilerin BMMYK’ya kaydını engelleyerek sağlık ve benzeri yardımları engellemesi onları daha uzak coğrafyaya gitmeye zorladı.[10] Bu nedenle kendilerini Orta Doğu’da artık güvende hissetmeyen ve UNRWA Sözcüsü Christopher Gunness’in ifadesiyle “korunmasızların en korunmasızı” Filistinli mülteciler Avrupa’ya giden ölümcül yasadışı yolları kullanmaya başladılar.
Avrupa’ya ulaşanlar ise kendilerini nasıl tanımlayacakları hususunda sıkıntılar yaşıyor. 23 yaşındaki Rami Al al-Hasan bunlardan biri. Almanya’da sığınma başvurusu yapmak istediğinde, kaydını alan yetkili “Suriye doğumlu ama Suriye pasaportu olmayan” Rami’nin kendisini “Suriyeli Filistinli” olarak tanıttığında ne demek istediği anlamamış ve nasıl kayıt edileceği konusunda karışıklık çıkmıştı.[11]
Suriye’de savaşın bitmek üzere olması ile beraber ülkenin nasıl bir yönetim şekli olacağı, kimlerin yönetimde yer alacağı vb. konular tartışıladursun, 60 yılı aşkın süredir mültecilikleri süren Filistinlilerin Suriye’de geleceklerinin nasıl olacağı, ülke dışına çıkanların geri dönmelerine izin verilip verilmeyeceği vb. konular gündemde yok.
Dipnotlar
[1] 1948 Arap-İsrail Savaşı nedeniyle İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan bu en büyük mülteci krizi sonrası BM’nin 194 Sayılı Kararı ile (11 Aralık 1948) Filistinli mültecilerin yurtlarına dönmelerinin en mümkün şekilde gerçekleşmesi kabul edilirken, bu çerçevede BM’nin 302 sayılı kararı gereği 1949’da Filistinli mültecilere yardım için UNRWA kuruldu. 1967 Arap-İsrail Savaşı ile ikinci ve daha büyük bir mülteci dalgası daha meydana geldi. 1950’de ilk çalışmaları başladığında yaklaşık 750 bin Filistinliye yardım sağlayan örgüt, 2017’ye gelindiğinde yaklaşık 5 milyon Filistinliye yardım sağlamakta idi. Ayrıntılı bilgi için bkz. UNRWA – “Who We Are”. İsrail’in örgütün varlığından rahatsızlığı ise geçtiğimiz yıl en üst düzeyde dile getirildi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana mültecilere UNHCR’nin baktığı, çoğu yerleşik hayata geçmiş Filistinli mültecilerin ise özel bir mülteci komiserliklerinin olduğu, UNRWA’nın İsrail’e karşı kışkırtıcılık yaptığını ve bu kuruluşun feshedilmesi gerektiği” belirtildi. Bkz. “Netanyahu, BM Filistinli mültecilere yardım kuruluşunun kapanmasını istedi”, Karar, 11.06.2017.[2] “Estimated Number of Palestinians in the World by Country of Residence, End Year 2015”, The Palestinian Central Bureau of Statistics, 08.01.2017.[3] “UNRWA – Where We Work”, UNRWA, 08.01.2017.[4] Daoud Kuttab, “Jordan and the Palestinian refugees”, The Jordan Times, 22.01.2014.[5] “The Situation of Palestinian Refugees in Lebanon”, UNCHR, 23.02.2016.[6] “UNRWA – Syria”, UNRWA, 08.01.2017.[7] “Syria Emergency Response Progress Highlights”, UNRWA, 08.01.2017.[8] “Humanitarian Snapshot”, UNWRA, September 2017.[9] Eric Reidy, “Starving to death in Syria’s Yarmouk camp”, Al Jazeera, 29.01.2014.[10] Leah Morrison, “The vulnerability of Palestinian refugees from Syria”, Forced Migration, September 2014.[11] Kait Bolongaro, “Palestinian Syrians: Twice refugees”, Al Jazeera, 23.03.2016.